Çarşamba, Eylül 13, 2006

HP’den becerebildiğiniz kadar uzak durun!

Bu, boşuna edilmiş bir söz değildir. HP’nin bana yaşattığı ve daha da yaşatmaya hazır olduğu sorunları anlattığım zaman, işin başında HP ile ilgili bir sorunumun bulunmadığını, HP’den bir masa üstü yazıcı aldığım zaman ise burnumu sorunlardan kurtaramadığımı göreceksiniz.

Eski yazıcım kullanılamaz duruma geldiği için, 15 Mayıs 2006 günü, güvenilir bir satıcı olarak gördüğüm Teknosa’nın Beşiktaş mağazasına gittim. Satış için sergilenen bütün yazıcıları tek tek inceledim, anlayamadığım konularda satış elemanlarından bilgi aldım. Sonuçta HP’nin PSC 1510 kodlu yazıcı, tarayıcı ve fokokopi işlevlerini yerine getiren cihazını satın aldım. Serüven de burada başladı.

Cihazı, kullanım kılavuzunu ayrıntılarına varıncaya kadar okuyarak kurdum. Özel CD’sini kullanarak, bilgisayarımla iletişim kurmasını sağladım. Fakat bütün çabalarıma karşın cihaz işlevlerini yerine getirmiyor, birtakım garip sesler çıkarıp duruyordu. O günü hiçbir şey yapamadan ve işimi göremeden geçirdim.

Ertesi gün cihazı kutusuna koyarak satın aldığım Teknosa mağazasına gittim. Satış elemanları büyük bir ilgiyle cihazı denediler ve sonuçta arızalı olduğuna karar verip bir yenisiyle değiştirdiler. Bu arada satıcı gençlerden birisi, bu cihazların sıklıkla arızalı çıktığını ve değiştirmek zorunda kaldıklarını söyledi. Yeni cihazı aynı dikkatle kurdum ve büyük bir keyifle kullanmaya başladım. İşimi bir günlük gecikmeyle yapabilmiştim.

Aradan üç hafta kadar geçmişti ki, bilgisayarın yazıcıya kumanda etmediğini, daha doğrusu onu tanımadığını fark ettim. Tüm çabalarıma karşın, ertesi güne yetiştirmem gereken çıkışları bir türlü alamıyordum. HP’nin sesli yanıt sistemine ulaşıp, teknik destek elemanına ne yapmam gerektiğini sordum. Cihazı servise götürmem gerektiğini söyledi. Vaktim olmadığı için benden almalarını istedim, küçük cihazlar için eve ya da işyerine servis gönderemediklerini, benim götürmem gerektiğini söylediler. Bana en yakın servisi öğrenebilmek için adres sordum. İstanbul’da sadece Okmeydanı’nda servisleri bulunduğunu bildirdiler.

Bereket ki Avrupa yakasındaydım, kişisel sorunlarım için çalıştığım şirketin elemanlarından ve olanaklarından yararlanmayı düşünmediğim için, ertesi gün, Anadolu yakasında yaşayanlara acıma duygusu içinde Okmeydanı’ndaki servise gittim. Arabaya kan ter içinde yer bulabildikten sonra ulaşabildiğim teknik serviste tam bir şok ve düş kırıklığı yaşadım. Genişçe bir salondaki bankoda arızalı cihazları teslim alan ve onarılanları teslim eden dört görevli vardı. Ama bankoların önü görülecek gibiydi. Kuyruk servis alanının dışına kadar taşıyordu. Saydım, tam yirmi dört kişi vardı. Her birinin koltuğunun altında ya da ayaklarının dibinde masa üstü yazıcılar, diz üstü bilgisayarlar ve birtakım tanımadığım HP markalı cihazlar vardı. Lahavle çekip, yarım saat bekledikten sonra cihazı teslim ettim. İki gün sonra aramam ve bilgi almam gerektiğini, cihaz onarılmışsa da bir gün sonra gelip alabileceğimi söylediler.

