Pazar, Aralık 31, 2006

Yeni yılda da...

iki bin yedi...

Prenses İki, iki gözünü birden avcundaki kurbağaya dikmiş bakıyor. Az önce verdiği öpücüğe belli ki karşılık alamamış. Bir yandan da bu işlerin öyle bir anda gerçekleşemeyeceğini düşünüyor, aslında tek ve biricik derdi kendini iyi hissetmek. Bilmiyor ki kendi ırkı buna bilmem kaç küsür sene sonra savunma mekanizması diyecek. Gerçi bilse ne olacak ya, beklentisi prens yönünde. İnanmış bir öpücüğe kocaya varacağına. Senelerin bakirliğinin acısı kurbağanın acı tadıyla çoklara katlanıyor. Kız ne yapsın, bu katlanma beklentiye de yansıyor. Prens denen budalanın acilen belirivermesi ve de prenses ikinin de prense oracıkta vermesi gerekiyor. Acelecilik sarıyor damarlarını. Ateş bir kere daha baskın çıkıyor. Anası olacak kraliçenin yaşattığı stres, babası olacak kralın yaşattığı seni falanca krallığın filanca denyo prensi istiyor vereyim mi telaşı geliyor aklına. Acaba babası denen kral adam -ki hakikaten çok kral birisidir, eli açık gönlü bol yüreği yufka ve benzeri birçok kral adam kadar kraldır. Vakti zamanında kendisinden borç istemiş düşman krallığa yardımı esirgememiş, bu borcun ardından o ülkeyi de alır anasından emdiği sütü de burnundan getiririz diyen halkını şaşırtmış, verdiği parayı istememiş, zorda kalana düşene bir tekme de ben mi vurayım, uğraşamam.. gibilerinden bir krallık yapmıştır, neyse.- haklı mı bu falanca yerin filancası konusunda onu düşünüyor Prenses İki. Bir yandan da kendi rızası olsa daha iyi olur var bir yerinde zihninin. Çok iyi biliyor bu prensin ismi Rıza çıkarsa nasıl bir kere daha şaşıracağını. Yeşile diktiği gözleri bir anlığına azcık uzaklara gidiyor bu rıza ve falancanın filancası meselesini düşünmek için ama ilk araca atlayıp geriye geliyor o muhteşem dönüşümü kaçırmamak adına. Rızayı da düşünüyor ama. Nasıl sesleneceği bile var yaptığı hazırlıklar arasında. Ya Rıza olmazsa gibilerinden felaket bir ihtimale karşı önlemini de almış ayrıca. Rıza demeyi teklif edecek. Bu kadar kolay işte hayat onun için.

Tüm bu düşünceler yumağı ile kurduğu hayal evinden dönüyor geriye. Geldiğinde manzarada bir değişiklik yok. Kurbağanın da oralı olduğu yok, ki nereli olduğunu bilen biri de yok. İsmi Bin. Kurbağa Bin. Orman yazların sıcak ve aynı zamanda nasıl beceriyorsa ılık, kışların sıkıcı ve yağışlı geçtiği tipik bir Ege ormanı. Ormanın en büyük artısı ironinin allahı makiler. Gerisi çamlık güzellik.

Orman Bin'in yaşadığı orman bir taraftan da. Arkadaşı yok pek bizim Bin'in. Zaten artık eskiden takıldığı yerlere takılmıyor ki. Prenses İki'nin yaşadığı şatoya yakın yerlere takılıyor ama buranın sinekleri daha besili diye sırf. İkinin teni sinek besini ile dolu ama kral denen babası olacak adam asıl besin kaynağı. Sinekler kralın besin değerini seviyor, bizim Kurbağa Bin, besili sinek seviyor, olur da Prenses İki'nin öpücüğü olumlu sonuç verirse besili inekler en favorisi olacak, bessbelli. Onları mideye indiriyor. Prenses İki geliyor Kurbağa Bin'i öpüyor ya da o anın heyecanı ile yalayıveriyor. Babası kral denen adamın kanını besin eden besili sineği yiyen Kurbağa Bin'i öpünce babasına doğru bir ensest ilişki yeşeriveriyor orada. Ama neyse ki kimse oralı değil. Güzelce üzeri örtülüyor, kimse bu konudan bahsetmiyor. Bekleyiş sürüyor. Prenses İki, bir bakıyor. Prenses İki, bir bir ya da sakin sakin, yavaş yavaş bıkmaya başlıyor.

Kurbağa Bin, Prenses İki'nin avcunda, yine bir sinek geçsin de dilimi gökyüzüne doğru uzatayım tarzı bir düşünceye dalmış. Prensesin bakışlarının üzerinde olması onu belli ki az biraz rahatsız etmiş. Huysuzlanma belirtileri mi gösteriyor ne? Az önce Prenses İki'den gelen öpücüğü düşünecek yer bile yok kurbağanın beyninde. Bundan ne koca olur ne kasaba da diyemiyor Prenses İki. Ama aklına takmış, öpücük verilir, sonra prense verilir. Bir umut işte kızcağızın beslediği. Delirmiş mi acaba diye bakıyor orman ahalisi bir gizlilik içinde. Kurbağa Bin'in akibeti de ayrı bir merak konusu.

Ama kurbağa işte. Huyu kurusun bataklıktan çıktığı günden beridir yaptığı tek şey yediklerinin sonucu ilen değişen tonu ile çıkartmaya başladığı yeni “vrak” sesi. Belli ki Prenses İki buna da kanmış azıcık. Yoksa ne diye gelsin de bir sürü çok kurbağa arasından bulsun bu besili sinek düşkünü 'maşallah dili pabuç kadar'ı alsın da öpsün. Gerçi evet, Prenses İki'nin inancını ve beklentisini körükleyen durumlardan biri de bu yeme içme neticesi ile gelişen ses. Prenses İki'nin de dikkatini çekiveren ses. Yeni ses. Nağmeli ses. Kurbağa Bin'in meşhur sesi.

