Kirlenmek güzeldir
Bu yazdıklarımın Ali’yi şahsen tanıyor olmamla hiçbir ilgisi yok.
Bizim takıma junior yazar olarak geleceğini duyduğumda hayallerim gerçek oldu demiştim. Allahım, bana bugünleri de gösterdin ya, evdeki kedilerden birinin kulağını sana kurban olarak çekebilirim!
Sonra, daha gelemeden bile yanıbaşıma, “Abla, Barış Abi çağırıyor” dediğinde,
içim parçalanarak, yüzüne gülüp arkasından ağlayarak “Gitme kal! N’oooolur!” yerine “Bana sorarsan gitmelisin, onun yanında daha çok şey öğrenirsin” çıkıvermişti ağzımdan.
Hey gidi günler.
Ama bu yazdıklarımın çok sevdiğim Ali’nin avucumdan bir kuş olup uçmasıyla ilgisi yok.
Ahh, hazır yukarıda ucundan yakalayıp bırakmışken, bu yazının Ali’nin - bütün karşı çıkmalarıma rağmen - bana “Abla” diye hitap etmekte ısrarlı olacak kadar terbiyeli bir insan oluşuyla da ilgisi yok.
(Lanet olsun Ali, daha henüz 30 yaşındayım ve bütün taksicilerin “Hanımefendi, vallahi hiç göstermiyorsunuz, en fazla 25!” yalanına gülüp geçsem de, içten içe inanmaktayım.)
Evet, biliyorum terbiye dediğin öyle abla, abi demekle ölçülmez - ki az önce lanet dedim, kesin birilerine göre terbiyesizlik ettim - ama Ali, ölçülebilir zamanlardan kalma terbiye anlayışına sahip naif bir insandır. Peki bunun konumuzla bir alakası var mı? Yok.
Biricik Ali’cim, bak büyük yeminler ediyorum, vallahi billahi diyorum,
bu yazdıklarımın gerçekten seninle bir ilgisi yok.
İleride bir gün söz, senin hakkında da yazarım.
Ama sen şimdi üstteki bütün o paragrafları çıkar, buruştur, çöpe at.
Altta kalanları ben yine yazardım.
Bu yazdıklarım - nihayet! - kirlenmenin ne kadar güzel olduğuyla ilgili.
Kendileri şahsen, televizyonda ilk duyduğum anda içimdeki kıskançlık alevini yakan, ayılıp bayıldığım bir slogan. En büyük deterjan markalarımızdan biri kirlenmek güzeldir diyor, daha ne desin?
Çocuğum üstüne dökme, dikkatli ye, oraya oturma, yerdeki o çok eğlenceli çamur tabakasına şıpıdık şıpıdık basma, bu bayramlık seni daha dört gün idare edecek aman ha! azarlarıyla büyümüş bir nesli, o üzerine titrediğin çocuk var ya o çocuk, onu sal sokağa gülüp oynasın, eline ver boyayı çizip yaratsın, yerlerde yuvarlansın, ağaçlara tırmansın, çamura bulansın, kirlenmek güzeldir çünkü bir tek kirlenerek öğrenilir diyerek ters köşeye yatırıyor, yepyeni, parlak, daha önce hiçbirimizin aklına gelmemiş bir fikri ortaya atıyor.
Bir slogan daha ne yapsın?
Ne zaman duysam, bana, bir gün çocuğum olursa kesin onun üstünü başını Omo ile yıkarımdan ziyade, kirlenmek güzeldir, kesin onun da üstünü başını kirletmesine göz yumarım hissini yaşatıyor.
Yalnızca market rafından alacağımız ürün tercihlerimizi değil, aklımı fikrimi değiştiriyor. Bu canım, bu güzelim slogan daha ne yapsın?
İyi de, kirlenmek güzeldir yerine terlemek güzeldir demek daha mı anlaşılır olurdu? Bana sorarsanız, hayır. Kirli çamaşır, kirli sepeti gibi hali hazırda günlük hayatta kullandığımız terimler varken, “terli” kelimesi, kesinlikle aklıma geldiği anda hiç üstünde düşünmeye bile gerek duymadan eleyeceğim bir alternatif olurdu. Terlemek güzeldir? Öööö! Derhal bu konuyu “es” geçiyorum.
