Perşembe, Aralık 14, 2006

Gece Postası

Kitap fuarında karşılaştığım bir kitap idi. İsmi "Komedyen gibi düşünün". Karyn Ruth White ve Jay Arthur tarafından yazılmış. Pegasus'tan. Filiz Kar'ın çevirisi ile.

Sayfa 39'dan alıntı:

Ciddi insanların sizin canlılığınızı veya doğal neşenizi susturmasına izin vermeyin. Bazı insanlar yaşamlarını bizim mutsuzluğumuz için sürdürürler. UYARI: Onlar genelde sizi beraberinde götürürler çünkü mutsuzluk bu tip durumları sever. Sizin onlarla gitmemeniz için bir seçeneğiniz var. Onlarla gitmeyip iyi bir ruh halini yaşamayı tercih edebilirsiniz.

11 Comments:

Blogger buraKargın said...

'Ciddiyet, zihin eksikliklerini örtmek için icat edilmiş bir tavırdır.' der 'Francois de la Rochefaucould'.

'Edward de Bono' da; insan zihninin en anlamlı davranışının espri olduğunu öne sürer kitaplarında. Hatta; yaratıcılığın espriyle aynı sürece dayalı olduğunu, belli bir zaman süresinde elde edilen deneyimler sonucu olaylara belli bir bakış biçimi geliştiğini, algı kalıplarının oluştuğunu ileri sürer.

Sonuç olarak; komedyen gibi düşünmek için zihni açık tutmak ve iyimser olmak gerekiyor sanırım.

14 Aralık, 2006 02:41  
Blogger Çağlayan İbiş said...

"Fikir nasıl bulunur" kitabında da şöyle bir söz vardı kimin söylediğini şimdi hatırlayamadığım: "Ciddiyet, sığlığın tek sığınadır".

Yaratıcılık şakacılıktan besleniyor. O yüzden ciddi insanlardan büyük fikirler hatta ve hatta hiç fikir çıkmıyor.

Ne kaaa espiri okaa fikir... :)

14 Aralık, 2006 12:31  
Blogger Nurettin Yay said...

Bazen düşünüyorum da, ne yazık ki mutsuz olmaktan ve mutsuz etmekten beslenen insanlar var. Burakcım da çok güzel aktarmış, iyimser olmak bize düşsün, merhametli olmak da kime düşerse artık.

14 Aralık, 2006 13:03  
Blogger Hatice Üzgül said...

Evet bence de, yaratıclığın en büyük besin kaynaklarından biri gerçeği eğip büken, evirip çevirip ters yüz eden mizansenler yaratabilmek. Keyifli, şen şakrak ve mutlu anlarda çıkan fikirlerin tadına doyum olmuyor. Her türlü şarta karşı olumlu olmayı becerebilmek gerekiyor.
(Bakmayın şu an depreşik bir dönemdeyim ama) Bulduğum en güzel fikirler bu döneme girmeden önce çıkmıştır.

Tabi son derece şakacı ve olumlu olmasına rağmen sektöre giremeyenleri de çok gördüm ama girenlerin çoğunluğu mu stand-up'çı olur? :))))

Bu açıdan gerçekten eğlenceli bir sektör:)

14 Aralık, 2006 14:13  
Blogger Çağlayan İbiş said...

Pekii, reklamcılıktan dışarı çıkıp edebiyattaki, resimdeki ve müzikteki yaratıcılığın daha çok huzursuzluktan ve mutsuzluktan beslendiğini söyleyebilir miyiz?

Mesela Eddie Vedder'in black'i yazarken çok neşeli bir ruh hali içinde miydi acaba? Ki 'black' bir erkeği bir kadına söyleyebileceği en iyi sözlerden birisini içerir. O da efsane oldu artık...

Sonra Morphin'in "The Saddest Song"u mutsuzluk içeriri olduğu gibi.

Kurt Cobain'in yazdığı parçaların çoğu hüzün içerir. Gerisi de başkaldırış ve mutsuzluk...

Edebiyatta da durum pek farklı değil. Vladimir Mayakovski'nin şiirleri hep onun mutsuzluğundan çıkan eserlerdir. Nitekim, genç yaşta ölmüştür kendisi.

Otomatik Portakal'da kelimeleri resmen dans ettiren Anthony Burgess, Otomatik Portakal'ı yazmadan önce bir yıl içerisinde asla tedavi edilemeyecek bir tümörden öleceğini öğrenmiştir. Bunun üzerine de o üzüntüyle "benden dünyaya bir şeyler kalmalı" endişesiyle o bir yıl içerisinde üzüntüsünden beş kitap daha yazmıştır.

30'lu yaşlarının başında ölen en iyi kadın yazarlardan Emily Bronte, yazdığı ilk ve son kitabı olan Uğultulu Tepeler'i yine mutsuzluk üzerine ve ondan beslenerek yazmıştır.

Hemingway ha keza mutsuzluğundan intihar etmiştir.

