Cuma, Nisan 20, 2007

:)




Salı, Nisan 17, 2007

Teklifimiz hala geçerli:)

Pazartesi, Nisan 16, 2007

Yorumsuz

Cannes Lions Uluslararası Reklam Festivali Türkiye temsilcisi Milliyet gazetesinin 2003’den beri her sene düzenlediği Basın ilanları Yarışması’nın 5’incisinde kazanan ilanlar belli oldu. Büyük Jüri’nin 44 ilan arasından seçtiği üçer ilandan oluşan iki kampanya ve bir ilan Cannes Lions’a Milliyet gazetesi tarafından gönderilmeye hak kazandı. Söz konusu ilanların yaratıcı ekiplerinden ikişer kişi de Cannes Lions´a Milliyet'in davetlisi olarak katılarak Festival'i yerinde izleyecek.

Büyük Jüri, 2007´de Cannes Lions´da Türkiye´yi temsil edecek olan basın kategorisi jüri üyesi ve aynı zamanda Medina Turgul DDB Yaratıcı Yönetmeni Kurtcebe Turgul´un başkanlığında bir araya gelerek Milliyet Basın İlanları Yarışması’nda kazanan ilanları oy birliği ile belirledi.

Yarışmayı kazanan ilanlar şöyle:
DDB&Co tarafından Dank! için hazırlanan “Elisabeth Taylor”, “Gabriel Batistuta” ve “Sharon Stone”
DDB&Co tarafından Ceres için hazırlanan “Elma”, “Domates” ve “Patlıcan”
Medina Turgul DDB tarafından Siemens için hazırlanan “Siemens Ankastre Serisi: Onun dışında her şey eski” başlıklı ilan.

2007 Milliyet Basın İlanları Yarışması Büyük Jürisi üyeleri şu isimlerden oluştu:
Kurtcebe Turgul - Medina Turgul DDB (Jüri Başkanı)
Ahmet Naci Fırat - Works Creative
Derya Tambay – Frög
Doğan Yarıcı - Güzel Sanatlar Saatchi & Saatchi
Engin Kafadar - Grey Worldwide
Haluk Erkmen - RPM Radar
Kamer Altınova – Tayfa
Ozan Varışlı - Alice BBDO
Tibet Sanlıman – Ogilvy
Ufuk Uslu – Rafineri
Vicky Habif – Milliyet

Haluk Mesci'den Notlar

'Çok yazarlı akıl defteri. Dertleşme köşesi. Paylaşma masası. Duyuru tahtası. Meslek odası. İmece grubu. Güç trafosu. Aktarma tablosu. Fikir deposu. Soru ambarı. Cevap silosu. Reklam Türkçesini kollama karakolu...' olarak tanımladığı Reklam Yazarlarının Ortak Defteri 'ni kurdu, ortaklar buldu, sevdi, sevdirdi ve bir gün defterden ayrılma kararı aldı.

Evet, Haluk Mesci 'den bahsediyorum...

Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof.Dr. M.Yaman Öztek 'in Reklam Yönetimi dersine bu hafta Haluk Mesci misafir olarak katıldı ve öğrencilere reklam sektöründeki deneyimlerini aktardı.

Yaman Hoca ünlü reklamcının hayatını kısaca anlattıktan sonra sözü alan Haluk Mesci; 'Hiçbir film fragmanından daha güzel olamaz.' diyerek sözlerine başladı.

Usta reklamcı otuz yıllık reklam hayatının birbirinden ilginç, kötü anılarla dolu olduğunu ve bunu kitap haline getirmeye çalıştığını söyledi.
Sohbet havasında geçen derste Mesci kendisine 'Tekrar hayata gelsem reklamcı olur muydum?' diye sordu. 'Olurdum ama ajans kurmazdım.' şeklinde yanıtladı.

Edip Cansever 'in tiyatroya çevrilen eseri Ben Ruhi Bey Nasılım? adlı şiirindeki hayat kadınının 'Ben o gün o adamla kendim istediğim için seviştim' sözlerini hatırlattı ve reklamcılığı, kendimiz istediğimiz için yapmamız gerektiğini vurguladı.

