Perşembe, Haziran 30, 2005

Vapuru kaçırmak...

İstanbul'un vapurları, İstanbul Kurumsal Kimliği'nin en değerli parçalarından. Hepsi İstanbul için özel tasarlanmış, sonuncusu da 1988'de Haliç'ten denize indirilmiş.

Şimdi vapurların işletmesi belediyeye verildi. Belediye her ne kadar "vapurları kaldırmıyoruz" diye bir açıklama yapmış olsa da artık yenisi üretilmeyecek. Çünkü IDO'nun vapurların yerine yeni-hızlı-ruhsuz "gemiler" için ihale açacağı (yabancı firmalara) biliniyor.

Bir zaman sonra İstanbul'da o klasik vapurları göremeyebiliriz.

İkinci konu; Haydarpaşa'da 7 gökdelenin yapılması ve buranın Türklerin giremeyeceği bir "dünya ticaret merkezi ve kruvaziyer liman "a dönüştürülmesi projesi. Mimarlar Odası çırpınıyor bölgeyi kurtarmak için. Duyan yok.

Bu arada İstanbul'daki binaların %80'inin "kaçak" ve "ruhsatsız" olduğunu da söylemeden geçmeyeyim.

Bir zaman sonra İstanbul, İstanbul olmayacak bu gidişle.

Soru:
Sanat, edeple birleşmediği sürece ortaya "estetik" bir eser çıkabilir mi?

Cevap:
Girdim ilim meclisine
Eyledim talep
Dediler ilim geride
İlla edep illa edep..

Çarşamba, Haziran 29, 2005

Ortak Defter'in yeni hizmeti

Ortak Defter, 'Contributors' yani katkıda bulunanlar listesinde yer alıp da

. işlerinin yoğunluğu veya başka kişisel nedenlerle katkıda bulunamayan, bulanamayacağını veya bulunmayacağını bilen
. listeye birilerinin zoruyla, arkadan ittirilerek katıldığını düşünen
. umduğunu, aradığını bulamayan
. vs vb

arkadaşlarımız için, yepyeni bir hizmet sunuyor !

Onlar yeniden katılmak ve katkıda bulunmak isteğini duyana kadar, söz konusu listeden çıkmalarını sağlayabiliriz.
Darılmayız, gücenmeyiz.

mesci2@gmail.com adresine isteğinizi belirtmeniz yeter.

Ceylan Pojon : 'Neden kimse yazmıyor ?'

Ceylan Pojon üşenmemiş, griple boğuşken bana özel mesaj gönderip sormuş : 'Neden kimse yazmıyor ?' Ona yazdığım cevabı, azıcık elden geçirerek, sizler için Ortak Defter'e giriyorum. Ve belki birileri görüş ekler diye de için için umutlanıyorum :

Galiba basit bir iki nedeni var yazmamalarının. Bir kere, reklam yazarları, biri onlara yazı ısmarlamadan, önlerine bir brif koymadan yani başlarında bir müşteri ve müşteri temsilcisi olmadan, yazma alışkanlığına sahip değil !

Acı ama, böyle, sanıyorum. Biraz araştırsak herhalde göreceğiz ki, yazanlar, zaten kendileri için de yazı yazanlar. Şiir, öykü, makale, senaryo, roman, belki kendileri için günlük filan yazıyorlar.

İki, reklamdakinin tersine, Ortak Defter'de anonim kalamıyorlar. Her yazıları imzalı, meslekten insanların gözü önünde. Anonim kalmak, birileri kalkıp 'kötü' derse korkusuna karşı zırh. Aslında anonim kalmak bir yandan işlerine gelirken diğer yandan tersini de özlüyorlar gizliden gizliye. Her insan gibi, beğenilmek, sırtı sıvazlanmak istiyorlar çünkü. Anonimlikten çıkmaya, ancak bir ödül aldıkları anons edilince razı oluyorlar.

Diyebilirsiniz ki, başka yazılı tartışma ortamlarında daha sakınmadan yazıvermiyorlar mı ? Bazıları yazıvermiyorlar işte.