“Hiçbir beyaz bizi durduramaz” cümlesinde ise… Biz her beyazın önüne geçeriz. Hiçbir beyaz bizi durduramaz.” diyor adamlar/kadınlar (Buradan TBMM’ye selam!). Bir deterjan markasının bunu söylemesinden daha doğal ne olabilir? Bu derece basit ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar anlaşılır bir cümle nasıl olur da bu kadar yanlış noktalara çekilebilir?
Tabii aslında çekilir çekilmesine… Herkes sevip beğenmek zorunda değil.
Ama…
Arkadaşlar, ben böyleyken böyle düşünüyorum. Kimsecikleri de ikna edemiyorum. Acaba ben mi anlamıyorum yoksa benim gibi kuşkuları olan başkaları da var mı, bir yardımcı oluverin, gibisinden, gerçekten meraklı ve tartışmaya zemin hazırlayıcı bir üslupla yazılmış ve işte buldum hain köftelerin nerede yanlış yaptıklarını çok bilmişliğinden bir lokma arınmış olsa, eminim benim kadar, Ali ve şimdilik belki sessiz kalmayı tercih eden diğerleri tarafından da, aman canım zevkler ve renkler farklı diyerek okunur ve unutulurdu.
Böylece, - şahsen tanışıp konuşmak istediğim kadar harika bir yazar tarafından yazılmış, ajanstaki bütün karar mekanizması tarafından onaylanmış, müşteri tarafından büyük bir cesaretle, bu yolda devam denilmiş, üstüne bir de bütün bu kişiler tarafından tek bir filmi değil, bütün bir markayı sırtlayabilecek kadar büyük bir strateji olarak kabul edilmiş, hatta hiçbir beyaz bizi durduramaz filmiyle de devamı getirmiş, yapımında emeği geçenleri; yaşıtlarımsa gözlerinden, büyüklerimse ellerinden öptüğüm - “Kirlenmek güzeldir” sloganı,
“Ama benim yazdıklarım daha güzeldir” mantığıyla kirletilmemiş olurdu.
Bu vesileyle küçük notlar:
1. Sevgili Ortak Defter sakinleri, sizi her gün okuyorum, bilesiniz. :)
2. Sevgili Ortak Defter sakinleri, 6 saatlik uykumdan çalamadığım için yazamıyorum, bilesiniz. :(
3. Sevgili Ortak Defter sakinleri, az önce küçücük bir yalan söyledim. Aslında uykudan ziyade, ne yazacağımı bilemediğim için yazamıyorum. Ama okuduğunuz üzere üstesinden gelmek için de çabalıyorum. Mazur göresiniz.
4. Sevgili Ortak Defter sakinleri, Ali özür diler, dilemez. Beni ilgilendirmez, kendi bileceği iş. Kanımca karşısındaki ne kadar edepliyse o kadar edepli, ne kadar sivriyse o kadar sivri olmuş, ne kadar haddini bildiyse o kadar haddini bilmiştir. Tabii bütün bu kavramlar göreceli.
Ama kendisinden yana yakıla özür dilenmediği taktirde üyelikten istifa etmekle tehdit ettiği için, Ali’nin yazdığı sözde hakaretleri sadece kendisine değil, bütün bir camiaya mal ederek kendini Ortak Defter ismiyle bir tuttuğu için ve en çok da, aslında içten içe buradaki herkesin bir anda galeyana gelip Evet! Asalım! Keselim! Haddini bildirelim! Ali’ye ölüm! çığlıklarıyla ortalığı şenlendirmesini beklediği için, bence Ortak Defter tarihinde parmakla gösterilecek kişi Murat Sohtorik’tir.
