Bir Can Gürzap yazısı [19/05/2002]
Eski dosyaları karıştırırken buldum, Can Gürzap'ın 19/05/2002 tarihli Radikal'de çıkan ilginç bir yazısını saklamışım. Okumamış olanlar için koyayım dedim.
-------------
Yumuşak G sizin olsun (Türkçe, yazıldığı gibi konuşulmaz, konuşulduğu gibi de yazılmaz.)
CAN GÜRZAP
5 Mayıs 2002 Pazar günü Radikal İki'de bir başlık dikkatimi çekti: "Yumuşak G Bizimdir". Altındaki imza Caner Kerimoğlu'na aitti. Yine aynı bilgisizlik nakaratı başlıyor diye geçirdim içimden. Baştan sona yanlışlar, çelişkiler ve anlatım bozukluklarıyla dolu olan bu yazının neresinden tutayım da düzelteyim?
Sayın Kerimoğlu, eleştirdiğiniz, hatta biraz da hakaret ettiğiniz Fuat Uğur'un Radikal İki'de yayımlanan yazısında sözünü ettiği konular doğrudur. Türkçe, yazıldığı gibi konuşulmaz, konuşulduğu gibi de yazılmaz. Bu gerçek, yazı dili olan bütün diller için geçerlidir. Dillerin yazılışında kullanılan alfabetik simgeler, yani harfler değişik biçimlerde olabilir. Yunan, Arap, Kiril, Latin alfabelerinde olduğu gibi. Oysa, dillerin seslendirilmesiyle ilgilenen fonetik alfabesi tektir ve uluslararasıdır.
Fonetik bilimi, konuşma dilindeki seslerin oluşum ve söyleniş biçimlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, seslerin hecelere, hecelerin de sözcüklere dönüştüklerinde uğradıkları değişiklikleri inceler ve saptar. Sözgelimi Türk alfabesinde 29 harf olmasına rağmen, konuşma dilimizde 48 ses vardır. Bu da diğer dillerde olduğu gibi Türkçe'nin de yazıldığı gibi söylenmediğini gösterir. Kelek ve kolay: k'ler aynı yazıldığı halde okurken biri kalındır, diğeri ince. Deniz ve deryada e'ler aynı yazılmasına rağmen söylerken biri kapalı e'dir, diğeri açık e. Alışkanlık anlamına gelen adetle, sayı anlamına gelen adet aynı yazılmasına rağmen a sesi birinde uzun diğerinde kısadır. Daha bunun gibi yüzlerce örnek verebiliriz. Örneğin, Türkçe konuşma dilinde dört ayrı n sesi vardır, ama yazarken hepsi için aynı n harfini kullanırız. Bu dört ayrı n sesini fonetik alfabesi harflerinin gazetede olamayacağını düşünerek buraya yazamıyorum. Bu nedenle şöyle açıklayacağım:
Benzeşme (assimilation): Bir ses yanındaki sesin etkisi altında kaldığı zaman bir - iki sesten birinde değişme olur: Buna birkaç örnek veriyorum:
N-KA seslerinin bir araya gelmesiyle (N) sesi değişikliğe uğrar. Ankara, Çankaya, banka.
N-KE seslerinin bir araya gelmesiyle (N) sesi değişikliğe uğrar: inkar, denk, renk, hünkar.
N-F sesleri bir araya gelince (N) sesi değişikliğe uğrar: enflasyon, konfor, menfaat gibi.
N-Y sesleri bir araya gelince (N) sesi yine değişir: Konya, konyak, manyak gibi.
Şimdi gelelim sizin alay ettiğiniz '-ECEK -ACAK' eklerine.
1) Konuşmada -ecek, -acak ekleri, sonu sessiz harfle biten ve içinde a, e, i, ı gibi düz ünlüler olan eylem köklerine bağlandığında, a-cak ve e-cek eklerinin başlarındaki 'a'lar 'ı', e'ler 'i' olarak darlaşır: kan+acak=kan+ıcak, sil+ecek= sil+icek, gel+ecek= gel+icek gibi.