Vurulacak tuşunuz çok olsun.

Anonim 'comment'ler...

Sevgili okurlar, 'comment' yazan dostlar...

'Anonim' yani imzasız-isimsiz comment'lerin Ortak Defter'de yer alması kabul edilebilir bir şey değil.

Lezzet... Önemli bir şey.

Zamanın birinde bir dostumdan dinlediğim ve beni gerçekten etkileyen bir hikayeyi de ben nakledeyim.

Bilirsiniz Japonlar balık sever. Hem de çok. Dolayısıyla balıkçılık da çok gelişmiştir Japonya'da. Fakat gel zaman git zaman adanın etrafındaki balıklar tükenmeye yüz tutmuş. Ve Japon balıkçılar biraz daha uzaklara gitmeye karar vermişler. Daha uzaklara açılıp daha çok balıkla geri dönmek gerekiyormuş. Açık deniz için daha büyük tekneler yapmışlar, balıkların canlı kalması içinse o teknelerin içine devasa havuzlar yapmışlar. O kadar uzağa gittikten sonra daha çok balıkla geri dönmeleri gerekiyormuş. Onlar da daha uzaklara gitmişler, daha çok balık tutmuşlar. Halk memnunmuş. Balıklar çok lezizmiş. Derken oradaki balıklar da tükenmiş. Japon balıkçılar da çok daha büyük balıkçı tekneleri yapmaya ve daha uzaklara gitmeye karar vermişler. Daha büyük balıkçı tekneleri yapmışlar ve çok daha uzaklara gitmişler. Daha çok balıkla geri dönmüşler. Ama bu kez avladıkları balıklarda bir gariplik varmış. Halk balık yemekten vazgeçmeye başlamış. Balıklar yağlı imiş ve o keder leziz gelmiyormuş halka. Böyle giderse balıkçılık diye bir meslek kalmayacakmış. Sonra balıkçılardan biri farkına varmış. Bu balıklar havuzlarda canlı olarak getiriliyormuş ama tonlarca balık hareket alanı bulamadığı için hareket edemiyor ve yağ tutuyormuş. Bunun çözümü ne olabilir diye düşünmüşler. Ve bulmuşlar da... Tekrar açılmışlar, tekrar tonlarca balık avlamışlar. Ama bu kez bir değişiklik yapmışlar. Dönüş yolunda balık havuzunun içine birkaç tane yavru köpekbalığı bırakmışlar. Yavru köpekbalıkları balıkları hiç mi hiç rahat bırakmamış. Sonuç muhteşemmiş. Balıklar yağ tutmamış, halk yine balık yemeye
hem de zevkle yemeye başlamış. Balıkçılık mesleği kurtulmuş.

Yağlanmaya yüz tutan ajanslarda da bu eski balıkçı taktiğinin kullanıldığı rivayet olunur.
E tabii olarak -lezzetten vazgeçmemek adına- birkaç balıktan vazgeçilebilir.

Cuma, Haziran 24, 2005

Bozuk Türkçe

Finansbank ilanındaki şu cümleyi okuyun lütfen:
"Parası çok olan krediyi kolayca alır,
ya benim yeterince param yoksa?" diye
dertlenmeden, evi beğenin.

(...) alır, (...) dertlenmeden, ' beğenin' şeklinde bağlanamaz.
Olsa olsa beğenirsiniz diye bitmesi gerekirdi.

Ayrıca "ya benim yeterince param yoksa?"
dertlenmeye girmez. İnsan, parasını olup olmadığını
zaten bilir. Ya bunu ödeyemezsem diye dertlenirsiniz.
Ne yani İsviçre bankasında bir hesabı var da
miktarının ne kadar olduğunu hatırlamayıp,
ya benim yeterince param yoksa mı diyor,
her kim diyorsa...

Bir zamanlar Türkçe'nin bayrağını taşıyan (Manajans, Ada vb.) gibi
ajansları düşününce reklam yazarlığının düştüğü bu acıklı duruma
üzülüyorum. Reklamyazıları'na yazacaktım ama, oradaki kozmopolit kitleye
bunu anlatmaktansa siz meslektaşlarımla konuyu paylaşmayı daha doğru buldum.
Kol kırılır yen içinde kalır, diyerek.

