Salı, Ağustos 02, 2005

portfolyolarınızı doldurabiliyor musunuz?

Bugun oturmus Lürzer's Int'l Archive'ın 2005 yılına ait 3. cildini inceliyordum. 4 adet ilan carpti gozume. Bu fikirleri öne sürmek ve hayata geçirmek beni çok heyecanlandırırdı. Bu reklam fikirlerini işleyen arkadaşlara ve hayata geçiren markalara saygı duyuyor, darısı sektörümüzün ve reklamverenimizin başına diyorum. Nedir bu görsel karmaşa? Dışardaki ilantahtalarına (billboard) baktınız mı hiç? Üzücü. Hemen hepsi birer Türk yapımı Victorinox ilanı olmuş. Israrla söylüyorum, halk/müşteri bunu istiyor diye bunu yaparsak bu mesleği icra etmemize gerek kalmayacak yakında. Tıklım tıklım belediye otobüslerine benzer ilanlar yapıyoruz. Sapır sapır reklam kokuyor ilanlar. Pazar yeri gibi. Akşam herkes gittikten sonra çöp içinde kalan bir pazar yeri. Kalitesizleşiyoruz. Hızla. Ortalama iyinin, iyi mükemmelin düşmanı. Ama gördüğümüz işlerin pek çoğu maalesef ortalama bile değil. Gördüğümüz işler derken, kendimi bunun dışında tuttuğumu sanmayın lütfen. Artık bir ilanı ya da filmi eleştirmeden önce meslektaşlarımı düşünüyor, kim bilir ne oldu da böyle oldu diye düşünüyorum. Çünkü o işleri kimse yapmak istemez. Onlarla gurur duymaz. Böyle giderse birkaç yıl sonra hala 10 yıl önce yaptığımız işlerimiz ya da düşünüp de hayata geçiremediğimiz projelerimizle dolacak portfolyolarımız.

Bu arada su beğendiğim ilanları merak edenlere sayfalarını vereyim. Bu fikirleri ortaya biz çıkarmış olsak ne gibi eleştiriler alacağımızı da siz düşünün. jeep/sy26, Rimmel/ sy50, BİC/sy85, Ariel/sy95... jeep ve ariel ilanları için söyleyecek söz bulamadım. Belki siz bulursunuz.

2 Comments:

Anonymous Adsız said...

İşin acıklı tarafı, hedef kitle/sokaktaki adam/yurdum insanının, reklamverenimizin zannettiği kadar zeka yoksunu olmadığını biliyoruz aslında. Ama bu öyle bir döngü ki, zaman zaman işi kurtarmak adına, ister istemez, lanet ede ede müşterinin isteklerine boyun eğiyoruz. Bunu değiştirmenin kestirme bir yolu yoksa da, kararlılıkla uygulanacak bir stratejiyle ilerleme kaydedebilir diye düşünüyorum, düşünmek istiyorum.

Reklam okumayı bilmek ayrı bir terbiye. Temel vaadi oluşturmak ve ona sadık kalabilmek, hizmet verdiğimiz reklamverenin kim olduğuna bağlı olarak mucize mertebesinde kalabiliyor. Victorinox, "ortaya karışık yanar döner meyva tabağı"na mükemmel bir örnek. Müşterimle paylaştım ve "Victorinox" daha şimdiden aramızda kod adı haline geldi :)

Belki belirli aralıklarla bu insanlarla bir araya gelip shots, ödüllü filmler, dünyadan/Türkiye'den iyi basın reklamları ve farklı reklam uygulamalarını izleyip/inceleyip tartışmakta yarar olabilir. Beğendiğimiz işleri neden beğendiğimizi, neden başarılı olduklarını paylaşmak, hatta bunu onların telaffuz etmelerini sağlamak, hem zamanla daha geniş bir vizyona sahip olabilmelerini sağlama, hem de ortak bir dil tutturabilme yolunda önemli bir adım olabilir.

İyimserim, evet, ama... Üniversiteden yeni çıkmış ya da yeterli deneyime/bilgiye/donanıma sahip olmadan, sırf adı "brand manager" ve şirketi ona karar verme yetkisini verdi diye kendini Tanrı sanan yeniyetmelerin mantar gibi türediği bir dönemde, kimse kimsenin kafasına vura vura anlamlı bir sonuç elde edemiyor.
"New business" kolay elde edilmediği gibi, ticari de dahil olmak üzere pek çok nedenle vedalaşmak da çok kolay değil.


Hayıflanmak yerine adım atmak adına düşünebildiğim en iyi yöntem ilacı ekmeğin içine sokuşturarak vermek :)

Allah zihin açıklığı versin efendim !


Sedef Türkmen
(müştem ailesinden bir "ortakdefter" müptelası)

03 Ağustos, 2005 23:11  
Blogger Fırat Yıldız said...

Victorinox'tan bahsetmişken, buna benzer bir şey yaşamıştım, bu post'u görünce tekrar bir bakasım geldi ve içim sıkıldı. Buyrun bakın ve sizin de içiniz sıkılsın...
http://elmaaltshift.blogspot.com/2005_06_01_elmaaltshift_archive.html
(Bir ilan, bir insan başlıklı olan yazı)

04 Ağustos, 2005 01:00  

Yorum Gönder

<< Home