Avcunun içindeki kurbağa bine bakıyor Prenses İki... Üzerine iki beden büyük sahte asaleti sebebiyle basmak zorunda olduğu parmak uçları kramplarda. Kurbağa Bin'e bakıyor Prenses İki. Anası olacak kraliçenin şiddetli geçimlilik hali geliyor gözünün önüne, gözünün önünden ayırmadığı avcunda beklettiği Kurbağa Bin'in yanıbaşına, avcunun diğer yarısına hayal olarak yerleşiyor. Anası olacak kraliçe karı yine başlıyor kızım seni kimselere verememlere ve en bambaşka hali ile evlen de kurtulayım artık senden git rahat bırak beni"lere. Anası olacak kraliçe karının da ayrı bir maşallahı ayrı bir havası var. Gösterişli, herkesin bildiği türden. Cephanesi de bitmiyor çenesinde, ayrıca kadının. Ama burada suç kadında değil ki, basbayağı bayağın Prenses İki’de. Anlamıyor Prenses İki, bir an önce anlasa def edecek anası olacak kraliçe karıyı. Çünkü bu bir kabus ve o kabuslar da aynı melek hayal gücünün ürünü. Biri 5 mum, diğeri 100 mum değerinde. Birinde göz karanlığa alışıyor kaybolup gidiyor karanın içinde, diğerinde mutluluktan uçuyor havalanıyor, fır dönüyor.

Avucundaki ağırlık kendine getiriyor Prenses İki'yi. Anası olacak kraliçe karıyı eve yolluyor yemeği hazırlayan hizmetlilere ahkam kessin diye. Kurbağa binin bakışını yakalıyor bir anda. "Dönüşüm" diyor sevinçle, Kurbağa Bin önce hiç bakmadı belli ki, bunu yeni sanıyor, heyecan bambaşka sarıyor içini dışını. Ama dönüşecek kişi neden bakışsın ki yolunu bekleyeni ile. Varsa aklı sürpriz yapar ve sihrin tozunu silkeler başından aşağıya ki sihirli olsun, karşısına dikiliverir. Ee bir de çırılçıplak gelecek. toz illaki lazım zaten bazı uzuvları saklamaya hiç değilse bir süreliğine. Prenses İki bozuluyor geçen zamana. Kurbağa Bin'in gözleri büyüyor. Düşünebilse değişsem de şu karı gitse diyecek. Diyemiyor. Düşünemiyor. Düşünemediğini bile diyemiyor.

Verdiği öpücüğü düşünüyor Prenses İki. Acaba etkisiz ya da hissiz miydi diyor bir garip huzursuzluk çöküyor üzerine. Üzerine alınıyor bunu da. Kurbağa Bin garip bir mutluluk kaplamış büyümekteki gözleri ile Prenses İki'yi süzüyor. Aklı hemen üstlerinde gezintideki besili sinekte. Sinek şatodan geliyor bessbelli. Prenses İki belki az sonra babası ile girdili çıktılı bir ilişki yaşayacağından habersiz dolaylı da olsa. Uygun anı bekliyor Kurbağa Bin. Beklemek zorunda çünkü yaşamak zorunda. Beklemesi gerektiğini nerede ne yapması gerektiğini biliyor bir tek zaten. Bunu bilebilecek kadar macerası var besili sineklerle.

Sinek geliyor. Dikkat kesilmiş Prenses İki'nin alnına yaklaşıyor. Prenses İki'nin alnı iniş için müsait besili sineğe göre. Kurbağa Bin bakıyor. Dili hazır. Tek atış hakkı var ve bunu harcamaya niyetli değil. Hazır. Prenses İki huzursuzlanıyor. Artık bu iş olacak yoksa bir kere daha öperim diyor içinden. İsteksizce. Kurbağa Bin hazır. Sinek hazır. Prenses İki alık. Sinek büyük. Kurbağa Bin hazır. Prenses İki prensi kaçırdım mı acaba diyor. Falanca ile filancayı düşünüyor.

Sinek ön uzuvlarını birbirine sürtüyor. Alnını çok sevdi Prenses İki'nin. Halbuki aradan daha sadece 1 saniye geçti ilk görüşmelerinin üzerinden. Kurbağa Bin ağzını açıyor. Dili başlıyor yuvarlanmaya, sineğe yapışacak ve onu kendisine çekecek. Hızla. Alışkın zaten. Ama Prenses İki hiç görmemiş ki. Kurbağa Bin açıyor ağzını. Sinek uzuv kaşıma peşinde. Bıçak bileyliyor gibi. Kurbağa Bin açtı ağzını, dil yuvarlanıyor. Sanki sonsuz bir kırımızı halı. Prenses İki beklediği prensin diline bakıyor. Hiç sevmiyor. Hatta o kadar sevmiyor ki çığlığı basıyor. Ama vücudu tek başına çığlığa izin vermiyor. Az da olsa geriye esniyor. Sinek kaçıyor kurtarıyor canını. Kurbağa Bin afallıyor. Refleks diye bir şey var bu yaşadığımız dünyada ama kurbağa binin bundan haberi yok ki olsa da onun adı refleks. Bizim ama bizsiz de çalışan tek hücremiz. Dil fırlıyor. Prenses İki çığlıkta. Ağzı bir karış. Az da esnemiş. Kurbağa Bin'in dili yolda. Hedef saptı. Prenses İki esnedi. Geriye doğru. Dil yolda. Prenses İki çığlık ayarını maksimuma dayamış. Kurbağa Bin şaşkın. Düşünüyor neden refleksi bilmiyorum, gerçi bilsem ne olacak ya. Dilin yolu başka bir dille kesiliyor. Küçük bir dil diğerine göre. Prenses İki küçük diline kadar yapışan bu dili algılayamıyor. Babasının hizmetlilerin küçük dillerine uzanışını gelir gibi oluyor aklına. Ağzına gelenler fırsat vermiyor. Kurbağa Bin hamlesini tamamlamak için sineğe niyet Prenses İki'ye kısmet çekiyor dilini geriye. Ama besili de olsa sinek, Prenses İki o sineğin kim bilir kaç katı. Dilini çekiyor Kurbağa İki. Bütün bunlar bir sonraki 1 saniyede oluyor. Dili gelmiyor geri ama öyle bir çekiyor ki. Dil geleceğine Kurbağa Bin dile geliyor. Prenses İki'nin arzusu bu değil ki, rızası bu olsun. Dile gelen Kurbağa Bin, Prenses İki'nin ağzına doluyor. Çığlık sonrası yutkunma, adı üzerinde işte Prenses İki yut-kun-ma!