Salı, Haziran 21, 2005

Tercihen / Tercihan??

Son zamanlarda bu kullanıma çok sık rastlar oldum. Özellikle iş ilanlarında ve genelde bizim sektörün iş ilanlarında. ...tercihan askerliğini yapmış....deniliyor. İlk defa duyuyorum. Doğrusu buydu da tercihen diyerek hep mi yanlış kullanıyorduk?

Yazım kılavuzuna bakıyorum: tercihen, Necmiye Alpay'ın Türkçe Sorunları Kılavuzu'na bakıyorum: tercihen, tdk.gov.tr'ye soruyorum: tercihen! Nerden çıktı bu tercihan, ben mi çok cahilim anlamıyorum!!!

Pazartesi, Haziran 20, 2005

Çok sıcak bir günden, İzmir'den...

Eh bizden de bi selam size, ey İstanbullular. Biz İzmirliler, kendi aramızda abuk subuk işler yaparken sizler de deftere yazmalarla rahatlıyormuşsunuz. Tesadüfen öğrendim ve Sevgili Haluk sayesinde aranıza katıldım. Yeniden merhaba.

Yazıların tümünü tam olarak okuyamadım. Her fırsatta geri dönüp okuyorum. Bir iki gün sonra tümüne ererim herhalde.

En çok üzüldüğüm konu bir kez daha karşıma çıktı; Türkiyeli olmak ile İzmirli olmak hiç de aynı şey değilmiş, bir kaz daha anladım. İzmirli olmak olsa olsa keyifle söylenecek birşey ama Türkiyeli olmak ise bana bambaşka şeyler çağrıştırıyor. Daha dünyalı olmak ve daha evrensel bir söylem... Ama İzmirli olmak...

Bizlerin buradaki dertleri ile sizinkiler, mesleki açıdan baktığınızda aynı gibi görünse de aramızda dağlar ve dağlar oluşmuş. İnanılmaz salaklıklarla uğraşırken, müşterinin eğitilmesi (!) için göbeğimizi çatlatırken kendi düşlerimizi doyuramamışız.

Ahhhhh İzmir... Pek çoğunuzun belki özlemle ve kıskançlıkla andığı bu kent bizim kabusumuz olmuş, kapalı devre çıldırmışız, sizin hiç haberiniz olmamış.

Hangi dil, hangi türkçe, hangi teknik, hangi gelişme duygusu... Siz neler diyorsunuz öyle? Biz burada yaşamak, mesleğimizin olduğu kadar kendi onurumuzu da kurtarmak için taklalar üstüne taklalar atıyoruz. En büyüğünden en büyüğüne tüm müşteri denen o ne oldum delilerine, doğru işin nasıl olduğunu anlatmakla geçmiş zaman.

Bu yıl, meslekteki yirminci yılımı kutluyorum. Kutlamak derken lafın gelişi işte. Neyi kutlamak, niye kutlamak?

Ben nefes almak istiyorum, bunca yıldan sonra "iyi ki bu işi yapıyorum" demek istiyorum. Ben, dostlar alışverişte görsün diyerek abuk sabuk ajanscılık oynayanları da iyice bir dövmek istiyorum.

Neyse, iş dövmelere falan gelince durmak gerek. Şimdilik bu kadar. Size sık sık yazmaya çalışacağım. İnşallah!

Kolay gele...

Maksude Kılınç

Cumartesi, Haziran 18, 2005

Bugünlük

Sevgili günlük, bugün ilginç bir şey oldu. Repro küçülmeye karar verdi ve ben ajansa büyük geldim. Hay bin kunduz, tam havalar düzelmeye başlamışken işler kötüleşir mi? Bir taraftan güneş, deniz, kum üçlüsü beni çağırmaya başladı, diğer taraftan iş, güç ve taksit üçlüsü ayağımı bağladı. Ayrıca geçen hafta yoğunluktan 53 kilomun ikisini vermişim. 3 gece eve de gelemedim. Tuhaf bir çalışma-sonuç ilişkisi. Neyse sevgili günlük, fazla uzatmayayım, turşu gibiyim, gidip biraz uyuyayım. Hadi baş baş.