İki gün yazıcısız kaldıktan sonra servisi aradım. Cihazın onarıldığını ve alabileceğimi söylediler. Bir kez daha Okmeydanı’na gidip, park yeri bulabilmek için aynı serüveni yaşadıktan sonra servis salonuna girdim. Manzara aynı idi ve cihazını kucaklayanların kuyruğu salonun dışına sarkmıştı. Sıram gelinceye kadar kuyruktakilerle sohbet ettim. Yakınmalar farksızdı. Oraya gelenlerin önemli bir bölümü de Anadolu yakasındandı. Şirketlerden gelenler, büyük poşetlere doldurdukları diz üstü bilgisayarların sayısından belli oluyordu. Bu kez de yarım saat kadar bekledikten sonra yazıcıyı kucaklayıp arabama döndüm. Sorunun tümüyle çözüldüğünü ümit ediyor, ama bir türlü inanamıyordum.

Nitekim bir bir buçuk ay kadar sonra aynı sorunla yeniden karşılaştım. Bilgisayar yazıcıyı yine tanımıyordu. Bu kez benim bilgisayarımda bir sorun olduğunu düşünerek yakınımdaki bir Macintosh servisine gittim. Bütün kontroller yapıldı. Sorun yazıcıda idi. Ertesi gün 14 Ağustos’ta Okmeydanı’nı bir kez daha boyladım. Aynı sorunlarla boğuştuktan sonra ulaştığım teknik serviste manzara hiç farklı değildi ve kuyruk muhteşemdi. Gerginliğimi saklamaya özen göstererek, servisteki son derece saygılı elemanlara yakındım. Benim HP’nin merkezine başvurmamı ve cihazın değiştirilmesini istememi önerdiler. Cihazı bıraktıktan sonra HP merkezini aradım ve sesli yanıt sistemindeki müşteri temsilcisine durumu anlattım. Aldığım yanıt ilginçti: “Cihazınız bir yıl içinde aynı arızayı beş kez tekrarlarsa yenisiyle değiştirebiliriz” Kanımın donduğunu hissettim.

Ben bir yıl içinde, hiç hazırlıklı olmadığım zamanlarda on kez (teslim etmek ve teslim almak üzere), Okmeydanı’ndaki servise koltuğumda cihazla gideceğim ve HP ancak o zaman cihazının onarılamaz olduğunu “algılayabilecek” sonra da lütfedip bana, aynı sorunları yaşatmayacağına inanmam mümkün olmayan bir başka cihazını verecek...

Öfkemi bastırmaya özen göstererek telefonu kapattım ve iki gün sonra, onarıldığı söylenen cihazı almak için HP’nin mukaddes teknik servisini bir kez daha ziyaret ve tavaf ettim. Evet cihaz çalışıyordu ve ben tüm öfkemi yenip işlerimin başına döndüm.

O da ne? Aradan gene bir aydan biraz fazla zaman geçmişti ki, bilgisayarım bu ne idüğü belirsiz cihazı tanımadığını ilan etmeye başladı. Benim için öfke her zaman olduğu gibi giderek tatlanmaya başlamıştı, ama yapabilecek hiçbir şey yoktu. Sabrımı kontrole alarak HP merkezini bir kez daha aradım. Yanıt aynıydı. Gerçi ben yılda 5 kez tekrarlanması gereken aynı arızanın üçüncüsünü tamamlamak üzereydim ve geriye kala kala iki arıza vardı ama, bende o anlayış ve her zaman nefret ettiğim o hoşgörü duygusu ve sabırdan eser kalmamıştı.

