Pazartesi, Nisan 10, 2006

reklamcı misyonu mu?

Kusura bakmayın, gerçekten öğrenmek için soruyorum;
Reklamlarda halk gibi mi konuşmalıyız, yoksa halkı bilgilendirecek şekilde, ona yön verircesine mi konuşmalıyız?

Diyelim ki, bundan 20 sene sonra gençler "Tamam" yerine tamamen "Okey" kelimesini benimserlerse (?)
Ya tamam ne demek, bütünüyle unuturlarsa (?)
Ve ben o yıllarda hala reklamcılık yapıyorsam... Gençlere yönelik bir reklamda "Tamam" kelimesini kullanmam, müşteriye ihanet olmaz mı?
Profesyonel bir reklamcı olarak, hedef kitlenin dilinden konuşmam gerekmez mi?

İşimin gereği bu ise, bu sefer de kendi dilime, kendi özüme ihanet etmiş gibi hissetmez miyim?

Eğer edebi bir yazar olabilseydim, sonuna kadar Türkçe kelimeler kullanırdım. Anlamayan anlamasın!
Ama reklamcı olunca iş değişiyor!..

Halkın dilinden konuşmak zorunda kalacağım.
Halk dili bozuldukça, benim de kelimelerim kirlenecek...
Bir reklamcı olarak benim kelimelerim kirlendikçe, bu sorun daha büyük bir hızla yayılacak gibi geliyor!

Daha önce, lokal olarak sadece divan edebiyatında yaşanan kirlenme, şimdi televizyon aracılığı ile bütün halka yayılıyor.
Daha önce dilimizi kurtaran halk edebiyatıydı, şimdi ne kurtaracak bilmiyorum?

Sizce ne yapmalıyım?

7 Comments:

Blogger Başak Kanat said...

Sen yazdığın reklamlarda "okey" yerine inatla "tamam" dediğin müddetçe, "tamam" demeyi kim unutabilir ki?

10 Nisan, 2006 14:18  
Blogger Haluk Mesci said...

1. Halk (?) dilindeki 'bozulma' nasıl, kimlerce başlatılıyor ve besleniyor ?
2. Reklamcı bozulmaya katkıda bulunmamalıdır. Yunus Emre olmalıdır :
3. Divan şiirinin (=egemen reklamın) dili, zenginlik veya düşünmede boyut olabilir ama sentetiktiktir, dışalım yoluyla gelmektedir :
4. Günlük yaşam ülkenin ve insanın asıl diliyle direnmektedir.
5. İleri görüşlü (!) anneler-babalar çocuklarına, bebeklikten başlayarak, bir yandan da İngilizce, Almanca vb öğrettikçe çocuklar anadillerinin hangisi olduğu konusunda 'idiot' veya 'dummkopf' olmakta, nece konuştuğu hakkında umursamaz olmaktadır.
6. Bütün mankafalık, okumazlıkla da birleşince, yazıya da ne yazık ki yansımaktadır.
7. Bu duruma dur denmezse, bir süre sonra, Türklerin konuştuğu dil bir tür Tagalog, Swahili, Pidgin, Jiddish gibi bir türeme dil olacaktır.
8. Eski Türkçe harflerde olduğu gibi, 'Türkçe okuyabilen, konuşabilen' elemanlar aranabilecektir.

10 Nisan, 2006 14:21  
Blogger Haluk Mesci said...

Yeri gelmişken, Reklam Yaratıcıları Derneğinin şu kampanyasındaki yanlış da artık tartışılmalıdır :

Bu kampanyanın temel fikrinin işlenişinde (execution mu diyeydim anlaşılsın diye ??) terslik var.

'Dilinizden utanmayın' önermesi, aslında 'Dilinizden utanın, o ne biçim veya nece dil öyle ?!' olmalıdır.

Bu kampanya durdurulmalı veya düzeltilmeli.

10 Nisan, 2006 14:24  
Blogger Başak Kanat said...

Bir arkadaşım, hem de yazı ve konuşmalarında "çılgınlar gibi" İngilizce sözcükler kullanan bir arkadaşım, bir gün elinde gazeteyle geldi. Bana "Dilinizden utanmayın" başlıklı ilanı gösterdi ve şöyle dedi: "Ne güzel di mi? Çok hoşuma gidiyor bu kampanya! Böyle dillerini çıkarıyo ya insanlar, çok dikkat çekiciiieee!!!".