Cuma, Haziran 17, 2005

Bir önerim var.

Ortak Defter'in dipdiri, dopdolu olması benim de çok istediğim bir şey. Ancak, bir blog yani 'günlük' metaforu ile işlemesinin avantajlarını /gereklerini de göz ardı etmesek diyorum : Karşılıklı yazışmalara, cevaplaşmalara da açık olmalı kuşkusuz, ama bu tür girişlerimizi, konuyu ilk başlatan kimse onun yazısının altındaki 'comment' kutusuna yapmamızı öneririm. Hem konu birlikteliği, çabucak topluca görebilme sağlanır hem Ortak Defteri'in polemik gayyası e-mail forumlarından biri haline gelmemesi...

Çarşamba, Haziran 15, 2005

Pişman mısın?

Hiç pişman değilim. Hayattta en iyi şekilde yapabileceğime inandığım işlerden biri bu. Ağlasam da, sızlansam da, apırsam da köpürsem de bi işi yapacağım ama ne zamana kadar?işte onu bilmiyorum.Belki başka bir ülkede daha rahat çalışabilirdim evet. O ülkede doğsaydım, oranın vatandaşı olsaydım. Oysa ben burada bir şeyler yapmak istiyorum. Kendi dilimde! Yoksa çoktan gitmiştim zaten. Eksiklere gelince...Önce bende o eksikler. Öğrenilecek daha bir sürü şey, görülecek bir sürü yer, tanışılacak çok insan, okunacak çok kitap, izlenecek çok film, yazılacak ve konuşulacak çok şey var. Daha popoma batırmam gereken çok iğne var, elimde çuvaldızla eksikleri saymak için.Bir şeyleri değiştirebilmek, daha iyiye götürebilmek en azından küçücük bir katkıda bulunabilmek için daha cesur olmak var, daha çok tatmin olmak var, daha çok doymak var, daha çok inanmak var. (-da işte bir o kadar umutsuzluk, çaresizlik, hayal kırıklığı da var çoğu zaman)

Ama ne olursa olsun mücadeleyi bırakmamak var. Bu işi adam gibi dosdoğru, hakkını vererek yapmak var ki bir gün zamanı geldiğinde ustan gönül rahatlığıyla bayrağı sana teslim etsin.

not: Belki pc kullandığımdandır bilemiyorum ama blog sayfasındaki( yayımlanan yazıları değil) başlıkları sadece karelerden ibaret görüyorum. Karakter seti değiştirerek de çözemedim.Tamamen el yordamı ile postalıyorum bu yazıyı..Yanlış bir şey olursa kusuruma bakmayın.

Pazartesi, Haziran 13, 2005

80'lerde Türk Sinemasındaki Reklamcı Profili

Başlığın havalı duruşuna aldanıp, bunun Atilla Dorsayımsı bir sinema eleştirisi olduğunu düşünmesin kimse :)
Küçük bir soru sormak istedim büyüklerime, büyüklerimize...

Kemal Sunal'ın 100 Numaralı Adam ve benzer film Zeki Metin'in Nereye Bakıyor Bu Adamlar filmleri (vb. diyerek uzatabileceğimiz bir liste var yanılmıyorsam), reklam dünyasını yerden yere vuruyor. Sakallı iş adamları, gözlerini para bürümüş hırs manyakları, ne olursa olsun halkı kandırma üzerine kurulu bir meslek..

Ama sonra başka bir dönem başlıyor. Reklam meslek olarak kabul görmüş, hatta filmin başrol oyuncusu bir reklam ajansında çalışıyor -Şener Şen'in Aşık Oldum filmi gibi- hayat standardı çok yüksek, bir gün otellerden birinin havuz kenarında içiyor, ertesi gün ata biniyor... Filmin hikayesi de ajansa fotoğraf çekimi için gelen bir fotomodele esas oğlanın aşık olması ama karısını aldatmayı becerememesi üzerine (çok uzattım soruya geliyorum)...