Jerzy Kosinski'nin romanlarında acımasızlık, vahşilik ve saldırganlık vardır. Özellikle ‘Boyalı Kuş’.

Ama hüzünden beslenen sanatçılar olduğu gibi neşeden, çocukluktan ve hınzırlıktan da beslenen sanatçılar yok değil miydi? Elbette onlardan da vardı.

Mesela James Matthew Barrie. "Ben perilere inanıyorum, hem de hepsine" diyerek hiç büyümeyerek hep çocuk kalan Peter Pan'ı yazmıştır. Bu arada yeri gelmişken konuştuğumuz "yaratıcılığın neşeden, çocuksu olmaktan beslendiği" konusuyla ilgili olarak James Matthew Barrie'nin güzel bir sözü geldi aklıma onu da yazayım: "Şimdi seçim yapmalısınız. Ne kadar çocuksu yaşamak istiyorsanız o kadar cesur olmalısınız" demiştir.

Güzel bir söz değil mi?

Orhan Veli de tam bir şakacıymış. :) Hatta ideolojik şiire karşı olduğu için atıştığı Nazım Hikmet'e 'kızılcık' diye hitap ettiği bir taşlama yazmış. Çok da alaycıymış yani. Ağaç şiirinin onun alaycılığının güzel bir örneğidir:
Ağaca bir taş attım / Düşmedi taşım / Düşmedi taşım / Taşımı Ağaç yedi / Taşımı ağaç yedi / Taşımı isterim.

Daima şöyle bir soru var aklımda benim: Diyelim ki, bir roman yazacağız. İçerisinde, mutsuzluğu, acıyı, sıkıntıyı, fakirliği, insanlığın acı yönlerini anlatacağımız bir roman olacak bu. Bu romanı yazarken reklamcılıktaki neşemizi nasıl koruyabiliriz? Veya ikisinin arasındaki denge nasıl kurulabilir? Ya da bu roman neşeyle yazılabilir mi? İşte bu benim aklıma hep gelen bir sorudur. Yani şöyle bir sonuçta çıkarmıyorum: Reklamcılıkta reklam yazarken neşeli, mutlu, çocuksu, başka bir sanat dalında ürün vermeye çalışırken mutsuz olunmalı. Acaba yaratıcılığı besleyen tek şey mutluluk hali midir? Bu soruya da yanıt arıyorum açıkçası. :)

14 Aralık, 2006 16:57  
Blogger Maksude Kılınç said...

Bana kalırsa yaratıcılığı besleyen en önemli şey "duygu"dur. Ve o duygunun sende yaratacağı binlerce yorum.

Kahveyi sade severim ama yaşamın içine kallavi bir kaşık şeker atmayı daha çok severim. O şeker kimi kez neşedir kimi kez hüzün. Ne hissedersen yani...

Ama sanırım yaratıcılığın ağırlıklı varolduğu duygu hüzündür, melankolidir.

14 Aralık, 2006 17:28  
Blogger Serhat Bayram said...

Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

14 Aralık, 2006 22:14  
Blogger Serhat Bayram said...

Karanlıklar, hüzünler, bakılan boşlukların acıları yaratıcılığa itmez mi insanı? Gotik şarkılardaki temalar, ruhsal değişimlerdeki inişler çıkışlar, duygunun aşırı yüklülüğü hissettirmez mi kendini yaratıcılıkta? Hüzünlü olununca daha bir doğaçlama ama daha bir net çalınmaz mı müzik enstrümanları? Bunun yanında gülmek, mutluluk ve eğlence yaratıcılığa götürmez mi?

Her iki tarafında kendince aynı ama tatları farklı boyutları vardır. Maksude Kılınç'ın da dediği gibi, "duygu" asıl olandır yaratıcılıkta. Kendince aynı olandır duygu. Onun nerede ve nasıl yakalandığıdır farklılık. Tat bu farklılığın içindedir.

14 Aralık, 2006 22:20  
Blogger Murat Kaya said...

Kitapta mizah için şeker benzetmesi de geçiyor Maksude Hanım. Tam üzerine döktünüz şekeri:)

"Mary Poppins'in dediği gibi 'kaşık dolusu şeker, ilacın aşağı doğru kaymasına yardımcı olacaktır.' Mizah şekerdir."

Diyordu kitabın 33ncü sayfasında.

15 Aralık, 2006 01:04  
Blogger buraKargın said...

Ciddiyet, mizah, komedi, hüzün, melankoli, yaratıcılık, hayat, acı, kahkaha, gülmek, ağlamak...

Yeni bir post yazmam gerekiyor sanırım, hatta yazılmışı var. Birazdan (:

15 Aralık, 2006 03:14  
Blogger Çağlayan İbiş said...

Doğru, bütün sanat eserlerinde olan yegane şey duygu. Nasıl da atlamışım bunu! Yoksa unuttum mu demeliyim bilemedim...

18 Aralık, 2006 13:47  

Yorum Gönder

<< Home