David Ogilvy 'nin ünlü sözünü hatırlattı: ‘Bir köpek sahibiysen, bırak köpek havlasın. Neden köpek yerine sen havlıyorsun?’

Katıldığı bir konferansta söylediği ‘Sakın reklamcı olmayın, marangoz olun; en azından somut, elle tutulur yararı olan şeyler üretirsiniz, kimse tartışamaz.’ sözlerini yineledi.

Bir yandan dev kampanyaların altına imza atıp bir yandan da el ilanları hazırlayan reklam yazarlarının yaptığı iş için 'çok güzel bir evde oturup, evi temizlemek gibi bir şey' benzetmesini yaptı.

Reklam yazmanın dünyada yapılabilecek en zevkli; ama ağır ve pasaklı bir iş, yetişkin bir insan oyunu olduğundan bahsetti.

Kırmızı Dergi ’nin son sayısındaki köşesini reklam yarışmalarına ayırdığını söyleyerek, üniversite öğrencilerine ‘Reklam yarış(tır)malarına katılmayın, reklamverenlere ve okullara da yarışmalarınızı kurmaca brifler üzerine yapın.’ mesajını verdi.

Medya planlama için ‘Matematik modele dayalı bir stratejik planlamadır.’ tanımını yaptı.

‘Bir John Ahmet defteri tutun, düşündüğünüz ve algıladığınız her şeyi ona not alın. Bir gün geriye dönüp baktığınızda değer biçemediğiniz bir dolu malzemeniz olduğunu göreceksiniz.’ diyerek noktayı koydu.


Cuma, Nisan 13, 2007

I’m a Bordello kinda guy!

Geçen sene Rock’n Coke Festivali’ne giden varsa hatırlayacaktır. Sahne önündeki kalabalıktan toz bulutlarının yükselmesine yol açan tek bir grup vardı; o da Gogol Bordello. Bilmem hangi Kustarica filminden fırlayıp gelmişler, tepeden tırnağa yüklü oldukları Balkan enerjisini üzerimize boca edip gitmişlerdi. Festivalin geri kalanı benim için anlamsızlaşmıştı resmen. İşte aynı çılgın çingeneleri bu sene de SuŞenlik getirmiş. Biletix'in sitesinde görür görmez atladım tabii. Ve tansiyonu yükselen cemaate haber etmeyi görev bildim:-) Sinir, stres ne varsa alacağını garanti ediyorum, sütlaç kıvamında döneceksiniz ajanslarınıza...

http://www.biletix.com/webbiletix/wtsEvent.do?eventCode=HSUA1

iyi enerji hep yanınızda olsun


Bu sayfaları son zamanlarda ziyaret eden herkesin ihtiyacı var...
Herkese sevgiler.

Çarşamba, Nisan 11, 2007

tıkla kazan...

http://www.dondurmatutkusu.com
Testi tamamlayın, anında sms ile migroslarda %50 Carte d'or indirim çeki kazanın...

İşte fırsatı kendi kendine yaratan bir pazarlama örneği; tıklıyorsun, beğenilerinle ilgili anket dolduruyorsun, kişisel bilgi akıtıyorsun, %50 indirimli ürün kazanıyorsun. Dondurma sevenler, dondurmayı satanlar, tıklama ya da SMS gönderi adedi üzerinden hesap tutanlar için gayet iyi bir yöntem.

Bana işlemedi, dondurma sevmem. Ama sevenlere bir ağız tatlılığı da benden olsun dedim...

İnanın benim hiçbir çıkarım yok:)

Cuma, Nisan 06, 2007

Elsa'nın Gözleri

öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
camın kırılan yerindeki maviliğini de
yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
gözlerin perumdur benim golkondum, hindistan'ım

kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
gördüm denizin üzerinde parlarken elsa'nın
gözleri elsa'nın gözleri elsa'nın gözleri.

Aragon

Perşembe, Nisan 05, 2007

Haber vermek için biraz geç oldu ama...

İstanbul Film Festivali'nde
Yeni Melek 19.00 seansına,

Guillermo Del Toro'nun LABİRENT'ine 1 biletim var.
Gitmek isteyen varsa, hediye edebilirim.

