Pazartesi, Eylül 25, 2006

Kayıp

Annem eczacıdır. Hemen hemen benimle yaşıt bir tabelanın asılı olduğu ufak bir dükkanda büyüttü beni. Ankara'da. Nöbet yatağında öğle uykusu, laboratuarda kaynayan vişne reçeli kokusu. Sıkıntıdan ilaç kutularına sığındım, okuma yazma öğrettiler bana. Kaybolurdum sık sık. İki yan binanın kapıcısının oğluyla arka bahçelerde bulurlardı beni. Annem. Babam. Kapıcı İhsan Amca. Toz, toprak, çamur üçlüsüne kan da dahil olursa olay olurdu, gürültü koparırdı annem. Ben de koparırdım; ama en fazla yaranın üzerindeki kabuğu. Tahta sıralara gelene kadar taş kaldırımlarda oturdum. Yanımda Halil; kapıcının oğlu.

Üzerinden neredeyse 20 yıl geçti. Ben değiştim, annem değişti ama eczane hala aynı. Tabela da öyle. Ankara'da, yine dükkanın önündeydim. Yılda birkaç kere yapılan rutin İstanbul - Ankara yolculuklarından birinin saatler sonrası. Çocukken kafamı vurup yardığım ve artık yerinde olmayan kaldırım taşını özlemekle meşgulken gölgeler yansıdı yere. İhsan Amca ve karısı. Hayat acımasız, beyazlamışlar. Şapır şupur öpme arzusuyla gökyüzüne uzandı kadıncağız, aramızdaki 30 cm'lik boy farkını yenmek için. Hatırlar soruldu, Halil hakkında konuşuldu. Futbolcu olma hayallerinin yerine geçen Açıköğretim Fakültesi'nden bahsetti babası oğlunu anlatırken, gözlerinde gurur ışıltısı. Sıra beni konuşmaya gelmişti tabii. Okul bitmiş miydi? Ne iş yapıyordum yaban ellerde? Cevap bekleyen meraklı gözler dikildi üzerime.

- Reklamcıyım.

Sessizlik ne kadar sürdü bilmiyorum. Belki beş belki on saniye. Mesleğimi gururla dile getirirken kasılmamaya özen göstermiştim ama ters giden bir şey vardı. Tanıdık bir bakış. Yirmi sene önce ufacık kapıcı dairesindeki yer sofrasında gördüğüm bir bakış. Tabağımda kalan son pirinç tanelerini yemeye tenezzül etmeden sofradan kalkmaya yeltendiğimde gözlerimle buluşan gözler. İhsan Amca'nın koyu kahve gözleri. Şaşkınlık. Kınama. Bozulma. O gün sessiz kalmıştı ama bu defa konuşmalıydı. Sesindeki affedici ton ise, yüz metreden anlaşılacak türdendi.

- Olsun!

Olsundu. Olmalıydı. Oluyordu da. Çünkü olmak ya da olmamak vardı hayatta. Ben oldurmayı seçmiştim. Kendimi oyunun dışına itmiştim. Kalabalıktan değildim, kalabalık için vardım artık. Yine sık sık kayboluyorum. Kendi içimde yolumu bulamıyorum. Halil de yanımda yok işin kötüsü. Gecenin bir vakti sokağa vuruyorum kendimi. Tekrar kaybolmak için. Kaybolmak ve bulunmak için. Toz, toprak, çamur. Olsun. Yine olsun.

1 Comments:

Blogger Maksude Kılınç said...

Halil yoksa biz varız Sevgili Can Yücel.
Üzülme, neredeyse hepimizin hayatında benzer bir hikaye vardır. Yalnız değilsin.

28 Eylül, 2006 10:36  

Yorum Gönder

<< Home