Duymuyor kimseyi çünkü çığlık... Kurbağa Bin bir yolculuğa çıkıyor. Ama başka çıkış yok. Prenses İki, az önce yaşananları düşünüyor. Kurbağa Bin az sonra bir daha uyanmamak üzere uyuyakalacak. Prenses İki prensini düşünüyor. Ağzı doluyken konuşmamalı, öyle de yapıyor zaten. Ormandan fısıltılar gelmeye başlıyor. Prenses İki bir daha yutkunuyor. Kurbağa Bin'in yolculuğu tamamlanıyor. Besili sinek şatoya geri gidiyor. Prenses İki yere yığılıyor. Prensi içine. Ve hala bakir. Mutlu mesut. Orman fısıldıyor.

“iki, bini yedi... iki, bini yedi... iki, bini yedi...”

Cuma, Aralık 29, 2006

Blog post'larında bağlantı verirken...

Tarayıcınız blogger'ın metin kutusundaki "link ekle" butonunu görmüyorsa, metni aşağıdaki biçimde yazarsanız, "tıklanabilir" bir bağlantı vermiş olursunuz.

TDK'dan gelen bir e-posta

Türkçe Dostları,

Türk Dil Kurumu olarak yeni bir etkinliğimizle karşınızdayız...
Türkçe ile ilgili çeşitli konuları tartışabileceğiniz; düşüncelerinizi, önerilerinizi paylaşabileceğiniz; belirli tartışma konularının yanı sıra ilginize çeken dil konularında farklı görüşleri öğrenmek için yeni tartışma konularını açabileceğiniz Türkçe Tartışma Topluluğu (TTT)'nu hizmetinize sunuyoruz (http://tdk.org.tr/tartisma).

Türk Dil Kurumunun çalışmaları ve yayınlarıyla ilgili görüşlerinizi, yeni söz ve terim önerilerinizi de gündeme getirebileceğiniz TTT'de zaman zaman gündemdeki dil sorunlarıyla ilgili görüşlerinizi de alabileceğimiz tartışma öbekleri de oluşturulabilecektir. Üyeler, mevcut tartışma topluluklarının alt öbeklerini açabilecekleri gibi (Söz gelimi Yazım Tartışma Topluluğu'nun alt öbeği olarak Birleşik Sözlerin Yazılışı, Terim Tartışma Topluluğu'nun alt öbeği olarak da Bilgisayar Terimleri Öbeği oluşturulabilir.) yeni bir tartışma topluluğu kurarak ilgi alanlarına göre tartışma başlatabilirler.

TTT'ye üyelik ücretsizdir. Üye olabilmek için ilgili sayfaya bilgi lerinizi yazmanız yeterli olacaktır. Üyelerin topluluğa gönderdiği iletiler TTT Yöneticisi (TTT-Y) tarafından onaylandıktan sonra sayfada görülebilecektir. Tartışılan konuyla ilgili olmayan, hakaret içeren, kişilik haklarına saldıran ve yasalara göre suç içeren ifadeler taşıyan iletiler onaylanmayacaktır. Üyelerin açacağı tartışma öbekleri Türkçe konulu olmalıdır. Üyelerin Türkçe ile ilgili olmayan tartışma öbeklerinin açılması önerisi kabul edilmeyecektir. Türkçe ile ilgili olmak kaydıyla üyelerin duyuruları da topluluğa dağıtılacaktır.

Sayfalarımız Türkçe ile ilgili iletilerinize açılmıştır.
Yeni tartışma öbekleri konusundaki önerilerinizi de bekliyoruz.

Tartışmalarınızın Türkçenin geliştirilmesine, zenginleştirilmesine, özleştirilmesine katkıda bulunmasını dileriz.
Saygılarımızla.

Türk Dil Kurumu

Perşembe, Aralık 28, 2006

Hepimize Neşeli Yıllar :)

Hepinize mutlu, sağlıklı, neşeli, bol paralı, çok başarılı, büyük fikirli ve danslı bir yıl dilerim. Yeni yılınız kutlu olsun çok sevgili reklam yazarları arkadaşlarım. :)

http://www.elfyourself.com/?userid=f34bf561216ec84f7f50eacG06122810

NTV'de Neden programı

26 Aralık'ta NTV'de Can Dündar'ın Neden isimli programında Türkçe konusu işlenmiş. -miş diyorum, çünkü programı izlemedim, 102.8 NTV Radyo'da, yolda bir kısmına denk geldim. NTV'nin web sitesinde bazı programlarının metinleri yayınlanıyor. Baktım, o program da var. Linki aşağıda, programı izlemediyseniz vaktiniz olunca göz atmanızı öneririm.

http://www.ntvmsnbc.com/ntv/metinler/neden/20061226.asp

Konuşmaların deşifre edilmiş hali olan metinleri okurken fark ettim ki, Türkçe konulu bir açıkoturumda konuşulan Türkçe de pek iyi değil. Üstelik konuşma sırasında dikkat çekmeyen, yazıya dökülünce oldukça garip olduğu görülen cümleler var. Anlamak için birkaç kez okuduklarım oldu.

Yine de konu önemli.

İyi okumalar:-)

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Asmalımescit'in vazgeçilmez mekanı; Lokal...



Beyoğlu Tünel bölgesinde farklı lezzetlerin vazgeçilmez mekanlarından biri olan Lokal minimalist dekorasyonuyla hem göze hem de damağa hitap ediyor. Dünya mutfağından seçilmiş farklı yemekleri, yaratıcı bir şekilde sunmayı başaran mekanda; Hint mutfağından tavuk tikka, Thai mutfağından pat Thai, coconat curry, beef naman hoy, Vietnam mutfağından beef pho, Japon mutfağından somon teriyaki’ye kadar geniş bir yelpazeye sahip.
Yabancıların ve sanatçıların uğrak mekanlarından biri olan Lokal’in açık mutfağında, yemeğinizin nasıl hazırlandığını izleyebiliyorsunuz. Haftanın her günü açık olan mekanda yemeğiniz hazırlanırken, gün boyunca projeksiyondan beyaz perdeye yansıyan filmlerle de keyifli vakit geçirebilirsiniz.