Sarı kart, kırmızı kart...

Akadaşlar…
Bu sitenin bir hakeme yöneticiye her neyse birine ihtiyacı var.
Belki birkaç kişiye…
Maçlarda olan ama hayatta olmayan şeyi burada başarabilir miyiz:
Hakem
Sarı ve kırmızı kart gösteren bir hakem.

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Peki kinlenmek güzel midir?

(Yorum olarak değil de yeni bir konu alarak açtığım için özür diliyorum ama buna hakkım olduğunu düşünüyorum!)

“ama benim yazdıklarım daha güzeldir mantığıyla kirletilmemiş olurdu”
Bir sloganı eleştiriyorsunuz, biri, Ayça, sloganı kirlettiğinizi söylüyor!

Bunlar bu cüreti nereden buluyorlar?

Yoksa biz mi verdik!

Gerçekten de hiçbir beyaz bunları durdurmaz!

Yazınıza teşekkür ederim Kağan İşmen. Ama Kramozof Kardeşler’de bir özür dileme sahnesi vardır. Şöyle: Adam haksız yere bir adamı düelloya davet eder... Sonra haksızlığını anlar... Bir gece geçer. Gider düelloya... Silah üzerine doğrulur. İlk olarak, hakaret ettiği adam ateş edecektir... Kurşun yanağını sıyırır. Sıra kendisindeyken silahını atar rakibinin ayaklarına ve özür diler... Nasıl yahu, derler, bunu şimdi mi söylüyorsunuz... Evet, der adamımız, önce silahın önünde durmam gerekiyordu...

Hakaretler herkesin önünde yapıldı yapılıyor. Gizli bir özür dilemeyi kabul etmemi beklemeyin benden…

Tabii ben özür de beklemiyorum artık, tek umudum Ali ve Ayça’nın susmaları ve üçüncü bir kişinin açık ya da gizli hakaret içeren bir metin daha yazmaması…

Can Yücel Metin bazen genç ve ukala bir reklam yazarı olduğunu söylüyor ama çok daha önemli bir şey daha söylüyor: Bunun farkında olduğunu ve bundan nefret ettiğini. 30’lu yaşlara gelmiş ve hala farkında olmayanlara, üstelik göğsünü gere gere ukalalığını densizliğe dönüştürerek Ortak Defter’e yazanlara bu bir ders oluyor mu…

O kadar pişmanım ki sloganı eleştirdiğime! Ben neden pişmanın bunu bir sorar mısınız kendinize…

Arkadaşlar farkında mısınız: Yavaş yavaş susturuluyoruz. Böyle hisseden başkaları yok mu? Ne kadar şevkle, zevkle, kendilerinden nasıl emin yazıyorlar saldırıyorlar. Ben emin olduğumu düşündüğüm eleştirimi yazarken bile çekindim. Kimseyi kırmayayım diye çekindim…

İşin ilginci, ben ustalardan çekinmedim. Bu gençlerden çekindim. Bir yerde ustalardan değil de gençlerden çekiniliyorsa…

Kirlenmek güzeldir

Bu yazdıklarımın Ali’yi şahsen tanıyor olmamla hiçbir ilgisi yok.

Bizim takıma junior yazar olarak geleceğini duyduğumda hayallerim gerçek oldu demiştim. Allahım, bana bugünleri de gösterdin ya, evdeki kedilerden birinin kulağını sana kurban olarak çekebilirim!

Sonra, daha gelemeden bile yanıbaşıma, “Abla, Barış Abi çağırıyor” dediğinde,
içim parçalanarak, yüzüne gülüp arkasından ağlayarak “Gitme kal! N’oooolur!” yerine “Bana sorarsan gitmelisin, onun yanında daha çok şey öğrenirsin” çıkıvermişti ağzımdan.

Hey gidi günler.

Ama bu yazdıklarımın çok sevdiğim Ali’nin avucumdan bir kuş olup uçmasıyla ilgisi yok.

Ahh, hazır yukarıda ucundan yakalayıp bırakmışken, bu yazının Ali’nin - bütün karşı çıkmalarıma rağmen - bana “Abla” diye hitap etmekte ısrarlı olacak kadar terbiyeli bir insan oluşuyla da ilgisi yok.

