Cuma, Eylül 07, 2007

Kadın Savcısı

Sarışını, esmeri, kızılı, kumralı; uzunu, kısası, küçük göğüslüsü, büyük göğüslüsü; duygusalı, asili, yeteneklisi, yeteneksizi... Hepsi farklı kültürlerden, farklı ülkelerden kadınlar. Ama hepsinin tek ortak özelliği var: kendilerini göklere çıkaracak bir erkek aramaları! Aradıklarının ben olduğumu anlamaları için beş dakika yetiyor.

Kadınların kadınsı bütün zaaflarından yararlanıyorum. Sonra da onları sevgisizliğin yoksulluğundan çıkarıp aşkın masalsı dünyasına götürüyorum. Gururlarının esiri olarak geçirdikleri yalnız gecelerin acısını sadece benimleyken çıkarabiliyorlar. Ben onların bütün kadınsı dürtülerini açığa çıkarmalarını sağlayan İkarus’larıyım… Biliyorum, biliyorum, adaletsizim. Adalet kimin umurundaki zaten.

Benimle seviştikleri gecelerde dünyanın en güzel kadını oluyorlar. Evli olup olmadıkları fark etmiyor. Gün ışığı seviştiğimiz odamın içine vurduğunda, onları yatakta yalnız bırakıp yatağımın karşısındaki sandalyede seyrederken, ilk önce gözlerini açıp minik, şirin gülümsemelerle bana “günaydın” diyorlar. Karşımda çıplak, öylece bütün kusurlarıyla, çaresizlikleriyle onları izlemeye devam etmek için susturuyorum. İlk tanışmamızdaki asilliklerini sadece yatağa kadar sürdürebildiklerini onlar da biliyorlar. Ama bunu benim bilmemi istemiyorlar. Ben onların, kendilerinde göremediklerini gösteren lunaparklardaki aynalarıyım. Dünyada kaç erkek yirmi yedi kadını aynı anda becerebilir ki!

Savcıyım. Hakimleri, avukatları, sektereterleri, mübaşirleri kendi çıkarlarım için kullanıyorum. İşime gelmeyince dava açabileceğimi herkes biliyor bu yüzden de benden korkuyorlar. Eh, tabii ki bu da benim yataktakinden fazla tatmin olmamı sağlıyor.

Özel üniversitede de ders veriyorum; haftada üç saat zengin ailelerin çocuklarının tıpkı ailelerinin yanındaki gibi kendilerini bir bok zannetmeleri için, özel üniversiteler bana kendi hocalarına ödedikleri paranın üç katını ödüyorlar.

İtalyan mobilyalarıyla döşenmiş evim, en şerefsiz icra avukatlarının bile hiç bir zaman alamayacağı porche marka spor arabam, yazları güney sahillerinde geçireceğim küçük bir otelim var. Çok da yakışıklı sayılmayan ama gördüğünüzde asla unutamayacağınız yüzlerden birisine sahibim.

Giyimimle de hala 70’lerdeki punk akımının temsilcisiyim. Giyimim, evimin ve arabamın fiyatıyla tezat oluşturuyor. Çünkü tezatları seviyorum. Dünya tezatların üzerine kurulu. Yoksa gece yatağınızda kurduğunuz hayallerinizle, gündüz saatlerindeki hayallerinizin aynı olmaması dikkatinizi çekmedi mi hiç?

En son yattığım kadın bir saat önce yatağımdaydı. Adı Julia. Her erkeğin ayarlayamayacağı cinsten bir kısrak. Zaten o yüzden benim yatağımdaydı ya! Pasifik okyanusunu kıskandıracak derecede güzel mavi gözleri var. Gözlerini kısarak konuştuğunda o an sadece gözleriyle düzüşmek istiyorum. Hiç bir erkeğin ona ulaşamayacağını sanıyor. Tabii ki yanılıyor. Ailesinin evinden 20 yaşında dünyayı gezmek için kaçmış kaltak.

