Cuma, Şubat 02, 2007

Çekip Giderken (Öykü)


Önce klasiklerden yok oldular. Sonra sıra diğerlerine geldi... Ne zaman örgütlendiler, harekete geçtiler bilinmiyor? Kütüphanemdeki eski bir kitabı yeniden okumak için elime aldığımda farkettim tuhaflığı. En az kullanılan kelimelerden başlayarak tarama yaptım. Üç yüzüncü kelimeye geldiğimde yüzde beş fire vardı. On beş kelime, tarihten, hiç var olmamışçasına, tüm dillerdeki karşılıklarıyla birlikte silinmişti. Kelimeler kayboluyordu. Birkaç kişiye söyleyecek oldum, yüzüme tuhaf tuhaf baktılar. Zaten onlar o kelimeleri hiç duymamışlardı. “ Neden söz ediyordum yahu?” İşte bakışlar bu dört kelimeye benziyordu ama yoktu. Hem öyle bile olsa ne önemi vardı şimdi bunun? Yanileri bulunurdu. Kısaltmalar ve duygu simgeleri sözlüğü hazırlıyorum dedi biri. Seslileri atıyorum. “Fazla harfler zamanı yerler” dedi bir başkası. “Kib” dedi daha samimi olanı ve hızla uzaklaştı. “Kendime iyi bakarım” dedim, aynada. Derinden güldüm. Sesli ve sessiz harfleri hovardalıkla kullandım o arada. Yüzde beşlik boşluk henüz farkedilme ya da panik noktasına getirmiyordu kimseyi. Getirdiğinde belki nokta da kalmayacaktı ortada. Acaba bütün bunlar, kelimelerin organizasyonu olmayabilir miydi? Bir kelime yok edicisi, virüs gibi ortaya salınmış da olabilirdi öyle ya. Ağzını aça aça ilerleyen, kelime yiyen, biçim değiştirerek girdiği cümleye dehşet saçan bir yok edici... Dünya edebiyatçılar birliğinin acilen toplanıp konuyu çözümlemesi gerekiyordu. Tabii önce birliği kurma koşuluyla. Bırakalım, yüzde beş ona, yirmiye yükselsin ki, sorun sorun olarak kabul edilsin diyen de çıkardı eminim. Dibe varmadan yukarıya yükselinmez felsefesi... Bunlar, elindeki karmaşık cihazla oynayan ve bir yandan denize bakan bir adamın içinden geçenler. Menüye yüklenmiş binlerce obje, süje var makinede. İstediğiniz kadarını işaretleyip yükle simgesine basıyorsunuz. Ekranda sanal bir fotoğraf beliriyor. Sonra onun üstünde oynuyorsunuz. Kendinizi ya da başkalarını, internetten indirdiğiniz her şeyi ekliyorsunuz üstüne. Seçeneğiniz sonsuz. Hayal et ve çek sloganıyla satılmaya başlamıştı, ben de aldım.
“Burası boş mu, oturabilir miyim bayım”, diyor biri. Kendimi alt yazılı bir filmden gelmiş sanıyorum. “Onur”, diyorum, “adım Onur.”. İlginç bir şeye benziyor, diyor adam, makineye eğilerek. Şimdi çektim diyorum. Bakıyor. Şaşkın. “Ama” diyor, “bu resim burdan çekilemez ki? Bir teknenin içerisinde çekilmiş bu. Dört mandal, deniz ve bir yelkenli... İnsan da yok resimde üstelik.”. “İnsan, yelkenlinin içinde, kelimelerse çekip gidiyor” diyorum...
Boş boş bakıyor bana.

3 Comments:

Blogger Ahu Serap Tursun said...

''İnsan, yelkenlinin içinde, kelimelerse çekip gidiyor''...

Yüreğinize ve kaleminize sağlık...

05 Şubat, 2007 10:56  
Blogger Nokta Çelik said...

İşte bir öykü daha... "Ben de yazmalıyım" dedirten ama "benimkiler ne ki" diye elimi-kelimelerimi bağlayan:)

05 Şubat, 2007 11:00  
Blogger Maksude Kılınç said...

Bir sabah kalktığında, güneşin doğmadığını farkeder bir yazar, bir diğeri sabah hamamböceği olarak kalkar yataktan.

Başka bir yazar ise en önemli silahı olan kelimelerin birer birer, hiç olmamışcasına yok olduğunu görür. Kimse farkında değildir. Ne dehşet!

Dibe vurmadan yukarı çıkılmaz felsefesini gözüme sokan, esaslı bir bakış.

Kelimelerin yaşasın Sevgili Akay.

05 Şubat, 2007 12:42  

Yorum Gönder

<< Home