Şehrin vazgeçilmez mekanlarından biri olan Lokal’de, Thaili aşçılar lezzet şöleninizi hazırlarken, lounge, hause, electronica, ambient tarzındaki müziklerle de Türk veya İtalyan şaraplarından birini yudumlayabilirsiniz. Eğer şarap tercihiniz değilse, dünya kokteyllerinden de seçenekler sunan Lokal’de mutlaka damak zevkinize uygun tatlar bulacaksınız.

Yılbaşı için özel bir mönü de hazırlayan Lokal'de, hem keyifli hem de hesaplı bir yeni yıl gecesi sizi bekliyor...

Yılbaşı Mönüsü

Kuşkonmaz Çorba

Özel nar sosuyla hazırlanmış devekuşu ya da şeftali soslu hindi
Falafel (Lübnan Köftesi)
Sebzeli Hint böreği
Kıymalı Hint böreği
Çin böreği
Teriyaki soslu somon
Noodle ve noodle'a sarılı aparatif köfteler
Sıcak şarap

Gecenin sonunda ise kızarmış ballı, susamlı, muz ve ananas

Bu mönünün bedeli; yerli içki ile 80 YTL yabancı içki ile ise 125 YTL...


Rezervasyon için, İpek Hanım ya da Osman Bey'e ulaşmanız yeterli.

Müeyyet Sok. 5/A Asmalımescit – Tünel
Tel: (0212) 245 57 43 – 44
E-posta: lokal-istanbul@hotmail.com

Mutlu seneler :)

Cuma, Aralık 22, 2006

Bütün kötülüklerin nedeni... Reklamlar!

CNBC-E'de Any Given Sunday filminden bir sahne.

Al Pacino: Eskiden böyle değildi futbol... 1970'lerde böyle değildi.
Aynı yaştaki arkadaşı: Evet değildi. Başka şeyler için oynanırdı, başka şeyler için sevilirdi.
Al Pacino: Şimdi para para her şey.
Aynı yaştaki arkadaşı: Futbol kendini kaptırmaktı. Sonra reklamlar için yayını kesmeye başladılar. Tüm heyecan bitti. Bir mısır gevreği için oyunun canına okudular.

Hatırladığım kadarıyla yazmaya çalıştığımız bu sahnede, reklamcılığın bazı değerleri yok ettğini düşünen iki yaşlı spor adamı var. 1990'lardan sonra çekilen birçok filmde bu yaklaşımı görüyoruz. Doğru mu peki? Bence evet. Fakat bugün İngiltere'de bir Premier Lig takımının bütçesinin yarısından fazlası reklam gelirinden. Geri dönülmez bir yoldayız sanırım.

Perşembe, Aralık 21, 2006

Hangi gazete hangisi?


İş arkadaşım Selim Tuncer'in yaptığı ilginç bir değerlendirmeyi, ürün kimliğinin önemini vurgulamak amacıyla buraya taşıma gereği duydum. Tuncer, aynı güne ait 6 gazetenin sadece başlıklarını değiştirerek soruyor, hangi gazete hangisi?.. İlgileniyorsanız lütfen bana bildirin. Doğru yanıtların ödülünü ayrıca açıklayacağım.[bağlantı]

Eleştirinin Böylesi

Son bir yıldır ne Reklam Yazıları'na yazasım, ne de
yeni yeni türeyen-üreyen reklam eleştirisi blog'larını
okuyasım gelmiyor.

Neden mi?

Çünkü, o kadar yavan, sıradan, seviyesiz ve anlamsız yorumlar yapılıyor ki,
artık yapılan yorumların katkı sağlamasını geçtim,
o yorumlar ortaya koyulan işin arkasındaki emeğe ve kişilere
yapılan saygısızlığa-hakarete kadar gidiyor.

Kimisi işin reklam yazarından bodozlama konuya dalıp ajans başkanından çıkıyor.
Kimisi de, "hey kreatif direktör, yerinde ben olsaydım, o yaptığınız işi var ya o yaptığınız işi, ortaya dahi çıkarmazdım" diyor.

Yahu, bugun Akbank Neo reklamına yorum yazan birisi "ajansın ajans başkanı, kreatif direktörü eleştirimi bir de canlı canlı benden dinleyin!" diyerek telefon numarasını dahi verdi. Pes doğrusu!

Ben reklam yazılarına ilk girdiğimde üniversitede 2. sınıf öğrencisiydim. Ben ve benim gibi bu işe hevesli gençler olarak oraya yorum yazmaya
korkardık. Kendimize güvensizlikten değildi, yerimizi ve haddimizi bilmekti.
Ustalar ne yazmış, onlardan ne öğrenebiliriz diye girerdik.
Bin düşünür bir yazardık. Bu kadar porfesyoneller,
ustalar işi bilmiyor da bir tek biz mi biliyoruzdu.
Arkasında ne kadar emek vardı kim bilirdi.
Bilgisiz yorum olmazdı. Önce dinlemek okumak gerekirdi.

Biz reklam yaratıcıları mı bir yerlerde yanlış yapıyoruz acaba?
İşlerimize dolayısıyla bizlere yapılan bu
haksız eleştirilere daha sert bir duruşumuzun mu olması gerekiyor?
Çünkü, bu tür yıkıcı eleştirileri hiç birimiz ve hiç birimizin işleri haketmiyor!

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Uygulama farkı mı, adamlar yapmış hissiyatı mı?

"17 yaşımda cinayetten hapse girdim.
19 yaşımda meteliksizdim ve kalbim kırıktı.
22 yaşımda neredeyse boğuluyordum.
....
....
....
29 yaşımda hafızamı sildirdim. Daha fazla felaket yaşamamak için American Ekspress kullanıyorum."