2) Konuşmada, -acak ve -ecek eklerinin bağlandıkları eylem köklerinin içinde o, ö, u, ü gibi yuvarlak ünlüler varsa, a-cak, e-cek eklerinin başlarındaki 'a'lar 'u', 'e'ler 'ü' olarak darlaşır: don+acak=don+ucak,ol+acak=ol+ucak,gör+ecek=gör+ücek, sür+ecek=sür+ücek gibi.
3) 'Y' kaynaştırma harfi:
Eylem ve eylemsi ekler olan -a, -e, -an, -en, -arak, -erek, - acak, -ecek ekleri sonu sesli harfle biten eylem köklerine bağlandıklarında, Türkçe sözcüklerde iki sesli harf yan yana gelemeyeceğinden araya 'y' kaynaştırma harfini alır. Konuşmada 'y' kaynaştırma harfi, kendinden önceki, 'a'ları 'ı', 'e'leri 'i' olarak darlaştırır: anlaya=anlıya, anlayan=anlıyan, söyleye=söyliye, söyleyen=söyliyen gibi.
Şimdi gelelim 'ğ'ye. Türkçe'de 'ğ' yani yumuşak g söylenmez. Çünkü, 'ğ' ses estetiği bakımından kulağa hoş gelmeyen, geriden, gırtlağı zorlayarak çıkan bir sestir. Ne kadar iddia etseniz de konuşurken bu sesi zaten çıkartmazsınız: Kağnı, ağlama, boğa, ağrı, sağlamak, ağarlamak.
1) 'ğ' hece sonundaysa, kendinden önce gelen ünlü bir değer uzar (:uzatma işareti.) ağlamak=a:lamak, boğmak =bo:mak gibi.
2) 'ğ' sesi o-a arasında ise o ve a sesleri kaynaşır (karışık sesliler: diftong): boğaz=boaz, doğal=doal, soğan=soan gibi.
3) 'ğ' sesi, e-e ya da e-i sesleri arasında ise Y sesine dönüşür: beğeni=beyeni, değer=deyer, değişim=deyişim, eğilim=eyilim, eğitim=eyitim gibi. Yerimizin kısıtlı olması nedeniyle bunlara benzer pek çok kuralı buraya yazamıyorum. Bunlar saptanmış kurallardır. Nasıl yazı dilinde bazı kurallar varsa, konuşma dilinde de bazı kurallar vardır.
Sayın Kerimoğlu yazısının bir yerinde diyor ki, "İnsanoğlu, en basit ve doğru tanımıyla bir iletişim aracı olan dili kullanırken en kısa yoldan meramını karşısındakine anlatmayı amaçlar." Konuşmadaki amaç yalnızca meramını anlatmaksa bunu 40-50 kelimeyle de becerebiliriz. Buna, İngilizler dildeki ilkelliği belirtmek için 'Pigeon English' derler. yani, gıtgıt gıdaklayan güvercin dili. O zaman nerede kaldı dilin zenginliği, derinliği, ifade gücü, estetiği?
Sayın Kerimoğlu'nun yazısından çıkartabileceğimiz sonuç şu: "Dilin doğru ve güzel kullanılması önemli değildir, herkes aklına geldiği ya da dilediği gibi konuşabilir, yeter ki derdini anlatabilsin. O zaman konuşmaya da gerek yok. İlk insan gibi derdini bir takım işaretlerle ve seslerle de anlatabilir."
Yazısını şöyle bitiriyor sayın dil uzmanı, "Bu da gösteriyor ki bizim sorunumuz sokaktaki Ahmet amca ile değil, görevleri gereği güzel Türkçe konuşmak durumunda (durumunda ne demekse?) olanların aldıkları 'İstanbul Türkçe'sini güzel konuşma kursları' sonucunda Türkçe'yi konuşamamaları." Yazısını eleştirdiğiniz sayın Fuat Uğur'un eğitim aldığı kurum, benim de öğretim üyeleri arasında bulunduğum ve 12 yıldır binlerce kişiye eğitim vermiş Dialog adlı eğitim kurumu. Bu kurumda Türkçe'yi en iyi bilen ve konuşan sanatçılar ve eğitmenler görev yapıyor. Benim size önerim, yazı dilinizdeki hataları gidermek ve kendinizi yazı yoluyla daha iyi ifade edebilmek için Türkçe eğitimine yeniden hatta lise düzeyinden başlamanız. Konuşma dili için de benim yazmış olduğum 'Konuşan İnsan', Nüzhet Şenbay'ın yazdığı "Diksiyon Sanatı" adlı kitaplardan yararlanabilirsiniz.
