Salı, Ağustos 28, 2007

Yağmur Başlangıcı


Siz bir başlangıç bile değilken
Yokken denemez çünkü vardınız
Geyikler inerdi gözlerinize
Ağaçlarınız fındık ve sincap
Bu yüzden omuzlarınız
Memeleriniz bir kitap gibi okunaklı
Oluklara düşen sessiz damlalardı

Bin kez yondum, sizi bin kez doğurdum
Bir keten buruşukluğu her seferinde
Yağacak diye düşünürdüm havalara bakarak
Bir serinlik bir kıpırtı otta ve ağaçta
Akşamın kanından gecemize yaklaşan
Bir gemi gibi önce küçük sonra yakın
İri damlaları o seyrek yağmurun
Tüterdi ot, çakıl, kum

Siz bir başlangıç bile değilken
Sizi yazdım, kotardım
Bir başucu kitabı olmanızı istedim
Tek tek iri o yabanıl kelimeler
Onlar işte renkli zarlarının içinde
Olukların çinkosunda yuvarlanan

Siz daha bir başlangıç bile değilken
Yağmur başlamıştı
Ama ne ben, ne bahçe, ne yaz
Hiçbirimiz.

Oktay Rifat Horozcu

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

MasterCard CSI NY'de espri konusu

Ülkemizde CNBCE'de yayınlanan CSI NY'nin dün akşamki bölümünde ilginç bir konuşmaya tanık olduk.

Büyük bir evde bir ceset ve 200 kadar sızmış öğrenci bulundu. Hepsi zengin çocukları. Ortalık feci, fena sapıtılmış. Olay yeri inceleme görevlisi kadının kapıdan girer girmez yorumu şöyle oldu:

Mezuniyet gecesi 40.000 $
Mezuniyet partisi 10.000 $
Baba parasının üzerine kusmak paha biçilemez.

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

Web ve Multimedya Tasarımcısı arıyorsanız...

www.plasticfantasticrobot.com sitesine bir bakmanızı öneririm.

Kara ateş

Gençliğine sarılmış kirli yorganım
Altındaki karanlıktayım
Saçların gözüküyor
Kara bir ateş yüzümü yakan
Bir çift siyah göz içimden akıttığım

15 Ağustos 2007
13:11

Salı, Ağustos 14, 2007

Golatkin

Şubat'ta, bir Ortak Defter gecesinde tanışmıştık Burak Mağralı'yla... Muhabbetin en güzel zamanında "Golatkin" adında bir grubunun olduğunu ve buluştuğumuz haftadan bir hafta sonra Studio Live'da çalacaklarını öğrenmiştim. O sıralar Cen Ajans'taydım ve işler çok yoğun olduğu için dinlemeye gidememiştim Golatkin'i. Ne oldu bilmiyorum, bir kaç gün önce birden aklıma geldi sevgili Burak'ın Golatkin'i. Öylece, aniden... Bu hafta nerede çalacakları var mıdır acaba internette diye araştırırken, sayfalarını buldum şans eseri. "Korkak", Dün", "Bira", "Bilirdik Bilmezdik" gibi dinlemeye doyamayacağınız parçalarını sayfalarından indirip dinleyebiliyorsunuz. Vokalde ve bas gitarda Burak var. Üç gündür durmadan dinliyorum. Parçaların sözleri harika. Müzik mest ediyor... Burak'ın sesi mükemmel. Rockseverlere müjde! Bir grubumuz daha var artık

Golatkin'i dinlemek için: www.golatkin.com

Not: Golatkin'in aylar sonra aklıma gelmesi ve buraya yazmam tamamen ilhamdır.

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Hege!


Uzun zamandır tatil yapmıyordum. Bir anda bavulumu toplayıp ‘Ver elini Bodrum’ dedim ve yola koyuldum. Gümbet’te harika bir oteldeyim şu an. Sabah kuş sesleri ile uyanıp, güneşi havuzun veya denizin şıkırtılı sesi ile batırıyorum ve her şeyden uzaklaşmanın keyfini çıkartıyorum. Kısacası keyfime diyecek yok...
Neyse, asıl konuya geliyim hemen, küfür işitmeden :)


Abim Gümbet’te Irish Pub Murphy’s’de sahne alıyor, iş arkadaşı ise Hege. Hollandalı Hege radikal bir karar alıp babası ve kardeşiyle birlikte Bodrum’a, Yahşi’ye yerleşmiş. Dünya tatlısı bir çocuk... Türkçe anlıyor, bizim kültürümüzü benimsemiş ve en güzeli inanılmaz güzel elektro gitar çalıyor. İlginç bir karakteri var. Ne desen ‘Okey’ ya da ‘Why not’ diyor. Ama her öneriye verdiği cevap bu! Zorlamaya çalışıyorum, olur olmadık taleplerde bulunuyorum, hiç farklı bir cevap alamıyorum!


