Cuma, Şubat 25, 2005

Kime güvenelim?

Daha önce de dile getirilmişti ama bu konuda benim de söylemek istediklerim var. Söze nereden başlayayım bilemiyorum ama...Derdim Türk dili konusunda başvurabileceğimiz tek, doğru ve güvenilir bir kaynak olmayışı. Bunu Hakkı Devrim de Radikal'deki köşesinde sık sık dile getirir. Kendisine sorulan dilbilgisiyle ilgili çoğu konuda " Türkçe sözlüğe baktım şöyle diyor, imla kılavuzunda da böyle yer almış, ama Ömer Asım Aksoy bu konu hakkında şöyle der. Bence de şu şekilde kullanımı doğrudur" tarzında yorumlarını çok okudum.

Sayın Sevgi Sözel de demiş ki "Resmi TDK, 1950'lerden bu yana "dersane" yazılan bir sözcüğün yazımını bozmuştur; bu yazı, resmi TDK'nin yazım ve dil birliğini bozmasının başka bir kanıtıdır.

Yanlış biliyorsam bağışlayın ama aynı TDK değil miydi bir dönem "şapkaları" kaldıran? Hatta yanlış anımsamıyorsam "şapkalarımızı geri istiyoruz" diye bir kampanya başlatılmıştı daha sonra. Yine aynı TDK'nin imla kılavuzuna bakıyorum, (1996 basımı)"birleşik kelimeler" başlğı altındaki açıklamada 33. sayfanın b maddesinde " bir topluluğun yöneticisi anlamındaki "başı" sözüyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları: ahçıbaşı..." diye devam edilmiş. Doğrusu aşçı değil midir diye internetten TDK'nin sözlüğüne bakıyorum, her iki sözcük de var. Ahçı da aşçı da.. Ahçı diye arayınca BKZ. AŞÇI diyor. Sözcük köklerinin birbiriyleriyle ilgisi yok. Hangisi doğru? ikisi de mi? Mümkün mü?

Anlayamadığım şu: ne oluyor, ne değişiyor da bir dönem kullanılan şapkalar birden kalkıyor? "dersane" sözcüğü neden 1950'lerden sonra dershane oluyor? Dil gelişen, canlı bir yapıdır ama nasıl gelişeceğini belirlemek için değil midir dilbilgisi kuralları? Onlar da mı değişir? Başa gelen her yeni iktidara göre mi değişir? Zaten yanlış yapılıyordur da birileri gelir doğrusunu mu yapar? Bir ülkenin Dil Derneği Başkanı o ülkenin resmi dil kurumu hakkında "dil birliğini bozuyor" diyorsa bu kuruma nasıl güvenilir? Kime güvenilir? Henüz kendi dilbilgisi kurallarını belirleyememiş bir ülke, dilini nasıl yabancı dillerin etkisinden kurtararır? Kim, kimler, nasıl kurtarabilir?

2 Comments:

Blogger Haluk Mesci said...

Hem niye 'eczane', 'pastane', 'hastane' de, 'dershane' ?

25 Şubat, 2005 15:19  
Blogger Doğan Yarıcı said...

Bir sözlükte aradığınız sözcüğün karşılığında "bakınız" varsa, ahçı-aşçı'da olduğu gibi, gönderildiğiniz sözcük doğru, ilk kullanılan oluyor. Yanlış sözcüğün karşısına anlamı yazılmıyor, okur doğrudan doğru sözcüğe postalanıyor. Genellikle sözlüklerde bu kurala uyulur.

Yani bu örnekte aşçı doğru olan, ilk kullanılan sözcüktür. Ahçı ise zamanla eğip büktüğümüz kullanımıdır. Heyhat bazen yanlış sözcük en sık kullandığımız da olabiliyor.

Eskiler buna "galat-ı meşhur" diyor. Yani yaygın olan yanlış. Reklam metinlerinde de bu sıkça karşımıza çıkıyor, reklamcı bu ayrımda genellikle yanlışa yönelmek durumunda kalıyor. Çünkü eskiler söylemiş: Galat-ı meşhur galat-ı sahih?den evladır: Bir şeyin yanlışı yaygın ise doğrusuna yeğ tutulur.

Ben kırk yıllık elektrikli süpürgenin reklam yazarı arkadaşlarımız tarafından elektrik süpürgesi yapılmasına illet oluyorum. Bir de "ne eskisi ne yenisi araştırılmıyor" gibi cahil yapımı cümlelere! Kar ile kâr farkını yaratmayanlara da artık bir şey söylemiyorum! Şimdi ben hala mı diyorum hala mı?

Sıkıştığımda genellikle Nijat Özön'ün Dil Kılavuzu ve Adam Yayınları'nın Yazım Kılavuzu'nu kıyaslayarak doğruyu bulmaya çalışıyorum. Bir zamandır, kitaplar arasında daha az gezinmek için, düzenli aralıklarla güncellediğim, el yapımı kendi yazım kılavuzum da var. Usta, şaşmaz Türkçeci, titiz yazarların kitaplarını okumak, yazdıklarının altını çizmek de besleyici bir yöntem; öneririm. Bilge Karasu, Hulki Aktunç, Necati Tosuner, Ferit Edgü bunların başlıcaları. Çok sıkışırsam da "joker" kullanıyorum. Her yazara lazım.

Fakat hepsinin başında, Hakkı Devrim'in de atladığı, görmezden geldiği bir nokta var. İnsanın bütün okuma ve yazma edimlerinden oluşturduğu, kimilerine de doğuştan armağan olduğunu düşündüğüm "dil mantığı". Türkçe öyle bir dil ki, yanlışı dilin kendi martığında bulabiliyorsunuz çoğunlukla. Doğruyu değil belki fakat yanlışı. Dil bilinci ise ayrı bir konu, birçoğumuzda olmayan şey. Hakkı Devrim'de bile. Olsaydı, bunca Osmanlıca ve Öztürkçe sözcüğü ortaya karışık yapmazdı.

Dil akıp gidiyor. Dil Derneği üyelerinden biri anlatmıştı. Anadolu'da, bir nalburda alışveriş yaparken, adamın biri dükkâna dalıyor, "Öpücük var mı?" diye soruyor. Nalbur da "Abi öpücük kalmadı, haftaya bir uğra," diye karşılık veriyor. Meraktan soruyor bizimki, "Nedir öpücük?" diye. Tükrüğümüzle cama yapıştırdığımız, havlu vs. astığımız "vantuz". Bir başka örnek de, uzun yol sürücülerinin "sinekkaydı" dediği fısfıslı sıvı. Ön cama sıkıyorsunuz da hani yolda sinekler yapışmıyor.

Dil, saf olduğu yerde deviniyor, gelişiyor, akıp gidiyor; masa başında, sanal ortamda değil.

26 Şubat, 2005 00:46  

Yorum Gönder

<< Home