-------------
Yumuşak G sizin olsun (Türkçe, yazıldığı gibi konuşulmaz, konuşulduğu gibi de yazılmaz.)
CAN GÜRZAP
5 Mayıs 2002 Pazar günü Radikal İki'de bir başlık dikkatimi çekti: "Yumuşak G Bizimdir". Altındaki imza Caner Kerimoğlu'na aitti. Yine aynı bilgisizlik nakaratı başlıyor diye geçirdim içimden. Baştan sona yanlışlar, çelişkiler ve anlatım bozukluklarıyla dolu olan bu yazının neresinden tutayım da düzelteyim?
Sayın Kerimoğlu, eleştirdiğiniz, hatta biraz da hakaret ettiğiniz Fuat Uğur'un Radikal İki'de yayımlanan yazısında sözünü ettiği konular doğrudur. Türkçe, yazıldığı gibi konuşulmaz, konuşulduğu gibi de yazılmaz. Bu gerçek, yazı dili olan bütün diller için geçerlidir. Dillerin yazılışında kullanılan alfabetik simgeler, yani harfler değişik biçimlerde olabilir. Yunan, Arap, Kiril, Latin alfabelerinde olduğu gibi. Oysa, dillerin seslendirilmesiyle ilgilenen fonetik alfabesi tektir ve uluslararasıdır.
Fonetik bilimi, konuşma dilindeki seslerin oluşum ve söyleniş biçimlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, seslerin hecelere, hecelerin de sözcüklere dönüştüklerinde uğradıkları değişiklikleri inceler ve saptar. Sözgelimi Türk alfabesinde 29 harf olmasına rağmen, konuşma dilimizde 48 ses vardır. Bu da diğer dillerde olduğu gibi Türkçe'nin de yazıldığı gibi söylenmediğini gösterir. Kelek ve kolay: k'ler aynı yazıldığı halde okurken biri kalındır, diğeri ince. Deniz ve deryada e'ler aynı yazılmasına rağmen söylerken biri kapalı e'dir, diğeri açık e. Alışkanlık anlamına gelen adetle, sayı anlamına gelen adet aynı yazılmasına rağmen a sesi birinde uzun diğerinde kısadır. Daha bunun gibi yüzlerce örnek verebiliriz. Örneğin, Türkçe konuşma dilinde dört ayrı n sesi vardır, ama yazarken hepsi için aynı n harfini kullanırız. Bu dört ayrı n sesini fonetik alfabesi harflerinin gazetede olamayacağını düşünerek buraya yazamıyorum. Bu nedenle şöyle açıklayacağım:
Benzeşme (assimilation): Bir ses yanındaki sesin etkisi altında kaldığı zaman bir - iki sesten birinde değişme olur: Buna birkaç örnek veriyorum:
N-KA seslerinin bir araya gelmesiyle (N) sesi değişikliğe uğrar. Ankara, Çankaya, banka.
N-KE seslerinin bir araya gelmesiyle (N) sesi değişikliğe uğrar: inkar, denk, renk, hünkar.
N-F sesleri bir araya gelince (N) sesi değişikliğe uğrar: enflasyon, konfor, menfaat gibi.
N-Y sesleri bir araya gelince (N) sesi yine değişir: Konya, konyak, manyak gibi.
Şimdi gelelim sizin alay ettiğiniz '-ECEK -ACAK' eklerine.
1) Konuşmada -ecek, -acak ekleri, sonu sessiz harfle biten ve içinde a, e, i, ı gibi düz ünlüler olan eylem köklerine bağlandığında, a-cak ve e-cek eklerinin başlarındaki 'a'lar 'ı', e'ler 'i' olarak darlaşır: kan+acak=kan+ıcak, sil+ecek= sil+icek, gel+ecek= gel+icek gibi.
2) Konuşmada, -acak ve -ecek eklerinin bağlandıkları eylem köklerinin içinde o, ö, u, ü gibi yuvarlak ünlüler varsa, a-cak, e-cek eklerinin başlarındaki 'a'lar 'u', 'e'ler 'ü' olarak darlaşır: don+acak=don+ucak,ol+acak=ol+ucak,gör+ecek=gör+ücek, sür+ecek=sür+ücek gibi.