Ortak Defter, Murat Sohtorik’in ondan beklediğinin aksine,
Ali’nin bu yazdıklarının densizlik olduğunu ve özür dilemesi gerektiğini düşünmez, düşünemez.
Çünkü Ortak Defter bir kişi değildir. Ortak Defter (sayı ile) 1 kişi hiç değildir.
Ortak Defter – az önce saydım - 71 kişidir.
Ve her birimiz, onlardan sadece biriyiz.
Asla diğer 70 kişiden daha değerli değiliz.
Daha da önemlisi, eleştiriler karşısında derhal bir mahkeme sahnesi yaratmadan ve diğer herkesin yargıçlığına ihtiyaç duymadan,
tek başımıza ayakta kalmayı başarabilmeliyiz.
Sevgiler, saygılar ve aslında bu Ortak Defter'e ilk yazışım olmasa da,
merhabalar! :)
Bizim takıma junior yazar olarak geleceğini duyduğumda hayallerim gerçek oldu demiştim. Allahım, bana bugünleri de gösterdin ya, evdeki kedilerden birinin kulağını sana kurban olarak çekebilirim!
Sonra, daha gelemeden bile yanıbaşıma, “Abla, Barış Abi çağırıyor” dediğinde,
içim parçalanarak, yüzüne gülüp arkasından ağlayarak “Gitme kal! N’oooolur!” yerine “Bana sorarsan gitmelisin, onun yanında daha çok şey öğrenirsin” çıkıvermişti ağzımdan.
Hey gidi günler.
Ama bu yazdıklarımın çok sevdiğim Ali’nin avucumdan bir kuş olup uçmasıyla ilgisi yok.
Ahh, hazır yukarıda ucundan yakalayıp bırakmışken, bu yazının Ali’nin - bütün karşı çıkmalarıma rağmen - bana “Abla” diye hitap etmekte ısrarlı olacak kadar terbiyeli bir insan oluşuyla da ilgisi yok.
(Lanet olsun Ali, daha henüz 30 yaşındayım ve bütün taksicilerin “Hanımefendi, vallahi hiç göstermiyorsunuz, en fazla 25!” yalanına gülüp geçsem de, içten içe inanmaktayım.)
Evet, biliyorum terbiye dediğin öyle abla, abi demekle ölçülmez - ki az önce lanet dedim, kesin birilerine göre terbiyesizlik ettim - ama Ali, ölçülebilir zamanlardan kalma terbiye anlayışına sahip naif bir insandır. Peki bunun konumuzla bir alakası var mı? Yok.
Biricik Ali’cim, bak büyük yeminler ediyorum, vallahi billahi diyorum,
bu yazdıklarımın gerçekten seninle bir ilgisi yok.
İleride bir gün söz, senin hakkında da yazarım.
Ama sen şimdi üstteki bütün o paragrafları çıkar, buruştur, çöpe at.
Altta kalanları ben yine yazardım.
Bu yazdıklarım - nihayet! - kirlenmenin ne kadar güzel olduğuyla ilgili.
Kendileri şahsen, televizyonda ilk duyduğum anda içimdeki kıskançlık alevini yakan, ayılıp bayıldığım bir slogan. En büyük deterjan markalarımızdan biri kirlenmek güzeldir diyor, daha ne desin?
Çocuğum üstüne dökme, dikkatli ye, oraya oturma, yerdeki o çok eğlenceli çamur tabakasına şıpıdık şıpıdık basma, bu bayramlık seni daha dört gün idare edecek aman ha! azarlarıyla büyümüş bir nesli, o üzerine titrediğin çocuk var ya o çocuk, onu sal sokağa gülüp oynasın, eline ver boyayı çizip yaratsın, yerlerde yuvarlansın, ağaçlara tırmansın, çamura bulansın, kirlenmek güzeldir çünkü bir tek kirlenerek öğrenilir diyerek ters köşeye yatırıyor, yepyeni, parlak, daha önce hiçbirimizin aklına gelmemiş bir fikri ortaya atıyor.
Bir slogan daha ne yapsın?
