Cin Bilgisi ve Tonik Kültürü
İzmir Kordon’da, Sirena Cafe’de, barda duran Hasan Hoca vardı.
Akşam kaçamaklarımızın en baba simalarından biriydi.
O mekanın kapısından girdiğimiz her an aynı repliği savururduk.
“Hasan Hoca Hasan Hoca! Yok mu bize loca?” Loca dediğimiz yer de,
L biçimindeki barın, denize bakan kısa bacağındaki üç dört koltuktan ibaret.
Sefa adamıyız, oturduğumuz yerden denizi görmezsek olmaz, rahatımız kaçar.
Hasan Hoca’nın ahşap barın üstüne koyduğu bir bardak cin tonikten aldığım tadı,
o zamanlar evimde de yakalamaya çalışırdım. Bir türlü mümkün olmadı. Sonra Hasan Hoca’ya açıldım. Dedim ki, bak üstad, ben de senin gibi, bildiğimiz Tekel cinine, malumunuz Şıveps tonik karıştırıyorum, olmuyor. Neden olmuyor?
Önce buzu koy, sonra cini, sonra toniği, dedi. Sonra elindeki kaşıkla, bardağın dibine vura vura karıştır. Bardağın kalın tabanından ses çıksın. Hadise aslında moleküllerle alakalı. Onların iç içe geçmesiyle alakalı. İki sıvıyı aynı bardağa dökersen, onları karıştırmış olmazsın. Olaya ruhunu, kimyanı katacaksın.
Sıvılar, karışım, molekül... Tuhaf sözcükler. Düşünün, bir laboratuvar ortamındasınız, elinizin altında her şey var. Formüller, gerçekler.
Olayı ısıtacak ya da soğutacak her türlü düzenek. Sizi olası tehlikelerden koruyacak maskeler ve daha binbir çeşit önlem. Her şey var. Ama, kimya bilimi sizden çok büyük birşey istiyor. Bilim olarak formülünü keşfedemediği birşey istiyor.
Tepkimeye ruhunuzu katmanızı istiyor. Tutku istiyor. İlginç. Çok ilginç.
Vay be, insanın bu hayatta ruhunu katması gereken ne çok iş varmış diyelim diye, ders çıkaralım diye anlatmadım bu hikayeyi. Vakit buldum. Sofistike bir yazının peşindeydim. Ne yapalım araya aktarılması gereken bir anı girdi. Yazının rotası değişti.
Akşam kaçamaklarımızın en baba simalarından biriydi.
O mekanın kapısından girdiğimiz her an aynı repliği savururduk.
“Hasan Hoca Hasan Hoca! Yok mu bize loca?” Loca dediğimiz yer de,
L biçimindeki barın, denize bakan kısa bacağındaki üç dört koltuktan ibaret.
Sefa adamıyız, oturduğumuz yerden denizi görmezsek olmaz, rahatımız kaçar.
Hasan Hoca’nın ahşap barın üstüne koyduğu bir bardak cin tonikten aldığım tadı,
o zamanlar evimde de yakalamaya çalışırdım. Bir türlü mümkün olmadı. Sonra Hasan Hoca’ya açıldım. Dedim ki, bak üstad, ben de senin gibi, bildiğimiz Tekel cinine, malumunuz Şıveps tonik karıştırıyorum, olmuyor. Neden olmuyor?
Önce buzu koy, sonra cini, sonra toniği, dedi. Sonra elindeki kaşıkla, bardağın dibine vura vura karıştır. Bardağın kalın tabanından ses çıksın. Hadise aslında moleküllerle alakalı. Onların iç içe geçmesiyle alakalı. İki sıvıyı aynı bardağa dökersen, onları karıştırmış olmazsın. Olaya ruhunu, kimyanı katacaksın.
Sıvılar, karışım, molekül... Tuhaf sözcükler. Düşünün, bir laboratuvar ortamındasınız, elinizin altında her şey var. Formüller, gerçekler.
Olayı ısıtacak ya da soğutacak her türlü düzenek. Sizi olası tehlikelerden koruyacak maskeler ve daha binbir çeşit önlem. Her şey var. Ama, kimya bilimi sizden çok büyük birşey istiyor. Bilim olarak formülünü keşfedemediği birşey istiyor.
Tepkimeye ruhunuzu katmanızı istiyor. Tutku istiyor. İlginç. Çok ilginç.
Vay be, insanın bu hayatta ruhunu katması gereken ne çok iş varmış diyelim diye, ders çıkaralım diye anlatmadım bu hikayeyi. Vakit buldum. Sofistike bir yazının peşindeydim. Ne yapalım araya aktarılması gereken bir anı girdi. Yazının rotası değişti.
1 Comments:
Şimdi bilirsin belki o dükkanda Ege oturuyor. Ege'nin ezelini biliyorum ama cinle arası nasıl bilmiyorum.
Bir de eğer çok iyi karıştırdıktan sonra, bir iki yaprak taze nane atarsan, başka ve daha güzel bir kimya ile karşılaşabilirsin. Bir de keyifliysen işte ruh orada.
Hadi şimdi kağıt kalemi eline al.
Yorum Gönder
<< Home