Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Afyon Patlaması

Aşağı yukarı 30 yıldır her sabah yataktan kalkarım. Ama bunlardan biri bile kolay olmamıştır. Hani bir zamanlar Savaş Ay, A Takımı’nı açarken “zıpkın gibi, fişşek gibi” derdi ya... İşte öyle bir ruh hali içinde olmadım hiçbir sabah. Gün ışıkları bilincimi yakalayıp yüzeye çekmeye çalıştığında, beyin hücrelerim arasında bir münazara başlar. Yarısı “kalksana be adam, yazman gereken metinler, girmen gereken toplantılar, cevap vermen gereken sorular var, kalk git kaçarı yok bunun” derken, diğer yarısı “amaaaan en fazla n’olur ki olm” demekle yetinir ve genellikle ben ikinci yarıyı dinlerim (onlar daha bir benim kafadan). Trainspotting’de Renton’un halıya gömüldüğü gibi yatağa gömülmek, karanlık tarafından tekrar yutulmak isterim. Hele tarihin en sıcak yazını yaşadığımız şu günlerde! Yatak, kısık ateşe ayarlanmış bir sac ızgara, ben de ona yapışmış eriyik burger peyniri. Birilerinin beni kazıması gerekir. Nihayet yataktan yere aktığımda, asıl işkence yeni başlar. Kafatasımda sıkışmış, fırlamayı bekleyen bir yay, göz yuvalarımdaysa kor halinde birer kömür parçası. Onlara su çarpmak da bir işe yaramaz, aksine acıyı artırır sadece. Sonunda yarı bitki yarı insan kendimi dışarı atarım. (Kahvaltı mevzu bahis değildir tabii ki.) Mecidiyeköy Meydanı’na çıkan ve yer yer 50 derecelik bir eğime ulaşan uzun tırmanışımı bitirdikten sonra, 27T’yi yakalar ve iki notadan oluşan sabah müziğimi kapıda dinledikten sonra boş yerlerden birine kendimi bırakırım. Zafere adım adım yaklaşmaktayımdır artık. Bazen bizim “süper stajyer Ömer” stadın oralarda bir yerde aynı otobüsü yakalayıverir. Tabii burnumun dibine kadar gelmeden ben onu fark edemem. (Bazen gelse de fark edemem.) Ama o da öğrendi artık benim öğle yemeğinden sonra insana dönüştüğümü –ajanstaki herkesle beraber-. Otobüs bizim oradaki ışıklara gelip takıldığında -ki mutlaka en az bir kere takılır- şoförün kuralları takmayan sıradan bir İstanbullu olmasını ümit ederek kapıyı açmasını rica ederim (henüz ümitlerim boşa çıkmadı). Evet zafer benim. Artık ajanstayım. Tamam en azından çoğunluğum, geri kalanım da öğleden sonra gelecek.

1 Comments:

Blogger Vahide Tandelen said...

İnsan kendine bir kere taviz verdi mi, bir daha kurtulması çok zor. Ben de ertelemek konusunda çok başarılıyımdır. Ancak şu taviz meselesini düşündüğüm günden beri daha erken kalkar, yapacaklarımı daha zamanındaya yakın yapar oldum.

Bir de, her gece uykusu gece uykusu değilmiş, onu öğrendim. Mesela teninize ışık değiyorsa -ki bu televizyon, gece lambası, okuma lambası, korudordan sızan ışık bile olabilir- vücut melatonin salgılamazmış. Temel görevi vücudun biyolojik saatini kurmak ve ritmini ayarlamak olan bu hormonun eksikliğinin en belirgin yansımaları da yorgunluk ve isteksizlikmiş.

İşe yatak odasından televizyonu çıkarmak, okuma lambasının altında uyuyakalmamak gibi şeylerle başlanabilir belki.

20 Ağustos, 2007 16:41  

Yorum Gönder

<< Home