Reklamın sesini daha iyi hatırlayamıyorum. Bekledim ancak bir kez daha izleyemedim de! Aşağı yukarı böyle bir şeydi.

Bir taraftan reklamında yıkılan İ, S, T, A, N, B, U ve L harflerini gösteren ve 'İstesek de istemesek de İstanbul'da büyük ve yıkıcı bir deprem olacak.'diyen Art Canadian'ın beni bu kadar korkutmaya hakkı olmadığını düşünüyorum, bir taraftan da American Ekspress reklamı beğeniyorum. Belki felaketi kişiselleştirdikleri zaman içimiz rahatlıyordur. Anlayamadığım bu reklamı beğenmenin içimi neden rahatsız ettiği?


Not: İstesek de istemesek de ne demek ki? İsteyen mi var?

Salı, Aralık 19, 2006

Tutku / Taksim

Taksim meydanında, Marmara Oteli'nin hemen yanındaki binada uzun süredir Eti Tutku reklamları boy gösteriyor. Bugün dikkatimi şu yazı çekti:

Akışkan krema ''tutku''lar arasında taksim edilebilir.

Biraz zorlama olmamış mı, ne düşünüyorsunuz?

Istanbul trafik durumu

Ankara'dan haberler...

''Bir başarı ve ödül haberini'' sizlerle paylaşmak istedim.

Medikal sektörün Oscar’ı olarak kabul edilen The Rx Club Show tarihinde,
finale kalan ilk Türk reklam ajansı olma başarısını gösteren Arka Bahçe,

“Award of Excellence” yani “Mükemmellik Ödülü” ile onurlandırıldı.

Bu yıl 20.si düzenlenen The 2006 Rx Club Show’da Biomeks’in kemik yıkım hızını ölçen testi “Osteomark NTx“ için yarattığı konseptle finale kalan Arka Bahçe’nin ödülü, 9 Kasım akşamı Amerika’da New York City Metropolitan Pavillon düzenlenen törenle açıklandı.

Dünya çapında yoğun bir katılımın gerçekleştiği yarışmada Arka Bahçe ödülünü,

BBDO Mexico, Euro RSCG, GSW Worldwide, McCann Healthcare China, Ogilvy Healthworld US, Saatchi & Saatchi gibi uluslararası ajanslarla paylaştı.

Adem ARIBAŞ arkadaşımızı ve tüm Arka Bahçe çalışanlarını bu yarışmayla uluslararası arenada göstermiş oldukları büyük başarıdan dolayı kutluyoruz.

Cuma, Aralık 15, 2006

Komşu Çocukları

Apartman hayatının en güzel yanlarından birisi, komşu çocuklarıyla arada bir de olsa sohbet etmek, onlarla az da olsa zaman geçirmektir. Bir zamanlar bizlerin de birer komşu çocuğu olduğumuzu düşünürsek, çocukluğumuzda bizimle ilgilenen ağabeylerin ablaların tatlarını daha iyi hatırlarız sanırım. İşlerinden okullarından eve geldiklerinde o yorgun hallerine rağmen çocuk işte demeyip sohbet eden o güzel abiler ablalar... Ah neredeler, ne yapıyorlar şimdi kim bilir. Ben de işten eve geldiğimde apartmandaki çocuklar eğer dışarıdalar ise onlarla birkaç dakika da olsa zaman geçirmeye çalışırım. Belki bir gün onlar da beni, çocukluğumun geçtiği Ankara’da oturduğumuz apartmandaki ağabeylerimi ablalarımı benim hatırladığım gibi hatırlarlar diye, hem de onların o neşesini paylaşayım diye...

Hasan esmer, kısa ama yumuşak saçları olan bir çocuk. 7 yaşında. Okula yeni başlamış. İki kere ikinin kaç ettiğini sorduğumda hep farklı cevaplar veriyor. İlk önce elindeki çikolatalı gofretten bir parça alıyor sonra onu ağzında biraz çiğneyip cevabı yapıştırıyor. Kimi zaman beş diyor, kimi zaman altı... O da işi espriye döktü artık. Biliyor da kerata cevabını ama abisiyle şakalaşacak ya... Ben de inadına hep aynı soruyu soruyorum Hasan’a. Ne zaman beni görse Çağlayan abi, Çağlayan abi, diye arkamdan koşturuyor. Hınzır işte... Apartmanın en yaramazı Hasan.

Ufuk dokuz yaşında. Yaşı itibariyle Hasan’a göre daha iri bir çocuk. Tombiş tombiş yanakları var. Tam bir Beşiktaş fanatiği. Çarşılıyım ben, diyor yaşından beklenmeyecek gururla. Counter strike oyununa da bayılıyor. İnternet kafeye gidiyor musun diye sorduğumda “bazen” diyor. Niye evinizde bilgisayar yok mu, diyorum. Var ama orada büyüklerle oynamak daha zevkli, diyor. O da tam bir abi hastası anlayacağınız.

Merve 6 yaşında. Üst komşunun kızı. Onu fazla görmüyorum. Şimdiye kadar iki kere konuştum. Küçücük omuzlarına dökülen siyah, bukle bukle saçları, kocaman yeşil gözleri var. Okula da seneye başlayacakmış, ama annesi ona şimdiden okuma yazmayı öğretiyormuş, babası da onu her zaman iş yerine götürürmüş, patates cipsini de çok severmiş, amanda amanmış. Tam bir şirinlik muskası... Kelimeleri ağzında bir yuvarlayışı var ki, değme şirinlere taş çıkartıyor.

Komşu çocuklarını ne zaman görsem kendi çocukluğumda yaptığım yaramazlıklarım geliyor aklıma, hem mutlu oluyorum hem de çocukluğumu kaybettiğim için hüzünleniyorum bir an. Niye büyümek var ki diyorum kendi kendime Peter Panvari bir düşünceyle, niye büyümek var ki...

