Çarşamba, Eylül 20, 2006

Peki!

"Haddim mi acaba?" falan demeden iç sesimi dinledim, bağdaş kurdum oturdum, yazıyorum;

1. Bu blog'da Türkçe karakter kullanılıyor arkadaşlar. Elektronik posta okur gibi yazılar okumak istemiyorum. Her seferinde önce düzeltme yapmaya çalışıyorum, içerik kaçıyor. Bu benim sapıklığım olabilir ama yine de söylemek istedim. Ç, ğ, ö, ş, ü harflerimiz bizim, özgürce kullanabiliriz, "i" ve "ı" sorunumuz da yok.

2. Yazılarına kağıt ve kalemden sonra daktilo ile başlayan biri olarak söylüyorum; bana ilk öğretilenlerden biri de noktalamalardan sonra mutlaka bir "es" verilmesi gerektiğiydi. Virgül, nokta ve diğerleri.. tümü için geçerli bu. Her noktalama işaretinden sonra bir tık es! Es-noktalama işareti-es değil yani.

3. Ve, veya, ya da gibi bağlaçların önüne ya da arkasına asla virgül gelmez! Çünkü zaten bu bağlaçlar aslında virgül gibi bağlar ya da ekler.

4. Klasik "de-da", "mıdır-midir" gibi eklere dikkat! Eğer takılırsanız ve ulaşabileceğiniz bir kılavuz yoksa yakınınızda, sesli söylemeyi deneyin derim, bakın bakalım "dahi" gibi birşey hissediyor musunuz? Ben, bizim genç arkadaşlara en çok bu hatada kızarım.

4. Bazen bir durumu tanımlarken kelimeleri bozarız. Bunu bazen bilinçsizce yaparız bazen de espri olsun, bana özel bir buluş olsun diyedir. Ben ara ara yaparım, kelimelerle oynamak güzeldir çünkü. Ama bilinçsizliğe hayır! Bizim bu konuda çok dikkatli olmamız gerek. (Bu maddeye bir not; gördüğüm en keyifli kelime bozan, ulayan, buluş yapanlardan biri de sevgili üstadım Tansu M.Gülaydın'dır. Buradan ona bir selam çakalım.)

5. Aceleyle yazıp da harflerin yerini karıştırdığımız da olur. Bunu da çok sık yaparım. Parmaklarımın hızına bazen klavye yetişemez ve a yerine e yazdığım da olur. Bu iki harf F klavyede yanyanalar ve bana sık sık oyun yaparlar. (Hadi buyurun, bu yanyana sözcüğü nasıl yazılıyordu? Ömer Asım'ın Ana Yazım Kılavuzu'na baktım; yok! E ne olacak şimdi? Takıldım işte. Hislerim beni yanıltmaz diyorum ama yanıltacağı tutabilir. Yine Ömer Usta'nın Dil Yanlışları adlı kitabına bakıyorum ve doğruyu buluyorum; yan yana ayrı yazılırmış. Çünkü "Ad durum ekiyle kurulmuş ikilemelerde sözcükler bitiştirilmez. Bu nedenle "yanyana" değil ayrı yazılırmış. Gördüğünüz gibi bazen çok iyi bildiğinizi sandığınız bir sözcük sizi rezil edebilir.)

6. Yapıt, anımsamak gibi yeni dönem (ya da geçmişteki son dönem) sözcükleri hiç sevemedim. Benim için eser ve hatırlamak daha etkili. O halde böyle kullanırım. Zorlama olmak yerine içten olmak daha güzel! Yani, yenilikleri takip etmek size kalmış ama dilimizin doğru ya da yanlış kullanımı size kalamaz! Eh tabii ki canım bana da kalmıyor, merak etmeyin.

İşte ilk aklıma gelenler bunlar. Ben de hâlâ yanlış yapabiliyorum. Aceleci, heyecanlı ve aynı zamanda feci unutkan biri olmam nedeniyle ya klavye hatası yaparım ya da sonra düzelteceğim nasıl olsa diye yürürüm ve sonra unuturum. Kendimi biliyorum ama şikayet etmekten de vazgeçmiyorum.

Bir de "benim tarzım" durumu var tabii... Hani şimdilerde pek sık gördüğümüz. Hadi buna dokunmayalım.