(Lanet olsun Ali, daha henüz 30 yaşındayım ve bütün taksicilerin “Hanımefendi, vallahi hiç göstermiyorsunuz, en fazla 25!” yalanına gülüp geçsem de, içten içe inanmaktayım.)

Evet, biliyorum terbiye dediğin öyle abla, abi demekle ölçülmez - ki az önce lanet dedim, kesin birilerine göre terbiyesizlik ettim - ama Ali, ölçülebilir zamanlardan kalma terbiye anlayışına sahip naif bir insandır. Peki bunun konumuzla bir alakası var mı? Yok.

Biricik Ali’cim, bak büyük yeminler ediyorum, vallahi billahi diyorum,
bu yazdıklarımın gerçekten seninle bir ilgisi yok.

İleride bir gün söz, senin hakkında da yazarım.
Ama sen şimdi üstteki bütün o paragrafları çıkar, buruştur, çöpe at.
Altta kalanları ben yine yazardım.

Bu yazdıklarım - nihayet! - kirlenmenin ne kadar güzel olduğuyla ilgili.

Kendileri şahsen, televizyonda ilk duyduğum anda içimdeki kıskançlık alevini yakan, ayılıp bayıldığım bir slogan. En büyük deterjan markalarımızdan biri kirlenmek güzeldir diyor, daha ne desin?

Çocuğum üstüne dökme, dikkatli ye, oraya oturma, yerdeki o çok eğlenceli çamur tabakasına şıpıdık şıpıdık basma, bu bayramlık seni daha dört gün idare edecek aman ha! azarlarıyla büyümüş bir nesli, o üzerine titrediğin çocuk var ya o çocuk, onu sal sokağa gülüp oynasın, eline ver boyayı çizip yaratsın, yerlerde yuvarlansın, ağaçlara tırmansın, çamura bulansın, kirlenmek güzeldir çünkü bir tek kirlenerek öğrenilir diyerek ters köşeye yatırıyor, yepyeni, parlak, daha önce hiçbirimizin aklına gelmemiş bir fikri ortaya atıyor.
Bir slogan daha ne yapsın?

Ne zaman duysam, bana, bir gün çocuğum olursa kesin onun üstünü başını Omo ile yıkarımdan ziyade, kirlenmek güzeldir, kesin onun da üstünü başını kirletmesine göz yumarım hissini yaşatıyor.
Yalnızca market rafından alacağımız ürün tercihlerimizi değil, aklımı fikrimi değiştiriyor. Bu canım, bu güzelim slogan daha ne yapsın?


İyi de, kirlenmek güzeldir yerine terlemek güzeldir demek daha mı anlaşılır olurdu? Bana sorarsanız, hayır. Kirli çamaşır, kirli sepeti gibi hali hazırda günlük hayatta kullandığımız terimler varken, “terli” kelimesi, kesinlikle aklıma geldiği anda hiç üstünde düşünmeye bile gerek duymadan eleyeceğim bir alternatif olurdu. Terlemek güzeldir? Öööö! Derhal bu konuyu “es” geçiyorum.


“Hiçbir beyaz bizi durduramaz” cümlesinde ise… Biz her beyazın önüne geçeriz. Hiçbir beyaz bizi durduramaz.” diyor adamlar/kadınlar (Buradan TBMM’ye selam!). Bir deterjan markasının bunu söylemesinden daha doğal ne olabilir? Bu derece basit ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar anlaşılır bir cümle nasıl olur da bu kadar yanlış noktalara çekilebilir?

Tabii aslında çekilir çekilmesine… Herkes sevip beğenmek zorunda değil.

Ama…
Arkadaşlar, ben böyleyken böyle düşünüyorum. Kimsecikleri de ikna edemiyorum. Acaba ben mi anlamıyorum yoksa benim gibi kuşkuları olan başkaları da var mı, bir yardımcı oluverin, gibisinden, gerçekten meraklı ve tartışmaya zemin hazırlayıcı bir üslupla yazılmış ve işte buldum hain köftelerin nerede yanlış yaptıklarını çok bilmişliğinden bir lokma arınmış olsa, eminim benim kadar, Ali ve şimdilik belki sessiz kalmayı tercih eden diğerleri tarafından da, aman canım zevkler ve renkler farklı diyerek okunur ve unutulurdu.

