Tüm Yaratıcılara Selam Olsun
"Dünyada iki tür insan vardır: birincisi "yaratıcı", ikincisi "elden düşmeci".
"Elden düşmeci yapılanın üzerinden giderken, yaratıcı elden düşmecinin üzerinden gittiğini yaratır. Elden düşmeci başkalarına ihtiyaç duyarken, yaratıcı sadece kendine ihtiyaç duyar."
"Elden düşmeci, "toplum yararı için" deyip kendi egosunu yok sayarak sıradanlığı kabul ederken, yaratıcı her zaman kendi egosunu düşünür. Çünkü onun yaratılarından zaten toplum eninde sonunda yararlanıcaktır."
"Elden düşmeci için başkalarının düşünceleri, ödüller, onların ögvüleri önemliyken, yaratıcı için sadece kendi yapıtlarına biçtiği kendi değerleri önemlidir." diyordu mahkemede savunmasını yaparken mimar Howard Roark, Ayn Rand'ın 1943 yılında yayınlanan "Hayatın Kaynağı"nda...
Kahramanımız yani Howard Roark, kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarınu düşünerek çalıştığı için olur. Aynd Rand'a göre; rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.
Ayn Rand'a göre;
"İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir.
Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır.
Kimsenin bir başkasının haklarına, güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur."
1 hafta önce, 4 hün boyunca hiç başından kalkmamış, uyumamış okumuştum Hayatın Kaynağı'nı heyecanla. Kitabı sindirmem gerekiyordu buraya yazmam için. Kitabı fazla anlatmayacağım sizlere. Çünkü hepinizin okumasını dilerim. Belki okuyanlarınız vardır ama okumayanlar için daha fazla yazmamam daha iyi olacak.
Bugün bana bu kitabı hatırlatan ve yazdıran başka bir şey oldu aslında. Bugün bir yerde, birisiyle hem de çok değerli birisiyle görüştüm. Yanına giderken aslında gitmemin ana sebebini unutmuş, onunla sadece sohbet etmek için gitmiştim. Çünkü kendisi bir yerde benden daha önce bulunmuştu ve o yerd ben O'nun yaptıklarını biliyordum. yanına gitmemin sebebi buydu. Ama O, bunları bilmiyordu tabii. Daha sonra açıklayacağım. Konuşmamızın bir yerinde bana söylediği bir söze karşılık az daha ağzımdan bütün kelimeler dökülecek, yanına aslında niçin geldiğimi anlatacak oldum ama son anda kendimi tuttum. Görüşmemizin ana sebebi dolayısıyla o konulara giremedim. Ama bir dahaki görüşmemize mutlaka anlatacağım sevgili abime... Kendisiyle ilk defa konuştuk bu arada.
İkimizin de gittiği aynı yerden konu açılacak olmuştu bir ara. Bana sen de mi oradaydın benim ünümü duymuşsundur belki, dedi. Ama evet abi, orada süküt altınmış, susup sadece çalışmak lazımdı. Gidenler yetenekliydi, sorguluyorlardı, yaptıkları işi kendileri için yapıyorlardı, senin de onlardan olduğunu biliyorum diyemedim! Orada sen de bir Howard Roark'tun, biliyordum. Gittiğimde anlamıştım oraya daha yeteneklilerin hep gidenler olduklarını, diyemedim E. A. abime! O'nun yanına gidişim de bu yüzdendi işte. O'nun da elden düşmecilerin yanından kaçan gerçek bir yaratıcı olmasıydı. Ama O'na bunları orada diyemedim işte. İkinci görüşmeye artık...
Kendisinin yazdıklarımı okuyacağını biliyorum.
Ne olursa olsun, görüşmemiz nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın onunla aramızda bir bağın olacağını, çok iyi dost olacağımızı biliyorum.
Buradaki ve dünyadaki bütün Howard Roark'lara selam çakıyorum buradan.
Peter Keating'leri ise kendi hallerine bırakın!
