Cuma, Nisan 14, 2006

Uzlaşma


Reklamcılık üzerine birçok roman okumuşuzdur, film seyretmişizdir, hikaye dinlemişizdir. Ben de her geçen gün, yeni bir “reklam içerikli” romana veya filme rastlıyorum. Kiminde fonda bir reklam ajansı olur, kiminde de reklam dünyasından bir karakter baş kahramanımızdır.

Reklamcılıkla ilgili romanlardan son okuduğum, sevgili Haluk Mesci’nin tanışmama vesile olduğu bir roman (ve film). Elia Kazan tarafından yazılmış. Orijinal adı, “The Arrangement”. Türkçesi, “Uzlaşma”. 1967 yılında e yayınları tarafından, Nazar Büyüm çevirisi ile yayımlanmış. Elia Kazan, yazdığı romanın filmini de 1969’da çekmiş. [IMDB linki burada]

Kitabın tamamını anlatmak isterdim aslında, bir gece önce seyrettiği filmi sokakta birbirine heyecanla anlatan küçük çocuklar gibi.. Ama özet geçmek (bu yaş için) en iyisi herhalde.

Türkiye’den, Amerika’ya göç eden bir aile babası, New York’ta Şark Halı ve Kilimleri isimli bir dükkan açıyor ve Türkiye, İran, Suriye gibi ülkelerden getirdiği halıları satarak küçük bir servet ediniyor. Oğullarından Eddie, babasının işini yapmak istemediğine karar verip, annesinin desteği ile üniversite okuyarak, sonunda reklamcı oluyor. Reklamcılık kariyeri, güzel bir evlilik ile ilerler iken Eddie bir gün, kendi ile hesaplaşmaya başlıyor. Sevgilisi ile karısı arasındaki gidip gelmelerinin sonunda sevgilisi ile mutlu olacağını düşünüyor, karısı “öteki kadını” fark ediyor, ortalık karışıyor, Eddie kaza yapıyor ve ardından kazanın sebebi olarak saçma sapan sebepler öne sürüyor ve çevresinin güvenini iyice kaybediyor. Akıl hastanesine kadar giden bir yola sapıyor.

Romanın tamamı, Eddie’nin kendisini aramasıyla geçiyor. Hasta yatağında yatan babası ile ilişkileri, babasının annesi ile olan ilişkisi, kendi ilişkileri ile günümüz deyimiyle resmen “kafayı yiyor”. Doğduğu eve, eski ihtişamlı günleri hala bir hatıra olarak muhafaza eden eve gidiyor bir gün. Annesi ile babasının ayrı odalarda yatmasına içerlemiş bir çocuk olarak, babasının odasına giriyor ilk defa. Gittiği bu terk edilmiş evde, çocukluğu boyunca girmediği odaya giriyor.

Bu bölümü, yani kahramanımızın bu odaya girmesiyle keşfettiği duyguları anlattığı bölümü alıntılamak istiyorum.

“...Düzenli bir odaydı, bu insan düzensizliğinin hiç bir belirtisini taşımıyordu. Hayatını nerde geçirmişti babam? Değer verdiği şeylerin izleri nerdeydi?
Tam o anda fotoğrafı gördüm.
Fotoğraf sanatının kötü bir örneğiydi bu, rengi sıçan tüyü rengiydi, çizgileri yumuşak ve belirsiz. Ama duvarlardaki tek fotoğrafı bu. Oğullarının fotoğrafı yoktu duvarlarda, karısının fotoğrafı yoktu, hisse senetlerinin, National City bankasının fotoğrafı yoktu, Şark Halı ve Kilimleri koleksiyonunun fotoğrafı da yoktu. Kağıt oynadığı arkadaşlarının da. Bunlardan hiçbiri, hiçbirimiz pek fazla değer taşımıyorduk kendisi için. Ama bu fotoğraf taşıyordu.

Fotoğrafın konusu Erciyes dağıydı; babamın Anadolu’daki kasabasının, doğduğu kasabanın yanıbaşındaki o büyük, simetrik, dorukları karlı dağ. Erciyes, o görkemli, temiz, kusursuz dağ. Babaannem henüz sağken o dağın sözünü etmekten bıkmaz usanmazdı: Suların yaz boyunca dağın tepesinden nasıl aktığını, meyve bahçelerini, mesire yerlerini, yamaçlardaki yazlık evleri anlatırdı. Şimdi burdaydı işte, babamın içinde acıyan ne kadar özlem varsa hepsinin kaynağı, ihtiyarın duvarındaki tek sevgi simgesiydi.

