Salı, Aralık 20, 2005

İçler acısı böyle bir şey olsa gerek.

Dün gece o kadar sinirlendim ki, geç dedim bilgisayarın başına, yaz hepsini. Sonra bekle dedim, bekle de sinirin geçsin.

Baktım geçti sandığım sinirim her dürtüde arşa çıkıyor, yaz en iyisi dedim.

Hepimiz gibi ben de çok sıkıldım televizyondan. Abuk programlardan ve onların yarattığı yapay gündemlerden. İzlememek en iyisi dedim her zamanki gibi. NTV açık. Tayfun Talipoğlu Ayvacık Köyü'nde. Okula benzetilmeye çalışılmış bir yerde öğrencilerle konuşuyor.

Çocuklar üniversitenin ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Hani sınava girince heyecanlanırsın ya, onun gibi bir şey diyorlar. Avrupa Birliği bir kenara, meslekler hakkında bile doğru dürüst bir fikir sahibi değiller. Futbol kaç kişiyle oynanır sorusuna 15 diye cevap veriyorlar. Tamam, bunları bilmemeleri onların ayıbı değil!

Sonra sıra kilit soruya geliyor. Semra Hanım kim?

- Kaynana!
- Oğlu vardı Ata. Öldü.
- Eroinden öldü.
- Alışık değilmiş, o yüzden ölmüş!

Eskiden Susam Sokağı vardı. Bize sayıları, meslekleri, yalan söylememeyi, zararlı alışkanlıklardan -ki bunlar fazla çikolata, şeker yemek, sebze yememek gibi davranışlardı o zamanlar- uzak durmayı öğretirdi. Bakıyorum yine var bir iki kanalda buna benzer programlar. Ancak bu ömür törpüsü programlarla aynı kuşaktalar.

Ne yapılabilir diye düşünüyorum. Fikir versenize.

9 Comments:

Blogger Murat Kaya said...

TV'nin fişi çekilebilir diye düşünüyorum.
Odalarda bulundukları yer değiştirilebilir diye düşünüyorum.
İkinci el pazarında satılarak yerine başka bir şey alınabilir diye düşünüyorum.
Televizyon, haber de vermiyor. Üstelik habere ulaşmak için çeşitli opsiyonlar varken TV'de ısrar edilmesini de yadırgıyorum.
Haa bir de Noam Chomsky'nin alnından öpüyorum.

Vahide hanım, size de "içeriğini kontrol edebildiğiniz" medya olarak da "bilgisayar"ı öneriyorum.

Çok mu abuk konuşuyorum? :)

20 Aralık, 2005 14:51  
Blogger Vahide Tandelen said...

İzlemeyin o zaman derler ya hep!

Benim izlemememle, senin izlememenle olacak şey değil ki bu!

Çocuklar izliyor ve sonuç böyle oluyor, sıkıntım burda!

20 Aralık, 2005 23:34  
Blogger Çağlar Uzunca said...

Vahide' nin cıldırmasını anlıyorum çünkü ne zaman televizyonu acsam ben de aynı duyguları yasıyor ve televizyonla olan ilişkimi kısa sürede kesiyorum. Çözüm mü? Tabi ki değil. İnsanlar izliyor ve izlemeye devam edecek. Burada bir yumurta-tavuk paradoksu daha var bence "insanlar izledikleri için mi medya veriyor, yoksa medya verdiği için mi insanlar izliyor" Ben oyumu ikinciden yana kullanıyorum.
Cok temel bir ekonomi prensibi der ki "HER ARZ KENDİ TALEBİNİ YARATIR"
Bugünlerde televizyonları işgal eden programların, ağababası olan "bigbrothers" acaba halktan gelen talep üzerine mi oluşturuldu yoksa daha düşük maliyetle reyting kapma sancıları içinde mi dogdu? Ben yine oyumu ikinciden yana kullanıyorum. Eger bir çözüm varsa o da, medya patronların pahalı dolmakalemlerinden cıkacak imzalarda saklı.

22 Aralık, 2005 10:40  
Blogger Murat Kaya said...

Çağlar, bence "insanlar izledikleri için medya veriyor" kısmı doğru.
Nedeni, iç karartan programların tüm kanallarda olmaması. Farklı kanallarda, bambaşka programlar da var. Fakat insanlar izlemiyor. Çünkü "cazip" ve "trendy" değil. Ayrıca diğer programlar halka "fikir sormuyor" fakat "o" programlarda mikrofon insanlara uzatılıyor. Sanırım halk onlara fikir verilmesinden bıkmış artık.