Ne zaman duysam, bana, bir gün çocuğum olursa kesin onun üstünü başını Omo ile yıkarımdan ziyade, kirlenmek güzeldir, kesin onun da üstünü başını kirletmesine göz yumarım hissini yaşatıyor.
Yalnızca market rafından alacağımız ürün tercihlerimizi değil, aklımı fikrimi değiştiriyor. Bu canım, bu güzelim slogan daha ne yapsın?
İyi de, kirlenmek güzeldir yerine terlemek güzeldir demek daha mı anlaşılır olurdu? Bana sorarsanız, hayır. Kirli çamaşır, kirli sepeti gibi hali hazırda günlük hayatta kullandığımız terimler varken, “terli” kelimesi, kesinlikle aklıma geldiği anda hiç üstünde düşünmeye bile gerek duymadan eleyeceğim bir alternatif olurdu. Terlemek güzeldir? Öööö! Derhal bu konuyu “es” geçiyorum.
“Hiçbir beyaz bizi durduramaz” cümlesinde ise… Biz her beyazın önüne geçeriz. Hiçbir beyaz bizi durduramaz.” diyor adamlar/kadınlar (Buradan TBMM’ye selam!). Bir deterjan markasının bunu söylemesinden daha doğal ne olabilir? Bu derece basit ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar anlaşılır bir cümle nasıl olur da bu kadar yanlış noktalara çekilebilir?
Tabii aslında çekilir çekilmesine… Herkes sevip beğenmek zorunda değil.
Ama…
Arkadaşlar, ben böyleyken böyle düşünüyorum. Kimsecikleri de ikna edemiyorum. Acaba ben mi anlamıyorum yoksa benim gibi kuşkuları olan başkaları da var mı, bir yardımcı oluverin, gibisinden, gerçekten meraklı ve tartışmaya zemin hazırlayıcı bir üslupla yazılmış ve işte buldum hain köftelerin nerede yanlış yaptıklarını çok bilmişliğinden bir lokma arınmış olsa, eminim benim kadar, Ali ve şimdilik belki sessiz kalmayı tercih eden diğerleri tarafından da, aman canım zevkler ve renkler farklı diyerek okunur ve unutulurdu.
Böylece, - şahsen tanışıp konuşmak istediğim kadar harika bir yazar tarafından yazılmış, ajanstaki bütün karar mekanizması tarafından onaylanmış, müşteri tarafından büyük bir cesaretle, bu yolda devam denilmiş, üstüne bir de bütün bu kişiler tarafından tek bir filmi değil, bütün bir markayı sırtlayabilecek kadar büyük bir strateji olarak kabul edilmiş, hatta hiçbir beyaz bizi durduramaz filmiyle de devamı getirmiş, yapımında emeği geçenleri; yaşıtlarımsa gözlerinden, büyüklerimse ellerinden öptüğüm - “Kirlenmek güzeldir” sloganı,
“Ama benim yazdıklarım daha güzeldir” mantığıyla kirletilmemiş olurdu.
Bu vesileyle küçük notlar:
1. Sevgili Ortak Defter sakinleri, sizi her gün okuyorum, bilesiniz. :)
2. Sevgili Ortak Defter sakinleri, 6 saatlik uykumdan çalamadığım için yazamıyorum, bilesiniz. :(
3. Sevgili Ortak Defter sakinleri, az önce küçücük bir yalan söyledim. Aslında uykudan ziyade, ne yazacağımı bilemediğim için yazamıyorum. Ama okuduğunuz üzere üstesinden gelmek için de çabalıyorum. Mazur göresiniz.
4. Sevgili Ortak Defter sakinleri, Ali özür diler, dilemez. Beni ilgilendirmez, kendi bileceği iş. Kanımca karşısındaki ne kadar edepliyse o kadar edepli, ne kadar sivriyse o kadar sivri olmuş, ne kadar haddini bildiyse o kadar haddini bilmiştir. Tabii bütün bu kavramlar göreceli.