Yapabilecek tek şey olduğunu düşünüp, yanlış anımsamıyorsam 4 Eylül günü aynı duygularla Okmeydanı yollarını bir kez daha katettim ve kutsal servisin salonuna girdim. Bu kez sesimi de yükselterek, cihazı HP’ye armağan etmeye geldiğimi, onarımını istemediğimi söyledim ve bankoya bıraktım. Bankodaki son derece duyarlı, saygılı ve bir servis elemanında bulunması gereken tüm niteliklere sahip Onur adındaki bir görevli benimle ilgilendi ve binanın ikinci katındaki onarım salonuna çıkardı. Orada da benimle yakından ilgilendiler. Ama benim için HP markası ve HP ürünleri kalitesizlik, düş kırıklığı, zaman ve işgücü kaybı, güvensizlik, eziyet gibi kavramlarla bütünleştiği için gençlerin tüm ilgilerine karşın cihazı orada bıraktım ve hiçbir belge almaksızın kendimi dışarı attım.

Bir dünya markasının ne kadar sorumluluk sahibi, ne kadar duyarlı, ne kadar müşteri odaklı olduğunu anlayabilmek için de hiç sesimi çıkarmaksızın bugüne (14.09.2006) kadar sabırla bekledim. HP’den tıs yok...

Acaba bu dünya markası eyçpi bize, anavatanı gibi sömürge muamelesi mi yapıyor?..

Bu bir dost uyarısı... HP’den, becerebildiğiniz kadar uzak durun. İnanmıyorsanız, bir gün zamanınıza kıyıp Okmeydanı’ndaki teknik servise gidin ve hatta oradaki manzarayı görüntüleyin. Kuyrukta bekleyenlerin yakınmalarını dinleyin. Bir dünya markasının Türkiye’ye nasıl baktığına tanık olun.

4 Comments:

Blogger Nokta Çelik said...

Geçmiş olsun.

14 Eylül, 2006 10:01  
Blogger Haluk Mesci said...

İlginç, acıklı ve sinirlendirici...

Hangi ürün bilmiyorum ama ben evde ve işte, kişisel baskılar için, HP deskjet 3650 kullanıyorum ve wireless bağlantısı yapamamak dışında (o da Macintosh diye) herhangi bir sorun çıkarmadılar. Yanılmıyorsam 2.5-3. yıla giriyorum.

Ukalalık saymazsan, bir firmware sorunu olabilir mi acaba ? (Diyeceksin ki servis bilmez mi ? Garip ama bilmeyebiliyor.) Öyle ise, web üzerinden inecek basit bir şeyle çözülebilir bile...

14 Eylül, 2006 10:06  
Blogger Şahin Tekgündüz said...

Sevgili Haluk,

Sözünü etti€in çözümlerin hepsini denedim. Yaz›ya aktard›klar›m sadece HP'nin, ürünü satt›ktan sonra kullan›c›ya bak›fl›n› ve sorumluluk düzeyini gösteren noktalar. Ayr›ca, sorumluluk sahibi ve yetkin bir teknik servis bu konularda da öneride ya da uyar›da bulunmaz m›?..

(Senden ricam, cihaz›n kod numaras› 1500 de€il, 1510 olacak. Ben düzeltemiyorum, san›r›m sen düzeltebilirsin. Sevgiler...)

14 Eylül, 2006 10:34  
Blogger Maksude Kılınç said...

HP ile ilgili duyduğum bu kaçıncı öykü.

Yeni bir yazıcı almaya karar verdiğimde bana servis hizmeti sunan dostum, "deli misin, HP'yi boşver" dedi ve onu dinledim. İyi de yapmışım.

Ama bence asıl hikaye, kendisine dünya markası diyen HP'nin sorumsuzluk duygusu. Bizi ne sanıyorlar? Artık tüketicinin "hakkımı arıyorum" davaları başlamalı. Hele ki ülkemizi çöplük sanan bu sözümona dünya markalarına karşı açılan davaların önceliği olmalı.

Sakın milliyetçilik edebiyatı falan yaptığımı sanmayın. Ben de bu devlerin çoğuna, ülkeme gösterdikleri özensizlik nedeniyle fena halde gıcığım.

Geçmiş olsun Şahin Bey, görünen o ki epeyce uğraşacaksınız.

14 Eylül, 2006 22:55  

Yorum Gönder

<< Home