Böylece, - şahsen tanışıp konuşmak istediğim kadar harika bir yazar tarafından yazılmış, ajanstaki bütün karar mekanizması tarafından onaylanmış, müşteri tarafından büyük bir cesaretle, bu yolda devam denilmiş, üstüne bir de bütün bu kişiler tarafından tek bir filmi değil, bütün bir markayı sırtlayabilecek kadar büyük bir strateji olarak kabul edilmiş, hatta hiçbir beyaz bizi durduramaz filmiyle de devamı getirmiş, yapımında emeği geçenleri; yaşıtlarımsa gözlerinden, büyüklerimse ellerinden öptüğüm - “Kirlenmek güzeldir” sloganı,
“Ama benim yazdıklarım daha güzeldir” mantığıyla kirletilmemiş olurdu.


Bu vesileyle küçük notlar:

1. Sevgili Ortak Defter sakinleri, sizi her gün okuyorum, bilesiniz. :)
2. Sevgili Ortak Defter sakinleri, 6 saatlik uykumdan çalamadığım için yazamıyorum, bilesiniz. :(
3. Sevgili Ortak Defter sakinleri, az önce küçücük bir yalan söyledim. Aslında uykudan ziyade, ne yazacağımı bilemediğim için yazamıyorum. Ama okuduğunuz üzere üstesinden gelmek için de çabalıyorum. Mazur göresiniz.
4. Sevgili Ortak Defter sakinleri, Ali özür diler, dilemez. Beni ilgilendirmez, kendi bileceği iş. Kanımca karşısındaki ne kadar edepliyse o kadar edepli, ne kadar sivriyse o kadar sivri olmuş, ne kadar haddini bildiyse o kadar haddini bilmiştir. Tabii bütün bu kavramlar göreceli.

Ama kendisinden yana yakıla özür dilenmediği taktirde üyelikten istifa etmekle tehdit ettiği için, Ali’nin yazdığı sözde hakaretleri sadece kendisine değil, bütün bir camiaya mal ederek kendini Ortak Defter ismiyle bir tuttuğu için ve en çok da, aslında içten içe buradaki herkesin bir anda galeyana gelip Evet! Asalım! Keselim! Haddini bildirelim! Ali’ye ölüm! çığlıklarıyla ortalığı şenlendirmesini beklediği için, bence Ortak Defter tarihinde parmakla gösterilecek kişi Murat Sohtorik’tir.


Ortak Defter, Murat Sohtorik’in ondan beklediğinin aksine,
Ali’nin bu yazdıklarının densizlik olduğunu ve özür dilemesi gerektiğini düşünmez, düşünemez.

Çünkü Ortak Defter bir kişi değildir. Ortak Defter (sayı ile) 1 kişi hiç değildir.
Ortak Defter – az önce saydım - 71 kişidir.

Ve her birimiz, onlardan sadece biriyiz.
Asla diğer 70 kişiden daha değerli değiliz.

Daha da önemlisi, eleştiriler karşısında derhal bir mahkeme sahnesi yaratmadan ve diğer herkesin yargıçlığına ihtiyaç duymadan,
tek başımıza ayakta kalmayı başarabilmeliyiz.


Sevgiler, saygılar ve aslında bu Ortak Defter'e ilk yazışım olmasa da,
merhabalar! :)

Salı, Nisan 03, 2007

Tüm Yaratıcılara Selam Olsun


"Dünyada iki tür insan vardır: birincisi "yaratıcı", ikincisi "elden düşmeci".

"Elden düşmeci yapılanın üzerinden giderken, yaratıcı elden düşmecinin üzerinden gittiğini yaratır. Elden düşmeci başkalarına ihtiyaç duyarken, yaratıcı sadece kendine ihtiyaç duyar."

"Elden düşmeci, "toplum yararı için" deyip kendi egosunu yok sayarak sıradanlığı kabul ederken, yaratıcı her zaman kendi egosunu düşünür. Çünkü onun yaratılarından zaten toplum eninde sonunda yararlanıcaktır."

