"Bu süpermarket gazeteciliğinin çöküşüdür"
24 Nisan 2006 Pazartesi Akşam Gazetesi, 'Oray Eğin yazıyor' köşesinden...
"Bir gün, asıl işi gazetecilik olmadığı halde sayfalarda yer bulanların bir yol kazası geçireceği belliydi. Otobanda ilk aracı devrilen Ali Atıf Bir oldu. Bir de profesör titri taşıyor; en büyük etik ihlaline imza attı: Yalan haber yazdı. Kendisine imzasız bir e-mail geliyor, Hoca da hiç düşünmeden bunu aynen kopyalıyor köşeciğine, gazetesi ona itibar edip haber yapıyor. 31 Mart töreni yapılmış da üniversitede, öğrenciler esir alınmış falan... Rektörlük olayı ertesi gün yalanlıyor tabii ki.
Ama mesele haberin doğru ya da yanlış çıkması değil. Gazetelere yazı yazan bir kişinin imzasız e-mail'i yayınlamakta hiç tereddüt etmemesi. Gazeteye o yazıyı basanların bunu ya görmemeleri, ya da burada problemli bir durum olduğunu anlamamaları.
ZIP ZIP ÇEKİRGE
Aynı iş kazası Pakize Suda'nın da başına gelebilirdi, İclal Aydın'ın da. Nitekim daha evvel Deniz Akkaya'da gördük; Val Kilmer'la röportajda Ayşegül Nadir meselesini atladığında.
Boşuna bir çığlık değil bu: Gazeteci olmayanlar gazetelerde yer almasın artık... İlla olacaklarsa da uzmanlık alanlarından sıyrılmasınlar.
Diyelim Güngör Uras'sın, kendi uzmanlık alanın dışında ömrünü adadığın bir hobin var, fazladan yemek yazarsın, biz de zevkle okuruz. Mahfi Eğilmez'sin ve ekonomi dışında arkeolojiye dalmışsın, o da tamam. Ya da Deniz Gökçe'sin ve iktisat kadar spordan da anladığına yıllar içinde bizi ikna etmişsin. Nasıl karşı çıkabiliriz?
Ama Ali Atıf Bir'in 'uzmanı' olduğu reklam alanında bile kalem oynatması sakıncalara gebe. Hem birtakım şirketlere danışmanlık yapıyor, hem gidiyor bazı reklam ajanslarında dolanıp duruyor, hem de kalkıp orada not veriyor.
Bu yetmedi ona. Taşralı profesör ya, köşe yazarı ayrıcalığının tadına çabucak vardı, müthiş bir açlıkla saldırdı İstanbul'a. Gözü Anadolu takımından transfer olmuş genç futbolcu gibi açıldı. Bedava otel gezmeciliğinden meydanı boş bulup film eleştirmenliğine, fahri gurmelikten yetersiz gezginliğe zıp zıp bir çekirge. Televizyon programı, saç ektirme fikri, yanında mankeni eksik olmadan.
Hıncal Uluç'luğa oynadı. Ama siz Hıncal Uluç'un bir gün olsun fabrikasyona imza attığını gördünüz mü?
Peki fabrikas haber yapan Jayson Blair'den sonra New York Times'da ne olduğunu hatırlıyorsunuz, değil mi?
Maalesef burası Türkiye, orası da Hürriyet olduğu için Atıf Hoca sadece geçiştirilecek. Doğan Yayın Konseyi'nden de, yeni Okur Temsilcisi'nden de umudum yok.
MEYDAN ONA KALDI
Ama uzun vadedeki etkisini görmemek mümkün mü: Bu süpermarket gazeteciliğinin de çöküşüdür. Süpermarket artık çürük ürünler sunuyor, raflardaki mallar kokuyor, reyonlar bir bir çöküyor ve eninde sonunda yeni bir mağaza içi düzenlemesine gidilmesi kaçınılmazdır.
Ali Atıf Bir, bir 'konsept' olarak dahi, göründüğünden, zannedildiğinden çok daha büyük, çok daha vahim 'bir' problem.
Bir zamanlar Hürriyet'in 'hocaları' Kurthan Hoca, Mümtaz Hoca'ydı, şimdi meydan Atıf Hoca'ya kaldı ve bakın nelerle uğraşıyoruz."
"Bir gün, asıl işi gazetecilik olmadığı halde sayfalarda yer bulanların bir yol kazası geçireceği belliydi. Otobanda ilk aracı devrilen Ali Atıf Bir oldu. Bir de profesör titri taşıyor; en büyük etik ihlaline imza attı: Yalan haber yazdı. Kendisine imzasız bir e-mail geliyor, Hoca da hiç düşünmeden bunu aynen kopyalıyor köşeciğine, gazetesi ona itibar edip haber yapıyor. 31 Mart töreni yapılmış da üniversitede, öğrenciler esir alınmış falan... Rektörlük olayı ertesi gün yalanlıyor tabii ki.