- Hege çok içtin, ama bir tane daha içer misin?
- Okey

- Hege, sabah erken kalkıp denize gidelim. (Gece 3’te program bitiyor, ama biz bitmiyoruz. Direk Bodrum’a Kule’ye gidiyoruz!)
- Okey

- Hege, klimayı kapatır mısın?
- Okey

- Hege, sen deli misin?
- Why not!!

- Hege, Türkçe konuşsana!
- Okey!

- Hege, yemek yiyelim mi?
- Okey!

- Hege, makarnayı çok tuzlu yapmışım ya, istersen yeme boşver! (Otel müdürümüz Mithat, gecenin bir yarısı mutfağı kullanmama izin veriyor, hatta Mithat ile deli yemekler yapıyoruz.)
- No, it’s nice.

Hayatımda gördüğüm en olumlu, en sevimi, en cici adam Hege. Hiç sinirlenmiyor, hiç yakınmıyor ve değer vermeyi biliyor. Hege’yi tanıdığım için çok mutluyum arkadaşlar. Belki bu kadar olumlu birisi sinir bozucu olabilir diyeceksiniz, ama hayır. Herkese bir Hege tavsiye ediyorum. :)

Afyon Patlaması

Aşağı yukarı 30 yıldır her sabah yataktan kalkarım. Ama bunlardan biri bile kolay olmamıştır. Hani bir zamanlar Savaş Ay, A Takımı’nı açarken “zıpkın gibi, fişşek gibi” derdi ya... İşte öyle bir ruh hali içinde olmadım hiçbir sabah. Gün ışıkları bilincimi yakalayıp yüzeye çekmeye çalıştığında, beyin hücrelerim arasında bir münazara başlar. Yarısı “kalksana be adam, yazman gereken metinler, girmen gereken toplantılar, cevap vermen gereken sorular var, kalk git kaçarı yok bunun” derken, diğer yarısı “amaaaan en fazla n’olur ki olm” demekle yetinir ve genellikle ben ikinci yarıyı dinlerim (onlar daha bir benim kafadan). Trainspotting’de Renton’un halıya gömüldüğü gibi yatağa gömülmek, karanlık tarafından tekrar yutulmak isterim. Hele tarihin en sıcak yazını yaşadığımız şu günlerde! Yatak, kısık ateşe ayarlanmış bir sac ızgara, ben de ona yapışmış eriyik burger peyniri. Birilerinin beni kazıması gerekir. Nihayet yataktan yere aktığımda, asıl işkence yeni başlar. Kafatasımda sıkışmış, fırlamayı bekleyen bir yay, göz yuvalarımdaysa kor halinde birer kömür parçası. Onlara su çarpmak da bir işe yaramaz, aksine acıyı artırır sadece. Sonunda yarı bitki yarı insan kendimi dışarı atarım. (Kahvaltı mevzu bahis değildir tabii ki.) Mecidiyeköy Meydanı’na çıkan ve yer yer 50 derecelik bir eğime ulaşan uzun tırmanışımı bitirdikten sonra, 27T’yi yakalar ve iki notadan oluşan sabah müziğimi kapıda dinledikten sonra boş yerlerden birine kendimi bırakırım. Zafere adım adım yaklaşmaktayımdır artık. Bazen bizim “süper stajyer Ömer” stadın oralarda bir yerde aynı otobüsü yakalayıverir. Tabii burnumun dibine kadar gelmeden ben onu fark edemem. (Bazen gelse de fark edemem.) Ama o da öğrendi artık benim öğle yemeğinden sonra insana dönüştüğümü –ajanstaki herkesle beraber-. Otobüs bizim oradaki ışıklara gelip takıldığında -ki mutlaka en az bir kere takılır- şoförün kuralları takmayan sıradan bir İstanbullu olmasını ümit ederek kapıyı açmasını rica ederim (henüz ümitlerim boşa çıkmadı). Evet zafer benim. Artık ajanstayım. Tamam en azından çoğunluğum, geri kalanım da öğleden sonra gelecek.

Cuma, Ağustos 10, 2007

www.enderemiroglu.com


www.enderemiroglu.com
Yenilendi, güncellendi.
İlgililere, ilgilenenlere.

Perşembe, Ağustos 09, 2007

Mizan My İstanbul

Çok başarılı bir grup, başarılı bir müzik, başarılı bir klip. İzlemenizi şiddetle tavsiye ederim yazar arkadaşlar.

http://www.youtube.com/watch?v=E7VKrklooBU

Cuma, Ağustos 03, 2007

Bir kafestir dünya

Fikirleri, şiirleri kadar özgür olamayan Ezra Paund, 1941-43 yılları arasında Roma Radyo’sunda yaptığı konuşmalardaki ABD’yi suçlayıcı tutumu nedeniyle Amerikan birliklerince tutuklanmış, altı ay hapis yatmıştı. Bunun yirmi beş gününü açıktaki bir kafeste geçirmişti. Kafese tıkıldığında Konfüçyus’tan çeviriler yapmış ve Kantolar’ın en etkileyici bölümlerini de burada yazmıştı.

Demek ki, iyi yazmak için kafese tıkılmak gerekiyormuş!