Perşembe, Eylül 14, 2006

Klik Enter 2

[Devamı için çok kastırmış gibi oldum, özür dilerim. İlginize ayrıca teşekkür ederim.]

Epsilon harfini nasıl koyuyorduk diye bakıyordum.

Ekranda belirmiş. Ama belli etmek için çaba harcamamış belli ki : Hemen çarpmadı gözüme.

“You forgot what epsylon looks like.” yanıp söndü, gözüm herhalde o zaman kaymış, yüzüm aydınlanmış olmalı.

Çoktandır ortalarda yoktu.

“Klik Enter ! Where have you been ? It’s been ages !”

(Neden İngilizce konuşuyorsak… Konuşmak demek de yanlış tabii. Yazışıyoruz demek gerek. Klik Enter ekranda akıtıyor harfleri, sözcükleri, cümleleri; bendeniz de klavyede yazıyorum. Aynı chat yapar gibi.)

“Neden mi İngilizce ? İngilizce bir e-mail yazıyordun, ben de kafası İngilizce çalışıyor şu anda diye öyle kurdum iletişimi…”

Ekrana yazmak da gerekmez oluyor galiba. Aklımdan geçenler de yetecek mi ?

“Ehhmm. Pardon, kızma, kusura bakma, ben ekrana yazmak zorundayım çünkü sen beni benim seni algılayabildiğim gibi algılayamıyorsun.”

Eh, şimdi de hakaret işte. N’APALIM, BİZ SENDEN INFERIOR’UZ…”

“Kızma demiştim ama bağırıyorsun.”

Bağırıyor muyum ?

“Büyük harf yazıyorsun.”

Ha, büyük harf kilidi takıldı. Pardon.

“Peki.”

Sahi, nerelerdeydin ? Seni anlattığımda, insanlar “Haa, Matrix” dediler. “İlginç…” dediler. Herhalde inanmadılar bana. Ya da sahiden Matrix etkisinde bir şeyler yazmaya çalıştığımı düşündüler.

“Sen ne düşündün peki ?”

Her zamanki gibi yüzeysel olduklarını, satır aralarını okumadıklarını. Haksızlık ettiklerini. Beğendiğini söyleyen bir ikisi çıktı tabii.

“Önemli mi sence ?”

Beğenmeleri mi ? Ondan söz eden kim ! Ben hikayeyi okumaktan yazı işçiliğini görmemelerine takılıyorum.

“You are really a copywriter, aren’t you ?”

Gene mi İngilizceye döndük ?

“Look, couldn’t it be that I have moods too ?”

Ne yani mood’larının bazısı İngilizce, bazısı Türkçe mi ? Başka neler var ?

“Complimentary multilingualism diye bir şey duymadın mı ?”

Haa şu mesele. Yahu, sen sahiden nesin ? Gizli bir ICQ virus mü ? Dikkat ettim de hep ben internete bağlıyken çıkıyorsun ortaya.

“Internet özel isimdir, büyük harf i ile yazılır. Neyse. Hep kafan öyle ya da böyle karışıkken ortaya çıktığımı da farkettin mi peki ? Bilgisayar üzerinden iletişim kurduğuma bakıp niye beni salt bilgisayar ya da ne biliim İnternet ortamına konumlandırıyorsun ? Başka bir ortam ya da boyutta var olamaz mıyım ?”

Oh boy !

“Ne o, İngilizceye başkaları da dönüyor galiba… Huh ?”

Allahım, aklımı mı oynatıyorum acaba ?

“Everything you submit may be read or picked up in transit.
If you really wanna talk to him in private, you should use
a 124-bit secure line. * Remind me everytime. * Do not remind me again.”

Ne garip, you have the right to remain silent : everything you say may and will be used against you, demek gibi birşey.

“Miranda.”

Evet Miranda. Bana haklarımı okudunuz Klik Enter. Düşman mıyız artık ?

“Dost muyuz ?”

Başka bir şansım var mı ?

“Şu senin yeni download ettiğin Lottery Picker var ya, onda pek iş yok biliyor musun ?”

Nereden biliyorsun, lotto mu oynuyorsun ?

“You bet !”

Bak, az önce bir soru sordum ama cevap vermedin. Vermeyecek misin ?

“Sahi nerelerdeydin ? dedin. Cevap vermedin diyorsun ama, niye beni bilgisayar ortamında konumlandırıyorsun başka bir ortam ya da boyutta olamaz mıyım demedim mi ? Bu cevap değil mi ?”

Biraz soruya benziyor bence. Hem de iki kere.

“Come come.”

Enough of this ingilizce ama, sıçtırıcan. Kötü ODTÜ’lüler gibi konuşturuyorsun beni. (Gene konuşmak dedim. Chat de konuşma duygusunu yine bu nedenle veriyor herhalde.)

Sırıtma, bunu nasıl becerdin şimdi ? Artık harfler yetmiyor grafik de mi gösteriyorsun bana ? Web gibi oldu…

“Gördüğünden eminsin demek ? Ne gördüğünü düşünüyorsun peki ?”

Ne demek ne gördüğümü düşünüyorum ? Basbayağı sırıtan bir surat gördüm, grafik, illustratif. Cut-out. Herhalde sen olmalısın. Neyle yaptın ? Benim makinede Illustrator yok. Photoshop ile o olmaz. Neyle yaptın söyler misin ?

“Bak gene senin makineyle sınırlıyorsun işi. Neden ?”

Başka bir bilgisayarda da çıkacak mısın yani karşıma ?? Hem niye doğru dürüst bir cevap alamıyorum sorularıma ? Hep kaçamak, hep dolambaçlısın.

“Oğlum, dur, dellenme. Anlatıcam, bekle.”

Haydee. Şimdi de mahalle ağzı çıktı. Zaten bu iş fazla uzadı. Biri görse halimi ne anlam verir bilmem.

Bak işim var, saat 3.22 oldu. Yatmam lazım. Kusura bakma. Görüşürüz. Tamam mı ? Ciao.

“C’ya, sport.”

Command Q. Şaşmaz dostum benim. C’ya sport muş…

2 Comments:

Blogger Ahu Serap Tursun said...

Bir zamanlar TRT FM'de 'Arkası Yarın' diye bir program vardı. O piyesleri nasıl merakla bekliyordum. Aynı duyguyu yaşattınız bana.

Eğer bu yaşanmış hikayenin devamı var ise bekliyorum. Hikaye burada bitiyorsa, kurgu da olsa devamını mutlaka yazmalısınız. Çok etkiliyeci.

14 Eylül, 2006 14:10  
Blogger Murat Kaya said...

: )

15 Eylül, 2006 01:21  

Yorum Gönder

<< Home