3) 'Y' kaynaştırma harfi:
Eylem ve eylemsi ekler olan -a, -e, -an, -en, -arak, -erek, - acak, -ecek ekleri sonu sesli harfle biten eylem köklerine bağlandıklarında, Türkçe sözcüklerde iki sesli harf yan yana gelemeyeceğinden araya 'y' kaynaştırma harfini alır. Konuşmada 'y' kaynaştırma harfi, kendinden önceki, 'a'ları 'ı', 'e'leri 'i' olarak darlaştırır: anlaya=anlıya, anlayan=anlıyan, söyleye=söyliye, söyleyen=söyliyen gibi.
Şimdi gelelim 'ğ'ye. Türkçe'de 'ğ' yani yumuşak g söylenmez. Çünkü, 'ğ' ses estetiği bakımından kulağa hoş gelmeyen, geriden, gırtlağı zorlayarak çıkan bir sestir. Ne kadar iddia etseniz de konuşurken bu sesi zaten çıkartmazsınız: Kağnı, ağlama, boğa, ağrı, sağlamak, ağarlamak.
1) 'ğ' hece sonundaysa, kendinden önce gelen ünlü bir değer uzar (:uzatma işareti.) ağlamak=a:lamak, boğmak =bo:mak gibi.
2) 'ğ' sesi o-a arasında ise o ve a sesleri kaynaşır (karışık sesliler: diftong): boğaz=boaz, doğal=doal, soğan=soan gibi.
3) 'ğ' sesi, e-e ya da e-i sesleri arasında ise Y sesine dönüşür: beğeni=beyeni, değer=deyer, değişim=deyişim, eğilim=eyilim, eğitim=eyitim gibi. Yerimizin kısıtlı olması nedeniyle bunlara benzer pek çok kuralı buraya yazamıyorum. Bunlar saptanmış kurallardır. Nasıl yazı dilinde bazı kurallar varsa, konuşma dilinde de bazı kurallar vardır.
Sayın Kerimoğlu yazısının bir yerinde diyor ki, "İnsanoğlu, en basit ve doğru tanımıyla bir iletişim aracı olan dili kullanırken en kısa yoldan meramını karşısındakine anlatmayı amaçlar." Konuşmadaki amaç yalnızca meramını anlatmaksa bunu 40-50 kelimeyle de becerebiliriz. Buna, İngilizler dildeki ilkelliği belirtmek için 'Pigeon English' derler. yani, gıtgıt gıdaklayan güvercin dili. O zaman nerede kaldı dilin zenginliği, derinliği, ifade gücü, estetiği?
Sayın Kerimoğlu'nun yazısından çıkartabileceğimiz sonuç şu: "Dilin doğru ve güzel kullanılması önemli değildir, herkes aklına geldiği ya da dilediği gibi konuşabilir, yeter ki derdini anlatabilsin. O zaman konuşmaya da gerek yok. İlk insan gibi derdini bir takım işaretlerle ve seslerle de anlatabilir."
Yazısını şöyle bitiriyor sayın dil uzmanı, "Bu da gösteriyor ki bizim sorunumuz sokaktaki Ahmet amca ile değil, görevleri gereği güzel Türkçe konuşmak durumunda (durumunda ne demekse?) olanların aldıkları 'İstanbul Türkçe'sini güzel konuşma kursları' sonucunda Türkçe'yi konuşamamaları." Yazısını eleştirdiğiniz sayın Fuat Uğur'un eğitim aldığı kurum, benim de öğretim üyeleri arasında bulunduğum ve 12 yıldır binlerce kişiye eğitim vermiş Dialog adlı eğitim kurumu. Bu kurumda Türkçe'yi en iyi bilen ve konuşan sanatçılar ve eğitmenler görev yapıyor. Benim size önerim, yazı dilinizdeki hataları gidermek ve kendinizi yazı yoluyla daha iyi ifade edebilmek için Türkçe eğitimine yeniden hatta lise düzeyinden başlamanız. Konuşma dili için de benim yazmış olduğum 'Konuşan İnsan', Nüzhet Şenbay'ın yazdığı "Diksiyon Sanatı" adlı kitaplardan yararlanabilirsiniz.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home