Yine bir not ama önemli: Şu "yan yana" sözcüğü ile uğraşırken, kenarı tozlanmış "Dil Yanlışları"* kitabımı yeniden başucuma, Ana Yazım Kılavuzu'nun yanına koydum, yan yana duruyorlar. Her tür hızlı haberleşme sırasında dikkat etmediğimiz dil yanlışlarını düzeltmek için birebir. Tavsiye ederim. Dil Yanlışları, Ömer Asım Aksoy, Adam Yayınları.

5 Comments:

Blogger Tayfun Kısacık said...

Elinize, aklınıza, bilginize sağlık. Tam da işaret ettiğiniz hatalar yüzünden açmıştım o konu başlığını. Ustalar varken posta koymayayım demiştim... "Haddim olmayarak" demem o yüzdendir. Ama konu dil olunca sanırım herkes titizlenmeli, yanlışı gördüğü zaman konuşma hakkına sahip olmalı. Haklısınız. Ben her zaman yazdıklarımı bir kez daha gözden gecirir, yanlış yapmamak için tekrar tekrar okurum. Bazen gözden kaçan şeyler olmuyor değil. Ama aynı yazı içinde birçok hata varsa, bu yaptığımızın hata olduğunu bilmiyoruz anlamına gelir... Korkarım en kötüsü de budur.

20 Eylül, 2006 13:40  
Blogger Haluk Mesci said...

Ohh ve ohh !

Ortak Defter yazarlarının yazım ve Türkçe konusunda titizlendiğini genç dostlarımıza her durumda iletiyorum.

'Kafayı bazı şeylere takmış moruk zabıta' imajım var sanırım.

Ama aynı doğrultuda etten-kemikten uyarılar gelmesi beni çok mutlu etti.

Maksude, eline sağlık. Ve evet, fena halde haddine !

20 Eylül, 2006 14:34  
Blogger Doğan Yarıcı said...

Çok sağol Maksude Kılınç. Ellerine sağlık. Bu tür uyarı ve bilgilendirici yazıları sıklıkla yinelemekte yarar var.

Yazdıklarının hepsi doğru fakat altıncı madde bence tartışılır.

"Yeni dönem (ya da geçmişteki son dönem)" diye nitelediğin sözcükleri kullanıp kullanmamakla ilgili.

Bu elbette bir tercih fakat dil bilincini de gösterir.
Bu konuda farklı düşünüyoruz ve böyle olması da çok doğal zaten.

Konuşurken sözcüklerine dikkat etmeyenlerdenim, iş yazmaya gelince marangozun sözü kulağımda çınlar: Yüz kez ölç, bir kez biç!

Yine de ne yaparsan yap sıfır hatayla yazdığının içinden çıkmak çok zor oluyor. (Yazdığının içinden sıfır hatayla çıkmak...) Bir süre çekmecede bekletmek, yabancılaşıp tekrar okumak, gözden geçirmek oyalayıcı ancak sağlam bir yol oluyor.

Uzun tartışmalara neden olacak ancak belki de bir sonuca ulaşılamayacak bir konudan söz edeceğim. Yine de kısaca paylaşmak isterim.

Dilin yenilikleri diye bir şey var mı acaba? Dilin tutarlı olmasından söz etsek daha mı doğru olur?

Bilge Karasu, Hulki Aktunç, Vüs'at Orhan Bener, Ferit Edgü diyeceğim hemen, ardından da Elif Şafak, Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar diyeceğim.

Hangi "tarafta"yız?

(Hakkı Devrim'i katmıyorum olayın içine. O, bütünüyle "tutarlı" bir yazar. Akademisyen yazarları hiç katmıyorum, çok azını kenara ayırıp çevirmenleri de lanetliyorum şuracıkta...)

Bir yazarın dil bilinci, "üslubu" seçtiği sözcüklerden oluşuyor önünde sonunda, değil mi?

Derdini anlatmak için "anlaşılan" sözcüklerin tümünden yararlanan yazarlar var, yalnızca Osmanlıca sözcükleri seçenler, bir de Öztürkçeciler.

Gittiği yolda olabildiğinde Öztürkçe sözcük olmasına çaba gösteren yazarları yeğliyorum ben.
Gittiği yolda mümkün olduğunca Öztürkçe kelime bulunduran yazarları tercih ediyorum ben.

Hangisi? Doğru olan hangisi? değil sorum. Hangisiyiz?

Bize iyi gelen, hoşumuza giden bir yanda... Yan yana gelmesi, gelmemesi gerekenlere dikkat etmek diğer yanda.