Ama kendisinden yana yakıla özür dilenmediği taktirde üyelikten istifa etmekle tehdit ettiği için, Ali’nin yazdığı sözde hakaretleri sadece kendisine değil, bütün bir camiaya mal ederek kendini Ortak Defter ismiyle bir tuttuğu için ve en çok da, aslında içten içe buradaki herkesin bir anda galeyana gelip Evet! Asalım! Keselim! Haddini bildirelim! Ali’ye ölüm! çığlıklarıyla ortalığı şenlendirmesini beklediği için, bence Ortak Defter tarihinde parmakla gösterilecek kişi Murat Sohtorik’tir.
Ortak Defter, Murat Sohtorik’in ondan beklediğinin aksine,
Ali’nin bu yazdıklarının densizlik olduğunu ve özür dilemesi gerektiğini düşünmez, düşünemez.
Çünkü Ortak Defter bir kişi değildir. Ortak Defter (sayı ile) 1 kişi hiç değildir.
Ortak Defter – az önce saydım - 71 kişidir.
Ve her birimiz, onlardan sadece biriyiz.
Asla diğer 70 kişiden daha değerli değiliz.
Daha da önemlisi, eleştiriler karşısında derhal bir mahkeme sahnesi yaratmadan ve diğer herkesin yargıçlığına ihtiyaç duymadan,
tek başımıza ayakta kalmayı başarabilmeliyiz.
Sevgiler, saygılar ve aslında bu Ortak Defter'e ilk yazışım olmasa da,
merhabalar! :)
6 Comments:
"Barış istiyorsanız, savaşa hazırlanın."
Atasözüymüş. Geçenlerde izlediğim bir filmde rastladım. Heyecanlandım, hoşuma gitti, hayatım gözümün önünden geçti.
Murat Sohtorik'in ilk yazısını keyifle okudum. Kirlenmek güzelse eleştirmek niye güzel olmasın.
Yaşıtım olduğunu tahmin ettiğim Ali Algür'ün yazısını heyecanla okudum. Eleştiriye karşı eleştiri.
Sıkıntılı bir durum var ortada. Normal şartlar altında, bir başkası olarak burnumu asla sokmamam gereken bir olay. Ama olay gözümün önünde cereyan ettiği için hepinizin affına sığınarak iki satır ahkam kesmeliyim.
Murat Sohtorik'in bahsettiği genç ve ukala reklam yazarları var ya, onlar gerçekten varlar. Ben de bazen onlardan birisi oluyorum ve bundan nefret ediyorum. Ama en azından deneyimli ve ukala olmaktan iyidir diye düşünüyorum. Onun geri dönüşü pek olmuyor zira.
Ali Algür'ün üslubunda kötü niyet aramak ne kadar doğru bilemem ama kanımca en yapıcı eleştiriyi getiren sevgili Kağan İşmen'in de söylediği gibi seni seviyorum demenin bile yüzlerce yolu var.
Murat Sohtorik'in defterdeki imzasını sorgulamasına ve çekilmeyi düşünmesine gerek var mıdır? Daha kendisinden öğreneceğimiz çok şey yok mudur?
En ufak bir gerginlikte rest çekeceksek eğer nerede kaldı defterin ortaklığı?
Bu yaşanan bir savaş değil elbet, ama sonuca ulaşmak için görüş ayrılıkları yaşanması kadar doğal bir süreç olamaz. Usta tüfekler affedici olgunluğa, genç silahşörler de aşılmaması gereken çizgileri bilecek akla sahip olduğu sürece yaşasın gerginlik!
Her sayfası aynı olduktan sonra, kim inanır bu deftere 70 küsür kişinin yazdığına?
Birkaç gündür yazılanları okuyorum. Konunun bu kadar uzamasına çok üzüldüm. Bir zamanlar üyesi olduğum çeşitli forumlar geldi aklıma. Orada da üyeler arasında tartışmalar yaşanırdı ve forumdan istifalarla bu tartışmalar son bulurdu. Birileri hep taraf tutmak zorunda kalırdı. Sonrasında da forumların o eski güzel günleri sönüp giderdi...