"Elden düşmeci için başkalarının düşünceleri, ödüller, onların ögvüleri önemliyken, yaratıcı için sadece kendi yapıtlarına biçtiği kendi değerleri önemlidir." diyordu mahkemede savunmasını yaparken mimar Howard Roark, Ayn Rand'ın 1943 yılında yayınlanan "Hayatın Kaynağı"nda...

Kahramanımız yani Howard Roark, kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarınu düşünerek çalıştığı için olur. Aynd Rand'a göre; rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

Ayn Rand'a göre;

"İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir.
Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır.
Kimsenin bir başkasının haklarına, güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur."

1 hafta önce, 4 hün boyunca hiç başından kalkmamış, uyumamış okumuştum Hayatın Kaynağı'nı heyecanla. Kitabı sindirmem gerekiyordu buraya yazmam için. Kitabı fazla anlatmayacağım sizlere. Çünkü hepinizin okumasını dilerim. Belki okuyanlarınız vardır ama okumayanlar için daha fazla yazmamam daha iyi olacak.

Bugün bana bu kitabı hatırlatan ve yazdıran başka bir şey oldu aslında. Bugün bir yerde, birisiyle hem de çok değerli birisiyle görüştüm. Yanına giderken aslında gitmemin ana sebebini unutmuş, onunla sadece sohbet etmek için gitmiştim. Çünkü kendisi bir yerde benden daha önce bulunmuştu ve o yerd ben O'nun yaptıklarını biliyordum. yanına gitmemin sebebi buydu. Ama O, bunları bilmiyordu tabii. Daha sonra açıklayacağım. Konuşmamızın bir yerinde bana söylediği bir söze karşılık az daha ağzımdan bütün kelimeler dökülecek, yanına aslında niçin geldiğimi anlatacak oldum ama son anda kendimi tuttum. Görüşmemizin ana sebebi dolayısıyla o konulara giremedim. Ama bir dahaki görüşmemize mutlaka anlatacağım sevgili abime... Kendisiyle ilk defa konuştuk bu arada.

İkimizin de gittiği aynı yerden konu açılacak olmuştu bir ara. Bana sen de mi oradaydın benim ünümü duymuşsundur belki, dedi. Ama evet abi, orada süküt altınmış, susup sadece çalışmak lazımdı. Gidenler yetenekliydi, sorguluyorlardı, yaptıkları işi kendileri için yapıyorlardı, senin de onlardan olduğunu biliyorum diyemedim! Orada sen de bir Howard Roark'tun, biliyordum. Gittiğimde anlamıştım oraya daha yeteneklilerin hep gidenler olduklarını, diyemedim E. A. abime! O'nun yanına gidişim de bu yüzdendi işte. O'nun da elden düşmecilerin yanından kaçan gerçek bir yaratıcı olmasıydı. Ama O'na bunları orada diyemedim işte. İkinci görüşmeye artık...

Kendisinin yazdıklarımı okuyacağını biliyorum.
Ne olursa olsun, görüşmemiz nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın onunla aramızda bir bağın olacağını, çok iyi dost olacağımızı biliyorum.

Buradaki ve dünyadaki bütün Howard Roark'lara selam çakıyorum buradan.
Peter Keating'leri ise kendi hallerine bırakın!
Kitabı okuyanlar Peter Keating'i biliyor, ne söylemek istediğimi anlıyorlar.
Okumayanlar da anlayacak tabii okuduktan sonra.

Hayatın Kaynağı, 1943 yılında yayımlandığında tüm yaratıcılara övgü olarak yayınlandığını söyleyeyim son söz olarak.

Ayn Rand, Hayatın Kaynağı, Plato Yayınları.