Üç yıl boyunca dünyadaki bir çok ülkeyi gezdikten sonra son durağı İtalya’da, orta ölçekli bir reklam ajansının başkanı günlük tekne gezintilerinden birinde Julia’nın yaratıcılığını keşfediyor ve onu ajansının yaratıcı yönetmeni yapıyor. 29 yaşına geldiğinde ajans dünyanın en büyük reklam ajanslarından birisi oluyor. O da kariyer hikayesinin, her başarılı olduğunu düşünen kadın gibi çok farklı olduğunu düşünüyor.

Evet, başarılı ve yaratıcıdır kaltak! Ama ben yataktaki yaratıcılığını reklâmcılıktaki yaratıcılığına tercih ediyorum. Bugün beşinci günüydü. Gitti, gönderdim. Çok fazla konuşmuyoruz. Sevişmediğimiz zamanların dışında ses çıkarmıyoruz. Çünkü konuşmamak birbirimize acımamızı önlüyor. Öyle ya, pisliğin teki olmamın bir nedeni olmalı. Kimse suçu benim üzerime atamaz. Suça teşvik edenler suçludur. Beni bu suçlara teşvik eden ise ailemdi.

Ailem, dinine düşkün ve bu da yetmiyormuş gibi yoksul bir aileydi. Bu yüzden 20’li yaşlarıma gelene kadar birçok şeyden mahrum kaldım; seksten, gece kulüplerinden, uyuşturucudan... Yapacaklarımızı sadece Tanrı için yapmamız gerektiğini düşünürlerdi. Bu yüzden lise çağlarımda kızlardan uzak kaldım. Evdeki baskılar, benim içimdekileri dışarı çıkarmama, kendimi insanlara anlatamama engel oluyordu. Bir müddet daha bu böyle gitti. Üniversite çağına geldiğimde onlara en uzak üniversiteye gitmeye karar verdim. Üniversitede ailemin maddi durumunun iyi olmamasından dolayı çok çalışıp çok para kazanacağıma yemin ettim. Ve hukukla ilgili ne kadar kitap varsa okumaya başladım. Her genç gibi benim de canım kızları istiyordu. Hem de hepsinden çok! Benim onlardan farkım o zamana kadar hiç bir kızla düzüşmemiş olmamdı. Beni ayakta tutan tek hayal ise, üniversiteden sonra her şeyin değişeceğini, hayallerimin eninde sonunda gerçekleşeceğini bilmemdi. Öyle de oldu.

O yaşlarda yakışıklı olmadığım için kız arkadaşım da olamıyordu. Sadece ders notlarını almak için yanıma geliyorlardı. Ve arada sırada beni ne kadar şirin bulduklarını söylemek için... Tabii bu fahişelerin bir gün aletimin altında ezileceğini biliyor, asla kızmıyordum. Ne de olsa ülkenin en zenginlerinin çocuklarıydılar orospular. Babalarının hatırına o kadar da iyiliği hak ediyorlardı. Her şeyin bu kadar kötü gittiği bir zamanda, durmadan kitap okumam boşuna değildi elbet. Tabii o zamanlar ruhumu derinden yaralayan başka olaylar da oldu.
Ailemle ters düştüğümü fark edip onlara rest çekmiştim. Bana öğrettikleri bütün o saçma inanç öğretilerini bir kenara bıraktığımı söyleyerek, beni gözden çıkarmalarını sağladım. Nasıl da hemen benden vazgeçmişlerdi! Düşündüğüm gibi de oldu. Üniversite bittiği hafta, bütün adres bilgilerimi değiştirdim. Yeni bir şehre taşındım. Savcılık sınavlarına girip kazandım. 20 yıldır da hala onlarla görüşmedim.