Kitabı okuyanlar Peter Keating'i biliyor, ne söylemek istediğimi anlıyorlar.
Okumayanlar da anlayacak tabii okuduktan sonra.
Hayatın Kaynağı, 1943 yılında yayımlandığında tüm yaratıcılara övgü olarak yayınlandığını söyleyeyim son söz olarak.
Ayn Rand, Hayatın Kaynağı, Plato Yayınları.
6 Comments:
Sevgili Çağlayan,
Wynand'leri es geçmişsin, olmamış. Rand'ın deyimiyle "the man who could be" olanlardan söz ediyorum. Ben onları da çok seviyorum, bilgin olsun.
Eğer sen altınsan, üstüne eşek de pislese altınsındır. Çocuğun eline altın versen ne yapacağını bilmez, ancak oynar. Ama senin eninde sonunda gideceğin yer ya kuyumcunun dükkanıdır ya da sevgilinin o güzelim boynu... O yüzden "diğerleri" seni pek ilgilendirmesin. Sen parlamana bak, ama ne övün, ne de "oldum" de. Kitabı henüz okumadım, ama ben de selam çakıyorum "sahici" insanlara.
Ayn Rand'ın bu kitabında beni en çok etkileyen, ki bence en iyi kitabıdır...
Önce şunu söyleyeyim... Ben kendimi idealist sanırdım... Roark'tan sonra susuyorum:))
İnsan aşk konusunda da böyle davranabilir mi!! Sevdiğini başkasına gönderebilen bir aşk... Ama açıklayamadım tabii, okumak gerek...
Beni en çok etkileyen çağımızı da saptadığı görüştü. 1950 yılında saptamıştı hem de...
Bir sanat eserini asla küçümsemeyin, o bir sanat eseri değildir, değersizdir demeyin. En cahil insan bile o sanat eserini savunur... öyle bellemiştir çünkü... Ama o eserin yanına saçma bir eser koyun, bu da sanat eseridir diyin... Bir sanat eserine saldırmayın, sanat eseri kavramına saldırın! İnsanların kafasındaki sanat eseri kavramını yok edin.
Çok iyi.
Ve gerçekleştirilmiş durumda şu anda!!
Wynand'ları, herkesin yapmak isteyip de harekete geçmememlerine karşın, onların çalışmaları ve başkalarının hayallerini gerçekleştirmeleri nasıl unutulur. Ama unuttuk işte. Wynandları düşünce bakımdan değil, ama çalışkanlıkları, hırsları bakımından ben de seviyorum. Hatırlattığın için teşekkürler Can Yüce. :)
Ve kuyumculara da bir selam çakmak lazım, alın teriyle değil sadece, akıl teri de döken "sahici" ustalarımızın olduğu o güzel kuyumcu dükkanlarına... Zaten "elden düşmecilerin" başına gelen her şey "oldum" demeleri ve "övünmeleriymiş" aynı zamanda...
Roark'ın idealistliğliğine bir sözüm yok ama ustalarımızın da idealistlikleri, hayal güçleri olmasa bizler burada olamazdık ki. :)
O zaman yapılan tespitlerin en çarpıcılarından bir başkası da, "çoğunlukları yönlendirmek için onları övün" ki, sadece yaptıklarıyla kalabilsinler böylece onları kolayca yönlendirebilelim"di. çok etkilenmiştim ben de bu acımasız silah karşısında...
Sevgili Can Yücel Metin,
İkinci isminin son harfi kalvyeyi hızlı kullanmaya çalışırken aradan kaçmış, özür dilerim.
Özür ne kelime, sana teşekkür etmeliyim. Bilinçli yazdığını düşünmüştüm ama böylesi daha güzel oldu. "Can Yüce" çok hoşuma gitti, akılda kalıcı, jenerik. Belki de adımı değiştirmeliyim ne dersin? Hakiki Can Yücel dururken, dünyanın çakma bir Can Yücel'e ihtiyacı yok zaten.
Sevgiler.
Can Yüce:)
Yorum Gönder
<< Home