Pazartesi, Nisan 03, 2006

Yaz görünür, yazı buharlaşır...

Böyle olur bu işler. Kış aylarının karşılıksız dostu yazı, tünelin ucunda yazı gören çoğumuzca ayaküstü unutulur...

Müfit Mesci (kardeşim benim), kısacık bir öyküsünde, yazın nispeten ıssızlaşmış bir İstanbul'u sabırla bekleyen bir çeşmeyi anlatıyordu. İster istemez aklıma geldi.

Haydin çeşmeler, yazın, siz bari yazın.



- Sevgili Şahin ! Balık bulmacasının cevabı verildi de ben mi görmedim ? Kimse bilemediyse, sen ve ben gidelim bari balığı yemeye, rakıyı içmeye...

4 Comments:

Anonymous Adsız said...

Yazıdan yaza, yazdan kışa savrulurken aklıma geldi. Çocukken en çok kışları severdim ben. Ekim, Kasım gelsin diye dört gözle beklerdim. Kasım’da doğmuşum belki ondandır derdim. Çocuklar için ayrıdır ya doğumgünü ayları :) Sonradan fark ettim ki benim kışları sevme, yazlardan fena halde hoşlanmama duygumun altında düzen takıntım yatıyor. Kışın herkes yerli yerinde, evli evinde, işli işinde... Kimin ne yaptığı belli. Yaz ise öyle mi? Herkes ayrı telden çalar, kimse kimseyi bulamaz, bulunmak da istemez. Kış biterken, dirlik düzenlik yine rafa kalkarken, herkes bir tarafa savrulacakken son demdir, yapalım şu rakı-balığı...

03 Nisan, 2006 10:32  
Blogger Şahin Tekgündüz said...

Sevgili Haluk,

Müşteri gittikçe artıyor, elini çabuk tut. Davetini bekliyorum, sorunun yanıtını öğrenmek beleş değil... Sevgiler.

03 Nisan, 2006 12:06  
Blogger Haluk Mesci said...

Yahu, hay allah, ben cevabı öğrenmeye çalışmıyorum ki ! Hele beleş hiç ! Sorum sadece, birilerinin (başta sen) cevabı bulmaktan vaz mı geçtiğini anlamaya yönelikti. Ya da her şey olup bittiyse biz niye duymadık diyesiydim...
: )
Ama seni bir gün ben davet ederim istersen.
Zaten Ayşe Tüzel hadi deyip duruyor epey bir zamandır...

03 Nisan, 2006 13:31  
Blogger İnci Vardar said...

Rakı balık anlatımları aklıma geldikçe ağzımı sulandırsa da balığın ne zaman öldüğünü bulmaya çalışmıyorum. En azından tüketici zihniyetim "Yiyoruz, bitiyor" diyor, hepsi bu. Bunun yerine balıkların neden sessiz olduğunu anlatsam mı size? Evet, anlatsam.

Bir varmış, bir yokmuş. Gökyüzü varmış, yıldızlar varmış, denizler varmış, birkaç hayvan varmış, henüz insanlar yokmuş. Balıklar da varmış o zamanlar; parlak ve pullu değillermiş ama istedikleri gibi gevezelik etmekten hiç çekinmezlermiş. Bir gece, romantik olduğunu sandığım bir balık gökyüzüne bakmış ve yıldızları görmüş. Onların denizden bile görülebilen parıltısına hayran olmuş, hemen diğer balıklara göstermiş yıldızları. Bütün balıklar yıldızlara benzemek istediklerine karar vermişler ve bu isteklerini Tanrı'ya belirtmişler.

Tanrı onları dinledikten sonra "Tamam," demiş, "sizi güzelleştirebilirim ama bir şartla: bundan sonra konuşamayacaksınız."

Balıklar düşünmemiş bile, hemen kabul etmişler Tanrı'nın önerisini. Sesleri ellerinden alınmış, bunun yerine ışıl ışıl parlayan pullar ve güzel renkler verilmiş onlara. O günden beri de sessizmiş balıklar.

Sanırım ölmüyor balıklar. Gün gelir de güzel (ve leziz) olmak için seslerini ve belki de hafızalarını feda ettiklerini hatırlarlarsa kahırlarından ölürler. Belki çoktan hatırlamışlardır, bu yüzden rakı şişesinde boğulmaya çalışıyorlardır.

04 Nisan, 2006 10:28  

Yorum Gönder

<< Home