Forumlardan sonra defterimizi düşündüm. Geçen birkaç ay içerisinde de bazı usta kalemlerimizin defterimizden ayrılışları geldi aklıma... Yine birileri gidecek diye aynı sıkıntıyı hissettim. Tartışma konusuna neden olan her iki tarafı da şahsen tanımıyorum ancak üslup sertliği sadece birbirlerine değil, onları okuyan bizlere de zarar veriyor. Daha sağduyulu olmalarını bekliyorum...
Fikirler eleştirilebilir, beğenilmeyebilir ancak tüm bu fikirler saygı çerçevesinde dile getirilmelidir. Kimseye hayat dersi vermek gibi bir görevimiz yok! Ne Ali’ye zorla özür diletebiliriz, ne de Murat Bey’e ‘boş verin, aldırmayın’ diyebiliriz...
Her iki taraf da bu sorunu özel e-postaları ile çözmek zorundadır. Bu defterin hem Murat Bey’in güzel kalemine hem de Ali arkadaşımızın heyecanına ihtiyacı var.
Fikirlerin savaşını bireylerin savaşına dönüştürmeyelim...
Hangi yazının altına yorum yazacağımı bilemedim. Konu ile ilgili en son yazının altına yorum yazmak bana sanki daha uygun gibi geldi. Çünkü amacım artık yeter demek. İlgilenenlerin hoşgörüsüne sığınıyorum.
Toparlasak mı artık?
Hoşgeldin Ali, geldin ama rüzgarlı geldin!
Murat'ın sözünü ettiği slogan hakkındaki endişelerini ben de yaşamıştım. Çünkü bende "üstünü başını bol bol kirlet de habire beni al, satışım çok olsun" hissini yoğun olarak uyandırmıştı. Ama slogana tek başına baktığımda, Ayça'nın da sözünü ettiği özgürlük duygusunu, kirlenmekten korkmamak hissini yaşatmıştı. Ardında nelerin olduğunu bir yana bırakırsak, bizim algıladığımız kelimelerle, sonuç olarak ne söylendiği önemlidir kuşkusuz. Kimin, neyi, nasıl algıladığı da ayrı bir konu... Burası yazarların ortak defteri, dolayısıyla kelimeler üzerinde yorum yapma hakkımız var.
Ama üsluba dikkat! Murat'a yazdığın yorumdaki üslubun sertti Ali, en azından bir kez daha, yabancılaşarak okumanı dilerim. Bana böyle bir üslupla yazsaydın, buradan İstanbul'a sıçrar mıydım bilmiyorum :)) İnsanın hemen üzerine alabileceği, alınabileceği bir üslupla yazmışsın.
Ali'nin genç ukalalığından vazgeçip soyadıyla üye olduğunu gördüm. Özür için Murat'ın birinci uyarısı yerine gelmiş. İkinci uyarı için de sizi başbaşa bırakmak gerektiğini düşünüyorum.
Tüm bunları okurken, benim gibi neredeyse kimseyi tanımadan, salt içtenlik ve doğallıkla yazanları algılıyorum. Ama takıldığım başka bir konu daha var; saftirik bir uzaktaki İzmirli olarak soruyorum; ajanslar arası ya da yazarlar arası klikleşme mi var sizin oralarda? Sizler birbirinizi tanıyıp da satır aralarına ekstradan birşeyler mi sokuşturuyorsunuz? Aslında başka şeyler söylemek isteyip de tepkilerinizi bu şekil de mi dile getiriyorsunuz? Hoş, dünyanın her yerinde, her konuda olan ve olabilecek, doğal bir şey bu ama yine de ben bunu hissetmekten hoşlanmadım.
Ortak defterde sürekli bir tatlı huzur beklentim yok ama bu tip tartışmalar, uzaktan başka şeyler algılatıyor insana. Üstelik tanımamanın da getirdiği ruh hali ile ister istemez böyle yorumlar yapabiliyor insan. Yoksa paranoyam var da kendi kendime senaryolar mı yazıyorum? Eğer öyleyse kusuruma bakmayın.