O zaman dil herkesin malıdır deyip elbette sıyrılabiliriz işin içinden. Seçimlerimiz ne kadar bilinçli? onu sormak istiyorum burada.

Yeterince anlatabildim mi? bilmiyorum.

Defterde tartışmaya değer bir konu açtığın için bir kez daha teşekkürler.

20 Eylül, 2006 16:13  
Blogger Maksude Kılınç said...

Her ikisiyiz de Doğan. Çünkü her ikisi de bizim.

Ama yine de dil herkesin malı değil. Mal, sahip çıkıyorsan senindir, çıkmıyorsan değildir.

Seçimlerimizdeki bilince gelince; 20 yılı çoktaan aşmış olsam da, sık sık bu konuda ukalalık yapsam da, yanlışı görünce sinirlenme hakkını kendimde bol bol bulsam da bilinçliyim diyebilir miyim? Sadece hata yapma olasılığımın hep olabileceğini, kontrolü elden bırakmamak gerektiğini, çabanın hiç ama hiç bitmeyeceğini bilen bir bilincim var.

Sanırım aslında hâlâ son basamaklara ulaşmamak demek bu. Bekleyeceğim.

22 Eylül, 2006 09:47  
Blogger Murat Sohtorik said...

Semih Gümüş’ün Elif Şafak’ı da eleştirerek yazdığı “Dil, kimin dili?..” adlı yazısı şöyle “sıkı” bir paragrafla bitiyor: “Genç yazar, Kullandığım dil benim dilim, dilediğim gibi yazarım, diyebilir. Kendine inandırıcı gelen bu savunma biçimi, oysa epeyce tuhaf. Çünkü kullandığı dil, benim de dilim.”

“Sıkı” olduğunu düşünmekle birlikte katılamıyorum tam olarak bu düşünceye, fazla hegemonyacı geliyor. Ne dersiniz?

Örneğin birkaç –reklam dışı- metnimde “ve” den önce virgül kullanma ihtiyacı hissettim, “ve” den önce fazladan biraz daha duraklama istedim okurken, tersinin “kural” olduğunu bildiğim halde, kendi ihtiyacım doğrultusunda da koydum virgülü, ve devam ettim…

Bir arkadaşım hemen ilk cümleden virgül koymuştu okuttuğum bir metnime, sonra daha cümle bitmeden bir virgül daha koydu kurşun kalemle… Cümle sonunda nokta olmamasından şüphelenmeyip oraya da bir nokta koydu. Ancak ikinci cümleden sonra metnin tamamına şöyle bir göz atıp hiç noktalama işareti kullanmadığımı gördü, bunu bilinçli yaptığımı anladı, özür dileyerek sildi tüm düzeltmelerini…

Sanırım benim önemsediğim, herkesin kendi yazdığı metindeki tercihlerini açıklayabilmesi… Yani şöyle diyebilmesi: Kusura bakmayın, ama bu dil benim dilim!

Dil gibi bir konuda doğruları ve yanlışları saptamak gerçekten zor; ket vurduğu bile oluyor bazen yazmama, yanlış yapıyorum korkusu. Siz “her ikisiyiz de” derken ben ikisine de girmiyor olabilir miyim diye düşünüyorum. Hata mı yapıyorum?

Diyelim “tümce”yi seçtik ve “cümle”yi kullanmaktan vazgeçtik, “cümle alem”i de kullanmamalıyız. Hadi o, o kadar önemli değil, diyelim, “yaşam” diyorsak “hayat” yerine, “yaşam kadını” mı diyeceğiz? Bir dolu başka örnek var, eski Türkçe’sinden vazgeçtiğimizde, o kelimeyle kurulan müthiş deyimlerden, söyleyişlerden de vazgeçmemiz gerekiyor.

“Yargıç Bey” yazmak içimden gelmiyor, ben hep onu “Hakim Bey” olarak bildim (Eski Türk filmlerinde ve Hababam Sınıfı’nda mesela, evet, burada “mesela”…) (“Hababam”ın altını hemen kırmızıyla çizdi yazım ve dilbilgisi denetleyicim:))

Zamanla, bana sanki “cümle”den başka bir şey anlatıyormuş gibi gelen “tümce”ye alışırım belki, ama “örneğin” kullansam da “mesela”dan vazgeçebileceğimi sanmıyorum.

22 Eylül, 2006 14:21  

Yorum Gönder

<< Home