Mizahın İyileştirici G:)c:)



Allen Klein ‘Mizahın İyileştirici Gücü’ adlı kitabında bir yandan kahkanın ve eğlencenin psikolojik ve fizyolojik değerini gösteriyor bir yandan da zamanlamanın önemini açıklayarak mizahın bazen yersiz olduğunu dile getiriyor. En yıpratıcı olayların bile üstesinden gelmemiz için çeşitli yollar öneriyor.

Kısaca; mizahın, eğlencenin, komedinin hayatımızdaki rolünü ve önemini inceliyor diyebiliriz. Kitabın bazı konu başlıklarıyla ilgili sözler derledim. Umarım işinize yarar...

* Çifte Kazanç

Mutlu olduğum zaman içimden ağlamak geliyor. Ama mutsuzken gülmek istemiyorum. Sanırım mutlu olmak daha iyi. Çünkü o zaman birinin bedelini ödeyerek iki duyguyu birden yaşıyorsunuz.
Edith Ann adıyla Lily Tomlin

* Gülünce Neler Kazanırsınız

Kahkahanın gücü karşısında, hiçbir şey ayakta duramaz.
Mark Twain

* Mizah Başarmamıza Yardım Eder

Tatsız düşünceleri yok etmenin en iyi yolu güzel düşüncelere yoğunlaşmaktır.
Hans Selye
Stres Araştırmacısı

* Mizah Dengemizi Korur

Mizah duygusundan yoksun bir insan, yoldaki her çakıl taşında sarsılan, yayları olmayan bir vagona benzer.
Henry Ward Beecher

* Gülme/Ağlama İlişkisi

Kahkaha ve gözyaşı... Hayal kırıklığı ve bıkkınlığa verilebilecek iki tepki. Ben şahsen gülmeyi tercih ederim, çünkü arkada toparlanacak daha az şey kalıyor.
Kurt Vonnegut

* Yaşanmış Olaylara Bakış

İpin sonuna geldiğinde, bir düğüm at ve asıl. Veee sallanmaya başla!
Leo Buscaglia

* Bir Tutum: Neşeyle Islık Çalmak

Tutum her şey demektir. Mae West seksenli yaşlarınıyirmi yaşında olduğuna inanarak yaşadı, ve matematiğinin kötü olduğu hiç aklına gelmedi.
Soundings dergisi

* Gülümsemeniz Şemsiyeniz Olsun

Bir gülümseme, her şeyi düzleştiren bir eğridir.
Phyllis Diller

* İlk Gülen Olmak

Apallıklarımızı gizlemek yerine kabullenirsek, bunlara gülmeye başlarız. Bütün dünya da bizimle birlikte güler.
Jimmy Durante

(Old Boy filminde de buna benzer bir söz hatırlıyorum:
'Gülersen tüm dünya da seninle birlikte güler, ağlarsan tek başına ağlarsın.' )

* Dünya Gülme Laboratuvarınız Olsun

Eğer çevrenize şöyle bir göz atarsanız, yaşamın gerçekten komedilerle dolu olduğunu görürsünüz.
Mel Brooks


Son olarak da bir Çin yazıtıyla bitiriyor kitabını yazar...

Yaşam risklerle doludur.
Hepimiz ip üstünde yürümeye çalışan birer akrobatız.
Bir ip cambazı
İp üstünde, kendini evinde gibi hisseder.
Bedenini hafif tutan
Düşüncelerinin yalın kalmasını sağlayan insanlar
Tehlikede gibi görünsedeler de
Asıl güvende olan onlardır.


Uzun lafın kısası: g:)l:)msey:n)

Perşembe, Aralık 14, 2006

Örnek Marka Vestel

Vestel İcra Kurulu Başkanı: Dünyada ses getirecek projelerimiz var

Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Ömer Yüngül, "dünya çapında ses getirecek başka projelerimiz de var. Ancak şu an açıklayamıyoruz. Şubat ayını bekleyin" dedi Ömer Yüngül, grubun değişik sektörlerde yeni ürünler geliştirmeye devam ettiğini söyledi. Türkiye'nin bor ve hidrojen kaynaklarını değerlendirmek amacıyla bir dizi ar-ge çalışması yürüttüklerini, bu kapsamda 1.5 yıl önce kamuoyuna verdikleri sözü yerine getirerek bir yakıt pili ürettiklerini söyledi.
Yüngül, şunları söyledi:
''Yakıt pilini hazırladık. Şubat ya da Mart ayında piyasaya tanıtacağız. Pil hemen tüm sektörlerde kullanılabilecek. Özellikle dizüstü bilgisayar, telsiz gibi aletler için enerji jeneratörü olacak. Bora dayalı enerji yatırımları konusunda dünya çapında ses getirecek başka projelerimiz de var. Ancak şu an açıklayamıyoruz. Şubat ayını bekleyin.
Borun yüzde 60-70'i Türkiye'de, Karadeniz'in dibi hidrojen enerjisiyle dolu. Un, şeker var, birleştirip helva yapmaya çalışıyoruz. Çok değişik ürünler planlıyoruz. Vestel'i bırakın Türkiye'ye çok büyük fayda sağlayacak projeler üzerinde duruyoruz.'' Yüngül, (Enerji projeleriniz Erke Dönergeci gibi mi ?) sorusuna, ''Erke Dönergecini boş görmeyin. Gelişmeleri izleyin'' yanıtını verdi.

İNSANSIZ HAVA ARACI OLİMPİYATLARI

İnsansız hava aracı projesinde de üretime geçtiklerini ve dünya çapında ihalelere girmeye başladıklarını dile getiren Yüngül, ürettikleri hava aracının ABD'de düzenlenen insansız hava aracı olimpiyatlarında 2. olduğunu belirtti.
Aracın tamamen Türk mühendislerinin yazılımıyla üretildiğini belirten Yüngül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Hava aracını yapmaya karar verdik, (Yabancı destek almadan yapamazsınız) dediler. Teknik üniversiteye projeyi verdik. 15 ayda ürün çıktı. Bu ürüne kimse inanmıyordu. Bu alanda uygulama yapan 500 firmanın katılımıyla ABD'deki olimpiyatlara katıldık ve 2. olduk. Dereceye girmemiz bize moral verdi ve yeni fikirler de oluştu.
İnsansız araçlarımız ülkemizde çeşitli kurumlarca kullanılıyor. İçişleri Bakanlığı ile bazı projeler hakkında görüşüyoruz. Bu araç ülke sınırı, boru hatları gözlemlerinin yanında miting ve maçlarda da kullanılabiliyor. Uluslararası ihalelere de katılıyoruz. Konuyla ilgili Pakistan, Malezya ve Avusturya'yla görüşüyoruz.''