Bu programların da maliyet düşüklüğünden ziyade trendlere dayanan bir fikir olduğuna inanıyorum. 70'lerdeki seks filmi furyası gibi. 70'li yıllarda seks filmi yapmamış bir ülke kaldı mı acaba?
Peki sonra ne oldu? O zamanlar seks filmlerde oynayanlar, sonradan karşımıza "entellektüel" olarak çıkar oldu. Savunmaları da "parasızlık" oldu.
Tarih tekerrürden ibaret ise, 70'lerdeki seks filmleri = şimdiki tv programları.
Savunmaları da "on beş dakika" olacak herhalde.

22 Aralık, 2005 21:29  
Blogger Vahide Tandelen said...

Metin Akpınar'i izlemiştim bir tarihte, bir televizyon programında. Konu dönmüş dolaşmış, yine bu tarz programlara gelmişti.

Adam der ki,

Sen tercih ettiği kuşaklar ve mecralar, yayın kuruluşları tarafından önemsenen bir reklamverensen, büyük bir reklamveren olmalısın. Demek ki bu ülkeye çok yatırım yapmışsın. O zaman bu insanlardan çok şey bekliyor da olmalısın. O zaman daha bilinçli ol ve bu insanlar için bir sorumluluk üstlen. Yayın kuruluşlarındaki yapımların yaşaması senin elinde. Bu insanlar için iyi bir şey yap ve bu programlara reklam verme.

Elbette ağzından çıkan bu yazdıklarımın kelimesi kelimesine aynı değildi. O yüzden tırnak içine almadım. Madem bunlardan bahsediyoruz, bunu da anlatayım istedim.

23 Aralık, 2005 03:03  
Blogger Bülent Şentay said...

Metin Akpınar adını andığı o insanlar için derin bir sorumluluk duygusu yüklenerek ve yine o insanlar için iyi bir şeyler yapabiliyor olmanın hazzını tadabilmek aşkıyla Egebank reklamlarında oynamış olabilir mi?

28 Aralık, 2005 23:51  
Blogger Doğan Yarıcı said...

içinizde çocuğu olan var mı? İçimizdeki çocuğu değil, evlat soruyorum. Onun için ne yapıyorsunuz? Hangi yöntemler uyguluyorsunuz? Paylaşır mısınız? Bazan baştan başlamak gerekiyor.

29 Aralık, 2005 14:54  
Blogger Haluk Mesci said...

Oğlumuzu televizyondan asla uzat tutmaya çalışmadık. Ama ne seyrediyorsak beraber seyrettik ve hep konuştuk. Sanırım bu çok önemli. Konuşa konuşa, neyin ne olduğunu anlatarak, anlayarak, örnekleyerek... Öyle ki, korku filmlerini bile, kahkahadan gülerek seyrettiğimiz oldu. Film hilelerini konuşmaya başladığımızda, valla yalan olmasın ama, 4-5 yaşında filandı herhalde. (Adam 83 doğumlu, artık rahatız.) Sonra, kasetten seçme, eğitsel yanı olan çizgi filmler seyrettik birlikte. (O zaman cd filan yoktu malum.) Vee, reklam seyrettik. Anne baba reklamcı ve reklam filmcisi olunca, herhalde fazla şans da yoktu bu konuda. Ama, onları da konuşa konuşa seyrettik. Hiç unutmuyorum, bir Ülker promosyon filminin son montajına beraber gitmiştik. Şu, 3 ambalaj gönder türünden, sıradan bir şey. Yaşı yine küçüktü. Ne diyor film diye sordum. "İçini ye, çöpünü gönder diyor" demez mi ? Hatırladıkça gülüyoruz.

29 Aralık, 2005 15:57  
Blogger Murat Kaya said...

:) Çöpünü gönder...

Kendi çocukluğumda televizyon, ders çalışmaktan veya uykudan çalan bir dikkat dağıtıcı idi. Vahide'nin kaygısı o açıdan farklı. Eskiden televizyon hususunda "yuvarlak" bir kaygı varken şimdi "içerik" olarak bir kaygı var .

Biz Alf ile büyüdük, bizden sonrakiler Pikaçu'yla. Şimdikiler ise Semra isimli bir "kaynana" ile büyüdü. Sonrakiler ne ile büyüyecek acaba?

Bu arada çocuğum olmadığı için böyle düşünüyor olabilirim...

29 Aralık, 2005 16:46  

Yorum Gönder

<< Home