Hep merak edip durdum, bu değişim nasıl yaşandı? Sinema sektörünün kötü çocuklarıyken reklamcılar, nasıl oldu da kendilerini kabul ettirdiler?
Siz büyüklerimizin bu durumda rolü, bilgisi var mı? Yoksa bu kendiliğinden mi oldu?

Pazar, Haziran 12, 2005

Ortak 'Seyir' Defteri

: )
Sanırım yazarlarımızın çoğunluğunun yazmamasının nedenini buldum !

Blog'un başlığını Reklam Yazarlarının Ortak Seyir Defteri koymak bir hataydı :
Millet başlığı 'seyretmek için defter' diye algılıyordu, kesin.
Ve yazmak yerine, oturup seyrediyorlardı !

Artık yazarlar belki.

Cumartesi, Haziran 11, 2005

Bir Kristal Elma daha...

Ömrümüzden bir Kristal Elma daha düştü gitti... Düşüp giden birkaç dostumuzu, iş arkadaşımızı anmayı niye akıl etmedi Dernek diye konuştuk Oğuzhan Akay'la. KEK (Kristal Elma Komitesi) yok muydu dedim; yoktu, sadece Kristal Elma şarkısı için çağırdılar dedi. Olsaydı orada konuşulurdu, Oğuzhan hatırlatırdı, eminim. Benim ise hiç mi hiç aklıma gelmedi atlanacağı doğrusu, sormadım ! Ne ayıp oldu.
Düşüp gidenleri buradan bari analım... Gani Turanlı'yı ben daha önce Ortak Defter'e yazmıştım. Melih Kibar'ı, Ali Tara'yı ise gelin hep birlikte yazalım diyeceğim yaşı tutanlarımıza. Bu konuda bari bir şeyler yazın, ne olur yahu !

Perşembe, Haziran 09, 2005

Bu köşe paylaşma köşesi...

6-0'lık Kazakistan galibiyeti ne ifade ediyor? Mrs. Robinson'un ölümü orta yaşlarını ufak ufak geride bırakmakta olanlar için neden fazlasıyla üzücü bir haberdir? Kemal Sezer'in Ersin Salman biyografisini okuyan var mı? Babylon'daki Akordeon Günleri'nde 10 Haziran cuma günü (yarın) sahne alacak olan Finlandiyalı Kimmo Pohjonen'in sadece ellerini değil ayaklarını da kullanması meraka değer mi? Çalıştığımız ajansta, güvenlik nedeniyle bile olsa, sürekli olarak bizi gözleyen bir kamera sisteminin var olması yaratıcılığmızı ne derece etkiler? Akşam gazetesi köşe yazarı Güler Kömürcü'nün Sedat Peker'e telefonda aşk ilan etmesiyle ilgili kayıtların Milliyet'te manşet olması etik olarak doğru mudur? OTC ilaç reklamları serbest bırakılmalı mıdır? Kristal Elma'yı yine Okan Bayülgen'e sundurmak doğru bir karar mıdır? Bu yaz nerede tatil yapmalı? Ekonomi söylendiği gibi büyüyor mu? Ajda Pekkan gerçekten İstanbul'un yaşayan en eski anıtı mıdır? Şahan, Garanti Bankası ve Ritmix reklam filmlerinde niçin bu kadar çok bağırıp çağırmaktadır? Serdar Erener, NTV'de yayınlanan "Herkes Bunu Konuşuyor?" da söylediği gibi, "işsiz" bir reklamcı mıdır? Bunca yıllık şehir hatları nasıl oldu da İDO'ya geçti ve vapurlar neden eskiye oranla daha kirli? Erçin Sadıkoğlu'nun yazdığı gibi, vefat ilanları neden yıllardır en küçük bir değişiklik göstermiyor? Deep Purple'ın 23 Temmuz'da bir kez daha İstanbul'a gelmesi iyi bir haber midir? Ali Atıf Bir'in geçenlerde yaptığı ikinci evliliği Ortak Defter olarak kutlamamız gerekmez miydi?