Bu gece yine her geceki gibi dışarıdayım. Gençliğimdeki yalnızlığımın acısını bu şekilde çıkarıyorum. Yalnızlığımı kapatmak için başka bir vücuda ihtiyaç duyuyorum. İşte, güzel bir kadın daha. Barda bir saattir hiç kıpırdamadan yanımda öylece oturuyor. Barmenle de sadece içki istemek için konuştu. Demek ki buraya ilk defa geliyor. Bu gecenin hem mutsuz hayatının, hem de mutlu hayatının son gecesi olduğunu bilmiyor daha. Siyah gece elbisesinden görünen göğüslerine bakılırsa 30 yaşında olmalı…Geceleri üstüne çökertecek erkeği de yanında oturuyor tabiî ki.

Kokusu bütün adaletsizliğimi açığa çıkarıyor yine; “Obssession!” Calvin Klein’in beni tanımamış olması onun açısından ne acı. Kadını tanımıyorum ama birazdan tanışacağız. Yo hayır, o beni tanıyacak. Şu anda bardaki tüm erkeklerin gözü onda. Kadınlara ilk tanışmalarında cep telefonlarını veren aptal erkeklerin aksine, ben Porche’mun ve otelimin anahtarlarını veriyorum. Onlar, salınarak ellerinde anahtarlarla arabaya doğru giderlerken, ben de arkalarından gidiyorum. Tabii ki bir elim popolarında oluyor. İşte bu da anahtarı aldı. Bu yüzden hukukun üstünlüğü tartışılmaz.

Gece bitiyor ve herkes yalnız. Artık bunlar, dünyanın son çırpınışları. Adalete olan inancımızı yitirdiğimizde en azılı suçlular biz namuslu ve dürüst insanlar oluyoruz. İşte seviştik ve bu kadın da gitti. Gece yatağında bir yandan nasıl seviştiğimizi düşünüp bir yandan yalnızlığına ağlayacak. Ama o an yanında kimse olamayacak. 20'li yaşlardaki kadınlarla 30'lu yaşlardaki kadınlar arasında ne fark vardır? 25 yaşındaki kadın seviştikten sonra evinde ağlar, 30 yaşındaki kadın ise seviştikten hemen sonra yine yalnız kalacağına...

Herkes biliyor, mutlu aile tablosu yeniden duvarlara asıldı. Yalnızlığın getirdiği sorumluluklar bir aileye sahip olmanın getirdiği sorumluluklardan daha fazla. Ama ben bunları düşünmüyorum. Kendimi bırakacağım tek yer, bir gün yanımdan, benim gibi birisinin eller üzerinde taşınırken göz ucuyla bana da selam atacağı beyaz taş ormanı...

Not:
Bu öyküyü Albert Camus, Frederic Beighbeder, Fante, Schopenhauer, Stefan Zweig ve William S. Burroughs bir akşam hep birlikte bir araya gelip ortak yazmışlardır...
Can'cım fitil fitil Albert Camus'u aramana gerek yok, ta kendileri yazdı zaten. :)

3 Comments:

Blogger Maksude Kılınç said...

Çağlayan, nereden alıntıladın bu yazıyı yahu? İnsan bir bilgi falan koyar.

Pat diye başladım okumaya. Aman allah Çağlayan akıllı uslu bir çocuğa benziyordu diyordum ki...

Bir sıfır öndesin:))

07 Eylül, 2007 16:28  
Blogger Çağlayan İbiş said...

Vallahi benim bir suçum yok Maksude Hanım. Bütün suç parmaklarımın ve aklımın.:)

Bu kendi yazdığım bir öyküydü. Haklısınız, aslında öykünün hemen altına ya da üstüne bir not düşmeliydim, benim yazdığıma ve bir öykü olduğuna dair. :)

Bence "Can Yüce"nin yurttan sesler takımı "bir sıfır önde". :)

07 Eylül, 2007 16:49  
Blogger Can Yücel Metin said...

Ben de fitil fitil Albert Camus imzası aradım durdum. Eline sağlık.

Can "Bazen Can Yücel olarak geçen" Yüce

07 Eylül, 2007 21:53  

Yorum Gönder

<< Home