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2006/12/14/son/soneko13.asp

Gece Postası

Kitap fuarında karşılaştığım bir kitap idi. İsmi "Komedyen gibi düşünün". Karyn Ruth White ve Jay Arthur tarafından yazılmış. Pegasus'tan. Filiz Kar'ın çevirisi ile.

Sayfa 39'dan alıntı:

Ciddi insanların sizin canlılığınızı veya doğal neşenizi susturmasına izin vermeyin. Bazı insanlar yaşamlarını bizim mutsuzluğumuz için sürdürürler. UYARI: Onlar genelde sizi beraberinde götürürler çünkü mutsuzluk bu tip durumları sever. Sizin onlarla gitmemeniz için bir seçeneğiniz var. Onlarla gitmeyip iyi bir ruh halini yaşamayı tercih edebilirsiniz.

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Yazmak ve de yazmamak

Bir yol kitabıdır Pinhan; ufak bir harf sürçmesiyle "yok" kitabı oluverir. Yola çıkmak gerekmez onu okumak için, yerinden kıpırdamazsın bile bazen. Sonra bir an şaşırırsın, bir eşikte bulursun kendini. İleri gitsen bir bilinmez, geri dönsen bir boşluk. Oysa fazla duramazsın eşikte; ya beyninle yaparsın seçimini, ya kalbinle. Ve ne kadar uğraşsan da geciktirmeye, karşında durur yol, teşvik eder seni gitmeye.

Her insan bir uçurumdur, içine dalınca görürsün derinliğini. Her insan bir yoldur, eşikte bekleyerek öğrenemezsin seni nereye götüreceğini.

Korkaklık mıdır eşikten geri dönmek, yoksa ilerlemek deli cesareti mi? Çünkü öyle bir yolda yürür ki insan, devam etmek için yok etmelidir geldiği yeri.

"Tamamdır, ölsem gam yemem." dediğin bir gün görürsün, yine ulaşmışsın bir eşiğe. Bakla falı açar gibi açarsın Pinhan'ın bir sayfasını rasgele.

İşte o sayfada Deryakeş o kadar mutlu ve hülyalı, o kadar serkeş ve uçarıdır ki, fark edemez düşmanları tarafından kıstırıldığını. Püskürtebileceği tehlikeye bakarken öyle mesuttur ki, "Kabulümdür!" der ölümüne sadece.

Anlayınca sonunda üzerinde durduğun eşiği, alırsın kalemi eline. "Kabulümdür," dersin, "akacak olan kan da olsa, mürekkep de."

Bırakalım yağmur mu yağsın???

Dün gece belki göreniniz olmuştur bu reklamı (!) MFÖ'nün Bu sabah yağmur var İstanbul'da şarkısı eşliğinde bir şemsiyenin üzerine düşen yağmur damlalarını görüyoruz. En sonunda dışses diyor ki: "Bırakın yağmur yağsın." Bir şemsiye reklamıymış ama markayı hatırlayamıyorum "Cemil Birsen" mi ne, öyle birşey. Ben bu reklamı izledikten sonra bırakmaya karar verdim. Bence siz de bırakın... Bırakın, yağmur yağsın.

Salı, Aralık 12, 2006

Biraz nanik, biraz depreşik...

Son birkaç ayımı başlığın ikinci yarısına daha yakın geçirdikten sonra "uzaklaşayım biraz en iyisi" dedim, vurdum kendimi Barselona yollarına. İstediğin kadar uzaklaş, ne kadar kaçabilirsin ki kendinden? Yine de bir umut, otel odasından çıkmak bile istemezken, şehrin gecesini gündüzüne karıştırdım, hepsini bol sangria eşliğinde mideme indirdim. Biraz hazımsızlık yaptı. Güzel bir kafanın da etkisiyle İstanbul'u özledim, döndüm hayatımın şehrine. Şöyle şeyler öğrendim:

- Beni İstanbul'dan başka bir yer paklamazmış.
- Bir insanın doğruluğuna feci şekilde inandığı şeyleri ne kadar mantıklı yaklaşırsan yaklaş değiştiremezmişsin.
- Kahve falı yaşlıları etrafına toplamanın etkili bir yoluymuş, bu nedenle insanların gelecek beklentileriyle alay edeceğin ortamları seçerken dikkatli olmak gerekirmiş.
- Hiçbir yere dersine çalışmadan gitmeyecekmişsin, tur rehberleri beklediğin gibi olmayabilirmiş.
- İhsan Oktay Anar ve Alper Canıgüz isimli nefis yazarların hayat kurtarıcı özellikleri de bulunmaktaymış; özellikle Alper Canıgüz "Oğullar ve Rencide Ruhlar" kitabıyla insanı bir süre depresyondan bile çıkarırmış. (Sayın Hatice Üzgül, bilemiyorum mesaj alındı mı...)
- "Bizim İstiklal Caddesi gibi" denilen La Ramblas ve "bizim İstiklal Caddesi" arasındaki fark dağlar kadar büyükmüş.
- Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, Dali Müzesi'nde yaşamanıza izin verilmezmiş.

Yarın yine işe dönüyorum. Veni vidi kısmı bitti, bir sürü vıdı vıdı bekliyor şimdi beni. Bu vesileyle, bir süredir üşengeç yaklaşım ve uzaklaşımlarımı sergilediğim Ortak Defter'e de dönüş yaptım sanırım. Haydi hayırlısı...

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Cumartesi, Aralık 09, 2006

Perşembe, Aralık 07, 2006

Eyvah! Depresyon!