Sonra ne mi oldu? Türkiye'de, bir Türk olarak, İngilizce yaşamaya devam etti.

NOT: Bu arkadaşım o sıralar kendini strateji planlamacı sanıyordu (Neyse ki artık bu işi yapmıyor!).

10 Nisan, 2006 14:36  
Blogger Hatice Üzgül said...

Haluk beye katılıyorum;
"Dilinizden utanın, o ne biçim veya nece dil?"

Evet, bu daha etkili, direkt hatayı yapanlara gönderme yapan ve onları sarsan bir mesaj olurdu. Türkçe'yi düzgün kullananlar zaten dillerinden utanmıyorlar ki... İngilizce konuşanlar da bir zahmet utansınlar!

Ya da şöyle bir televizyon kampanyası olabilirdi;
Bir İngiliz çıkıp, "İngilizce olarak", kendisiyle ve ülkesiyle ne kadar gurur duyduğunu aktarıp, kimliğinin ve kültürünün öneminin bilincinde olduğunu söyledikten sonra en sonunda
"Who the hell are you?"
diye sorabilirdi:))))

Daha mı etkili olurdu?

Çok mu abarttım:)))

10 Nisan, 2006 15:13  
Blogger Hatice Üzgül said...

Haluk beye katılıyorum;
"Dilinizden utanın, o ne biçim veya nece dil?"

Evet, bu daha etkili, direkt hatayı yapanlara gönderme yapan ve onları sarsan bir mesaj olurdu. Türkçe'yi düzgün kullananlar zaten dillerinden utanmıyorlar ki... İngilizce konuşanlar da bir zahmet utansınlar!

Ya da şöyle bir televizyon kampanyası olabilirdi;
Bir İngiliz çıkıp, "İngilizce olarak", kendisiyle ve ülkesiyle ne kadar gurur duyduğunu aktarıp, kimliğinin ve kültürünün öneminin bilincinde olduğunu söyledikten sonra en sonunda
"Who the hell are you?"
diye sorabilirdi:))))

Daha mı etkili olurdu?

Çok mu abarttım:)))

10 Nisan, 2006 15:15  
Blogger Maksude Kılınç said...

Yıl 1985, okuldan yeni mezun olmuşum, bir ajansta reklam yazarı olarak başlamışım. O güne kadar da kendimce dilime sahip çıkmışım ve en değerli kitabım yazım kılavuzu...

İlk zamanların birinde Betoya için ilan metni hazırlıyorum. Cümlenin birinde "müteahhit" kullanacağım. Niyeyse kılavuza bakmadan ve kendimden de çok emin olarak "mütahit" yazmışım. Ustam kulağımı çekti, ben de ısrarla benim dediğimin doğru olduğunu iddia ettim. Ses uyumu filan da diyorum bu arada, hani biliyorum ya. Artık dil yalınlaştı, benim dediğim doğru diyorum. Ukalalık işte!

Ustam yazım kılavuzuna bak dedi, baktım ve yıkıldım. Doğru olan onun dediğiydi, kitap öyle diyordu çünkü. O günden bu yana çok iyi bilmeme karşın takıldığım bir sözcük olursa mutlaka kontrol ederim. Birlikte çalıştığım her yazar arkadaşım (tasarımcılar da dahil) hata yapmamaya çok dikkat eder. Onların kulaklarından çektiğim için değil, sakın yanlış anlaşılmasın.

Salt bizim değil, bu dili kullanan, yazan, iletişimini her nerede olursa olsun bu dille kuranlar diline sahip çıkmalı, dilini doğru kullanmalı fikrini şiddetle savunduğumuz için.

Ama bazen çok kızdığımda tasarımcı arkadaşlarıma "krofiker" yazar arkadaşlarıma "sizi gidi metin sözerileri" diyerek uyarımı belirtirim, onlar anlarlar.

12 Nisan, 2006 13:16  

Yorum Gönder

<< Home