Ama mesele haberin doğru ya da yanlış çıkması değil. Gazetelere yazı yazan bir kişinin imzasız e-mail'i yayınlamakta hiç tereddüt etmemesi. Gazeteye o yazıyı basanların bunu ya görmemeleri, ya da burada problemli bir durum olduğunu anlamamaları.
ZIP ZIP ÇEKİRGE
Aynı iş kazası Pakize Suda'nın da başına gelebilirdi, İclal Aydın'ın da. Nitekim daha evvel Deniz Akkaya'da gördük; Val Kilmer'la röportajda Ayşegül Nadir meselesini atladığında.
Boşuna bir çığlık değil bu: Gazeteci olmayanlar gazetelerde yer almasın artık... İlla olacaklarsa da uzmanlık alanlarından sıyrılmasınlar.
Diyelim Güngör Uras'sın, kendi uzmanlık alanın dışında ömrünü adadığın bir hobin var, fazladan yemek yazarsın, biz de zevkle okuruz. Mahfi Eğilmez'sin ve ekonomi dışında arkeolojiye dalmışsın, o da tamam. Ya da Deniz Gökçe'sin ve iktisat kadar spordan da anladığına yıllar içinde bizi ikna etmişsin. Nasıl karşı çıkabiliriz?
Ama Ali Atıf Bir'in 'uzmanı' olduğu reklam alanında bile kalem oynatması sakıncalara gebe. Hem birtakım şirketlere danışmanlık yapıyor, hem gidiyor bazı reklam ajanslarında dolanıp duruyor, hem de kalkıp orada not veriyor.
Bu yetmedi ona. Taşralı profesör ya, köşe yazarı ayrıcalığının tadına çabucak vardı, müthiş bir açlıkla saldırdı İstanbul'a. Gözü Anadolu takımından transfer olmuş genç futbolcu gibi açıldı. Bedava otel gezmeciliğinden meydanı boş bulup film eleştirmenliğine, fahri gurmelikten yetersiz gezginliğe zıp zıp bir çekirge. Televizyon programı, saç ektirme fikri, yanında mankeni eksik olmadan.
Hıncal Uluç'luğa oynadı. Ama siz Hıncal Uluç'un bir gün olsun fabrikasyona imza attığını gördünüz mü?
Peki fabrikas haber yapan Jayson Blair'den sonra New York Times'da ne olduğunu hatırlıyorsunuz, değil mi?
Maalesef burası Türkiye, orası da Hürriyet olduğu için Atıf Hoca sadece geçiştirilecek. Doğan Yayın Konseyi'nden de, yeni Okur Temsilcisi'nden de umudum yok.
MEYDAN ONA KALDI
Ama uzun vadedeki etkisini görmemek mümkün mü: Bu süpermarket gazeteciliğinin de çöküşüdür. Süpermarket artık çürük ürünler sunuyor, raflardaki mallar kokuyor, reyonlar bir bir çöküyor ve eninde sonunda yeni bir mağaza içi düzenlemesine gidilmesi kaçınılmazdır.
Ali Atıf Bir, bir 'konsept' olarak dahi, göründüğünden, zannedildiğinden çok daha büyük, çok daha vahim 'bir' problem.
Bir zamanlar Hürriyet'in 'hocaları' Kurthan Hoca, Mümtaz Hoca'ydı, şimdi meydan Atıf Hoca'ya kaldı ve bakın nelerle uğraşıyoruz."
3 Comments:
Birkaç hafta önce otobüste yaşlı bir teyzenin yanındaki adama verdiği nasihata kulak misafiri oldum;
"Biliyorsan, söyle örnek alsınlar; bilmiyorsan sus da seni adam sansınlar!"
Nasihatı alan adam, kendisinin hiç gitmediği bir adresi yalan yanlış (tahminlerle) birine tarif etmeye çalışıyordu da:))))
İlginç bir yazı!...
Bu konu ile ilgili bir film izlemiştim. Çok etkileyici idi.
Filmin "gerçek bir hikayeye" dayanıyor olmasının yanında, The New Republic'te gerçekleşmiş olması beni oldukça düşündürmüştü.
Filmin adı Shattered Glass
Stephen Glass'i konu alan haber programını da görünce, bunun "bir film" olmadığını ve gerçekleri yansıttığını görüp "vay be" demiştim.
Ayrıca, film Tom Cruise'un yapım firmasından çıkma. Bu da alakasız görünümlü, ekstradan bir not:)
Yorum Gönder
<< Home