Sonuç olarak, dışarıda ne olursa olsun, burada adına ortak denmiş bir deftere yazıyor olmak gibi güzel bir eylem var. Bazen, hay allah ne desem şimdi dediğim yazılar oluyor, susuyorum. Eminim benim için de aynısını düşünenler vardır, ne demek istedi şimdi bu kadın diye... Dikkatli okumak ve dikkatli yazmak, mümkün olduğunca dilin sivriliğini törpülemek bu kadar mı zor? Yazmıyor, yazamıyor olanların da okuduğunu düşündüğüm bu defteri biraz daha sağlıklı kullanmak doğru değil mi sizce de?
Evet, Maksude Hanım, gerek düzenlenen Ortak Defter Tanışma Geceleri'nde gerekse sektördeki mesleki temaslar sonucunda buradaki birçok yazar birbirini tanıyor. Peki bu tanışıklık, ne olursa olsun birbirimizi kayırma hakkı veriyor mu?.. Bilmem! Bu tamamen insanların karakter özelliklerine kalmış bir tercih.
Ben bundan birkaç ay önce, Ortak Defter'de alenen Murat Bey'le sigara içme özgürlüğü ve Wonderbra hakkında fikir ayrılığına düştüğümü hatırlıyorum. Kendimi aniden bir güzel tartışma ortamının içinde buldum. Hakaret etmedim, hakarete uğramadım. Kalemler sivrildi, fikirler çarpıştı, kimse kendi dediğinden caymadı ama olay öylece kapandı. Peki, şimdi aynı adam neden cin atına bindi? Hemen hemen aynı yaşta olmalarına rağmen birisi Murat Bey olarak; diğeri, Ali arkadaş olarak anılıyor (bkz. Ahu Serap Dursun yorumu). Ben gerçekten Ali Algür adına da üzüldüm. Kendini bu durumda bırakacak biri olduğuna inanmıyorum. Eminim ki Ayça hanımın belirttiği gibi, hassas ve kayırılması gereken bir insandır. Ayrıca çok üzerine gidildiğini, pişman olmuş olsa bile, artık işi inada bindirip özür dilemeyebileceğini düşünüyorum. Ne Murat Bey'in ne de onun yerinde olmak istemezdim. Bizler reklamcıyız, çoğunlukla sivri kişilikleriz. Fakat, iletişimci olduğumuzan dolayı bu tarafımızı yansıtırken daha dikkatli olmalıyız. Ne de olsa herkese açık bir forumda karşımızdakine hitap ediyoruz. Ali arkadaş, Ali Bey olmalı; Murat Bey de haklılığı herkesce onaylandığından Ortak Deftere küsmemeli, bu olay da burada kapanmalı derim.
Sayın Hatice Üzgül,
Ali Algür ve Murat Sohtorik arasında geçen tüm yazıları okudum ve konuya değinen tüm diğer yazarların da fikirlerinden Ali Algür'ün yaşının benden çok küçük olduğunu algıladım. Yine aynı yazılardan Murat Sohtorik'in de yaşının Ali Algür'den büyük olduğunu tahmin ettim. Ve yazımda her iki yazarı da tanımadığımı belirttim. Açıkcası size şaşırıyorum. Çünkü art niyetle söylenmemiş bir 'arkadaşımız' kelimesini ancak bu şekilde konu olarak ele alabilirdiniz. Tekrar hayretler içerisindeyim Sayın Üzgül... Birine 'Bey' demek aşırı saygı yada diğerleri arasında özellik yaratmayacağı gibi, 'arkadaşım' demek de onu hor göstermez. Aksine değer vermek ve kabullenmektir bana göre...
Maksadınız dilerim daha farklıdır.
Bu arada soyadım Tursun'dur. Bakınız diye örnek verirken yanlış aktarmışsınız sayın Üzgül.
Kusura bakmayın, soyadınızı yanlış hatırlamışım. Sayın Tursun.
Yorum Gönder
<< Home