Öğrenmeye ve yaratmaya yüksek moral, motivasyon ve kendine güven gerek değil mi?
Peki depresyona giren yazar ne yapsın? Bütün direnci örseleniyorsa? Peki bu durum onda panik yaratıyorsa? Ya her şeyden nem kapmaya başladıysa? Bir de üzerine alınganlığın gölgesi sereserpe yayılıyorsa?

Bütün mesleki yaşamınızı gözden geçirir misiniz; bu sektörde buhranlı dönemlerinizi nasıl atlattınız?

Ayrı Düşmüş Kelimeler

Ayrı Düşmüş Kelimeler adlı çok hoş kitabın yazarı Mehmet Kara'nın web sitesi. Görmek gerek.

http://www.mehmetkara.com

Aynı yerde, Mehmet Kara'nın çabalarıyla ortaya çıkmış, Türk lehçeleri yazılımının adresi:

http://www.kultur.gov.tr/gaspirali

Özellikle bu adresi çok yararlı bulabilirsiniz.

Salı, Aralık 05, 2006

Müşteri Temsilcileri

Art direktörlerin ve biz reklam yazarlarının blog'ları var. Eğer ajanslarınız da bununla ilgilenebilecek müşteri temsilcisi arkadaşlar varsa onlar da kendilerine bir blog açabilir, hem meslekleri ile ilgili, hem de diğer konularda yazabilirler aslında.

mesela adresleri de: www.musteritemsilcileri.blogspot.com olabilir.

Ben iki müşteri temsilcisine söyledim ama bu fikre zamanımız yok diye sıcak bakmadılar. Belki sizler, ajanslarınızdaki müşteri temsilcilerine söylersiniz ve onlar da bu fikri uygularlar diye buraya yazıyorum.

"Senin derdine mi?" diye soracak olursanız, öylesine bir fikir işte. :)

Reklamveren-Basın Özgürlüğü İlişkisi

Duydum ki ülkenin birinde, büyük bir reklamveren "özgür olduğunu iddia eden bir kanalda", "bir daha sana reklam vermem" diyerek canlı yayını kestirebiliyor, istediği programı yayından kaldırtıyormuş... Tüm bunları da ülkesinin güzide bir kulübünün yöneticiliğini yaptığından kulüp aleyhindeki yayınları durdurmak amacıyla yapıyormuş. Hiç hoş değil. Hatta sırf bu yüzden rakip taraftarlar o reklamverenin ürünlerini boykot etmek için mail trafiğine başlamışlar... Her şey ne kadar tuhaf!

Pazar, Aralık 03, 2006

3 Aralık 2006 - Kanal D - Sağır Oda...

Giray Kırımlı sekreterini arar.
"Bana hemen Nail Koyunlu'yu bulun..."
Az sonra Nail Koyunlu gelir. "hehe" gülümsemesi yüzündedir.
Giray Kırımlı Nail Bey'e:
"Nail Bey, yeni bir banka aldık, reklam kampanyasını size vermeyi düşündük. Kırımlı holdingin konkurla onunla bununla uğraşacak zamanı yok. Çünkü bizim için zaman çok değerli..." der.
Nail Koyunlu şaşırır, memnun ve neden diye soran gözlerle bakar,
Giray Kırımlı devam eder:
"Bu işi size verecek olmamın sebebi dedenizdir. Dedenizin 2.Dünya Savaşı sırasında Türk Alman dostluğunu destekleyen tavrı vee..."
diye devam eder ama Nail Bey, Giray Kırımlı'nın aksine dedesi aleyhine konuşur.
Giray Kırımlı bu duruma bozulur. Teşekkür eder ve Nail Koyunlu'ya kibarca kapıyı gösterir. Masasına döner telefonla sekreterine:
"Bana çabuk Ali Boran'ı bul" der. Kardeşi araya girer:
"Ali Boran mı? Ukalanın takozun allahı be o adam, Nail Koyunlu ile çalışmayacak mıyız?" diye çıkışır abisine.
Giray Kırımlı sert bir tonla kardeşine durumu özetler.
"Köle ruhlu adamlarla çalışmamam..."



Sanki bi'şey anlatmaya çalışıyor ama... Anlamadım!

Daha sağlıklı yaşam tarzı: Nevale

Bu haberi okumadan önce geçen ay yazdığım 'Nevale' başlıklı yazıya göz atmanızda fayda var.

Kısaca; İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü son sınıf öğrencisi Metin Kaplan yılların sefertasını çok daha modern görünümlü, her katı ayrı sıcaklığa ve zamana ayarlanabilen bir araç olarak tasarlamış, ismini de nevale koymuştu. Bu projesiyle; Electrolux 'ün 4 yıldır tüm dünyadaki üniversite son sınıf öğrencileri arasında düzenlediği Electrolux Uluslararası Tasarım Yarışması 'nda 9 öğrencinin arasına girerek finale kalmıştı.

Yorumlarda Maksude Kılınç gurur duyduğunu, Çağlayan İbiş ise birincisinin belli olduğunu belirtmişti. Tahmin ettiğiniz gibi, belli oldu...

Electrolux Design Lab 2006 tasarım yarışmasında finale kalan Kayseri Fen Lisesi 2003 mezunu Metin Kaplan, 28 Kasım'da Barselona'da yapılan finalde jüri tarafından birinciliğe layık görüldü. Metin 'i tebrik ediyorum ve başarılarının son sürat devam etmesini diliyorum.

Henrik Otto, head of Electrolux design, says about nevale ;
''The concept not only solves a problem, but it also promotes a healthier lifestyle"

Yarışmanın sonuçları, jüri raporu ve jüri ile ilgili ayrıntılı bilgi için:

http://www.electrolux.com/node35.aspx?id=1056442
http://www.electrolux.com/node23.aspx?folderid=20812&page=4&q


Nevale'nin fendi, fast food'u yendi sonunda...

Cumartesi, Aralık 02, 2006

Huzur



Saygıdeğer Bülent Şentay ustamıza
'bir tatlı huzur vermeye geldik'
kendi edebiyatımızdan. :)

Cuma, Aralık 01, 2006

Fazla söze gerek yok



Portekizli şair Fernando Pessoa'nın huzursuzluğu
anlattığı harika bir kitap. Tavsiye ederim.