Amacım malumatfuruşluk yapmak değil. Sadece, son birkaç günlük gündemden ilk anda aklıma geliverenler bunlar. Ortak Defter "Meslek odası" olmanın yanı sıra "Dertleşme köşesi", "Paylaşma masası" ve "Soru ambarı" ise bütün bunları ve bunlara benzer her şeyi konuşabilmeli değil miyiz? Hayat böylesine devinirken Ortak Defter üzerine ölü toprağı serpilmişçesine sessiz kalıyorsa hepimiz ayıp ediyoruz!

Çarşamba, Haziran 08, 2005

Neden kimse yazmıyor?

Tamam! Herkesin işi gücü var, gün boyu yoğun bir şekilde çalışıyor. Konkurlar, kampanyalar, ilanlar...

Yine de bir iki satır yazmak zor olmasa gerek.

Geçen günlerde dost insan, yazar kişilik, ortakdefter üyesi bir arkadaşımla konuşuyorduk. Bana "ölü toprağı serpilmiş" dedi. Kendisine hak verdim.

Burada bu kadar insanız, daha fazla yazmalıyız, tartışmalıyız, konuşmalıyız diye düşünüyorum. Yazmayacaksak niye üye olduk ki! Adımız görünsün, şanımız yürüsün diye mi?

Şimdi bana " sen yaz da tartışalım" diyeceksiniz. Şimdiye kadar tartışma yaratacak veya üzerinde konuşulacak bir şey yazmadım belki, ama yine de yazıyorum.

Haydi, bileğinize kuvvet.

Cuma, Haziran 03, 2005

Vefat ilanlarının vefasızlığı..

Stajyer reklam yazarı olduğum günlerden birinde,
müşteri temsilcimizden bir dosya geldi..

Bir gün önce bir cinayete kurban giden ünlü iş adamlarımızdan biri için,
kurumu adına vefat ilanı hazırlanacaktı..

Bunu sözle de söyleyebilecekken elinde dosya ile yanıma gelen müsteri temsilcisine
anlamsız anlamsız baktığımı hatırlıyorum..
Ama dosya açıldığında benim yüzümdeki ifade daha da garipleşti..
İçinden çıkanlar tahmin ettiginiz üzere "iş örnekleri"ydi..

Aklım almıyor..
Önceden yayınlanmış vefat ilanlarına bakarak,
yazılması istenen bir vefat ilanı..
Kara mizah mı? Ta kendisi..

Yazdım.. Beğenmediler.. Müsteri temsilcisi dedi ki
"sana verdiğim dosyadakilere baksana, ordan bi tane beğen aynen yazalım.."
Yazdık.. Yayınlandı.. Ertesi gün gazetede çarşaf çarşaf ilanlar vardı..
Hepsi birbirinin aynı. Yok mu o şirkette ya da şirketi falan geçtim,
kaybedilen birisinin ardından iki farklı kelime ile
duygularını içten bir dille yazabilecek biri..

Bu kadar vefasız mıyız?
Cepten ezberden cümlelerle vefat ilanları yazdırıyoruz.
Açın bakın hemen Hürriyet gazetesini.. Ne yazıyor?
Acımız büyük, büyük kayıp..
Adet mi bu vefasızlık..
Ben kendimi bildim bileli bu böyle..

Evet, acımız büyük, vefat ilanlarımızı kaybetmişiz haberimiz yok.
Başımız sağolsun!!

İsimlerin sıralanması

Ortak Seyir Defteri'nin başlangıcından beri, yazarlar alfabetik sırayla yer alıyordu. Fark ettim ki, bir süredir, katılma sırası olduğunu sandığım bir sırayla çıkıyor isimlerimiz. Teknik desteğe yazdım ve nedenini sordum. Özel cevap alacak mıyız bilmiyorum ama alırsak tabii ki paylaşacağız. Bilginize efendim.