Fotoğraftaki dağ benden bir yargı bekliyordu sanki, bir karar. Ne düşünüyorsun, der gibiydi, gerçek düşüncen ne? O anda yanıtlamaya, yargımın sonucunu bildirmeye zorlansaydım, ailemin bu ülkeye gelişinin bence başarısız olduğunu söylemek zorunda kalacaktım; ülkenin suçu yoktu bunda belki, ama zamanın ve o günlerin havasının kaçınılmaz sonucuydu bu. Kazanılan bolluğun simgeleri piyasa standartlarına göre bile boş, değersiz olmuştu. Kazandıkları paranın pek fazla değeri yoktu; bunu 1929’da öğrenmişlerdi. Öteki kazançlarına gelince – evler, mobilyalar, arabalar, piyanolar, süsler, giysiler, arazi – bunların hiç bir anlamı olmamıştı. Geçen yüzyıl kapanırken Amerika, Amerika! Diye bağıran bu insanlar, buraya özgürlük ve başka insanca değerlerin hayaliyle gelmişler, buldukları tek şey, mümkün olduğu ölçüde fazla para kazanmak özgürlüğü olmuştu.

Yeniden Erciyes’e baktım. Babaannem sürekli olarak Nuh’un gemisinin Ağrı’ya değil de bu dağa yanaştığını ileri sürerdi. Nuh ve yanındaki öteki insanlar, hayvanlar aşağıya doğru yamaçlardan yürüyüp inmişlerdi. Dağ çok güzeldi, efsaneye uyuyordu.”


Yanlış hatırlamıyorsam, 1993’te veya 1994’te görmüştüm Erciyes’i. Elia Kazan’ın, satır aralarında özlem çektiğini düşündüm bunları okurken. Belki de kendi hislerini yazıyordu. Nazar Büyüm’ün çevirisi olduğunu unutup Elia Kazan’ın yazdığı Türkçe kelimeleri okuyormuş hissine kapıldım sıklıkla. Anlattığı Erciyes’i de, taa 90’ların ortalarından hatırladım. Kulağımda Tarkan’ın ilk albümü çalarken bakmıştım Erciyes’e (“Yine sensiz” çalıyordu). İlk defa gerçek bir dağ görüyordum, ayrıca ürkek bakışları ile o sevimli gelincikleri.

Yukarıdaki fotoğraf, kitabın arka kapağından alındı. Ara Güler tarafından çekilmiş bir Elia Kazan fotoğrafı.

(Alıntı; Uzlaşma, Elia Kazan, e yayınları, 1967, Türkçesi Nazar Büyüm, ikinci cilt, s.623-624)

6 Comments:

Blogger Haluk Mesci said...

Üç not :

- Sevgili ustam Nazar Büyüm de Kayserilidir. Elia Kazan'la kişisel dostluğu olmuştur.

- Geçende Reklamcılık Vakfı Reklam Yazarlığı eğitimi kapsamında buluştuğumuzda, Uzlaşma'yı elden-gözden geçirdiğini söyledi. Yeniden çıkacak kitap sanırım.

- Murat Kaya uzun uzun uğraşarak filmi elde etti bildiğim kadarıyla. İlgi duyanlar olsa da keşke, bu reklamcılık filmini topluca seyredebilsek...

14 Nisan, 2006 11:49  
Blogger Hatice Üzgül said...

Haluk bey, bu filmi topluca izleyebilmemiz için kaç kişi olmamız gerekiyor?

Ben geleceklerin toplamına 1 eklenebilirim mesela?..

14 Nisan, 2006 13:30  
Blogger Murat Kaya said...

Elbette.
Ben birlikte seyrederiz diye henüz seyretmedim filmi. Duruyor öylece.

Sevgili Hatice Üzgül iki, ben üç.

Yeniden çıkacak olmasına da çok sevindim zira fotokopi ile kendime bir kopya ayırmayı düşünüyordum :)

Flaubert'in "Duygusal Eğitim"i ya da diğer ismi ile "Bir gönül ki yetişmekte"sini yıllarca beklemiştim. İthaki nihayet yeniden yayımladı. Bu sefer ismi, "Aşk Eğitimi" olmuş. Teşekkürlerimi sunarım kendilerine.

Uzlaşma'nın yeni baskısını sabırsızlıkla bekleyeceğim.

14 Nisan, 2006 14:11  
Blogger Hatice Üzgül said...

Film izlendikten sonra herkese köfte ikram edilecek dersek kişi sayısında artma olur mu sence Murat?
:))

14 Nisan, 2006 15:04  
Blogger Başak Kanat said...

Etti dört! :)

16 Nisan, 2006 02:48  
Blogger Murat Kaya said...

Sevgili Erçin Sadıkoğlu, ilk kayıt yaptıracak beş kişiye armağan verecekse, köftenin üzerine soslu promosyon olur diyorum sayın Hatice Üzgül :)

16 Nisan, 2006 18:02  

Yorum Gönder

<< Home