Ali'm Allah 2

Evet benim görebildiğim kadarıyla da Ortak Defter’de konuşmalar hakarete vardırılmamıştı…

Benim vermem gerekmeyen, reklamcılıkla ilgili cevapları zaten benim yerime veren arkadaşlar var, onlara teşekkür ederim…

Ama unutmayın, burada konu reklamcılık değil… Ali, giderek daha sıklıkta rastladığım genç ve ukala reklam yazarlarından sadece biridir benim gözümde, 40 yaşında bile olsa benim için böyledir… Reklamcılıkla ilgili değil genç ve ukala olmasıyla ilgili bir eğitime ihtiyacı vardır. Biz bu eğitimi de almıştık, şu anda verilmediğini görüyorum ve acı olan bu benim için, yoksa parmakla gösterilmek zor bir şey değildir, işte Ortak Defter tarihinde Ali parmakla gösteriliyor!

Diğerlerini önemsemiyoruz diyelim, ama bana söylenmiş iki ağır laf var
1. Edepli ol.
2. Haddini bil.

Ortak Defter, Ali’nin bu yazdıklarının densizlik olduğunu ve özür dilemesi gerektiğini düşünmüyorsa… demek ki üyeliğimi silmem gerekiyor…

Reklam Yazarlığı'nda 35 yaş bunalımı

Hayır yazmayayım diyorum. Hayır, tut kendini diyorum. Ama bu kadar da arka arkaya damarıma basılınca, daha doğrusu gündemime müdahil olunca dayanamıyorum.
Bizim reklam yazarlığı futbolculuk gibi.
35 yaşına kadar... Ne yaptıysan 35'e kadar... 35'ten sonra sana futbolcu eskisi muamelesi yapılıyor. Ondan sonra ya futbolu bırakıp antrenörlüğe soyunman gerekiyor Bülent Korkmaz, Rıza Çalımbay ya da Ziya Doğan gibi... Ya da inat edip top oynamak için ısrar etmen gerekiyor, Ergün Penbe, Hakan Şükür gibi... Sonra en küçük bir form düşüklüğünde "yaşlandı artık bu" diye eleştirilmeye veya biraz sesini yükselttiğinde ise "yaşlı futbolcunun çenesine vuruyor" diye dalga geçilmeye başlanıyorsun.

İçimizden kaçı antrenör olarak takımlarda kendine yer buluyor bilinmez... Ama Saffet Sancaklı gibi gidip kulüp satın alacak kadar parası olan da pek çıkmıyor!!! Çenesine vuranlar da Hakan Ünsal gibi TV programlarında boş boş konuşuyor :)

Reklam Yazarlığı'nda 35 yaş bunalımı üzerine söylenecek daha çok söz olduğunu ve bu konunun tartışılmaya değer olduğunu düşünüyorum.

Pazartesi, Nisan 02, 2007

Yaratıcı ekibe söylenmeyecek 20 şey

Ali'm Allah

Ortak Defter’e kimliğini gizleyerek yazmaya bir engel yok mu?
“Kirlenmek gerçekten güzel midir?” yazıma cevap veren Ali bunu yapabildiğine göre demek ki yok.
Peki kimliğini gizleyerek hakaretler eden insanlara karşı bir yaptırım yok mu?

Çarşamba gününe kadar bekleyeceğim.
Bu Ali olayıyla ilgili bakalım neler olacak.
İlla kaydolmak istiyorsa adıyla sanıyla kaydolsun.
Yazabilmek içinse haddini bilmesi ve benden özür dilemesini gerekli görüyorum.
Adıyla kaydolmayıp terbiyesizlik yaptığı ve hakaretler ettiği için özür, yoksa yazdıklarının içeriği için değil, haddini bilmediğini kanıtlayacak kadar yazarlığım var benim. (Tabii ki Yazarlıktan söz ediyorum… Yazar dediğinizde bu edebiyat ya da felsefe yazarı demektir. Reklam Yazarı demek istiyorsanız Reklam Yazarı demelisiniz. Ayrıca öyle göğsünü gere gere edebi yazmaktan söz edilmemeli, reklam yazarının edebiyat yapması kadar sakıncalı bir şey yoktur. Ve kastedilen edebiyat yazarlığı ise “mesleğine ne katmış, hangi işi parmakla gösterilmiş” türü söyleyişler edebiyat yazarlarına asla yakışmaz, ancak Ali’nin de dile getirdiği yazarkasalara yakışır… Kafka mesleğine ne kattı, hangi işi parmakla gösterildi!!! Komik di mi…)