Çarşamba, Haziran 13, 2007

Bir reklam yazarının ömrü ne kadardır?

Bilim adamları araştırsa acaba ortalama yaşama süremiz ne kadardır? Bu saatte nereden aklına geldi derseniz, 3 gündür geç saatlere kadar mesai yapıyorum. Bilirsiniz nasıl bir duygu olduğunu...

Yazma heyecanın verdiği coşkudan çok, aldığınız kafeinden ötürü kalbiniz çarpar. Gözleriniz yanar, içiniz çekilir, içtiğiniz sigaralar da kar etmez. Bittiğinizi, aklınızın düzgün işlemediğini hissedersiniz, ama birileri sizden hala 'yaratıcılık' bekler utanmadan...

Kendinize vakit ayırdığınızı hayal edip, güzel bir duşun düşüyle yazmaya devam ederken, kirlendiğinizi ve artık bunun bir duşla alakası olmadığını keşfedersiniz. Çıkıp hava almak, erik ağaçlarının yanından geçerken o mayhoş kokuyu içinize çekmek ve aslında yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu düşünürsünüz. Sonra da kendinize ve ruhunuza ne kadar zarar verdiğinizi...

Yaptığınız işlerle kısa sevinçler yaşayıp yeni bir brife gömülürken tazelendiğinizi ve Ümit Burnu'nu yeniden keşfetmiş gibi farklı bir harita çizersiniz hayatınıza... Aslında hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğiniz... Bu arada birileri sizden hala 'yaratıcılık' bekler, insan olduğunuzu hatırlamadan...

Bazen düşünüyorum da sadece Boğaz'ın havasıyla ve erik ağaçlarıyla yaşasaydım, gelene geçene oturak olduğum bir taş misali...

Pardon, pardon! İnsan olduğumu zaten unutmamış mıydım?

:(

5 Comments:

Blogger İnci Vardar said...

Konuyla ilgili bir yazıyı, biz bize olduğumuz için evirip çevirip yazıyorum. Biraz ayıp belki ama gülümsetiyor. Başlığımız; "Reklam Ajansında Çalışma Gerçeği"

1. Tuhaf saatlerde (geceleri) çalışırsınız.
- Bir hayat kadını* gibi.

2. Müşteriyi memnun ederek para kazanırsınız.
- Bir hayat kadını gibi.

3. Müşteri büyük paralar öder ama işveren bunun hemen hemen tümünü alır.
- Bir hayat kadını gibi.

4. Müşterinin hayallerini gerçekleştirdiğiniz için ödüllendirilirsiniz.
- Bir hayat kadını gibi.

5. Arkadaşlıklarınız bozulur ve sonunda, sizinle aynı işi yapanlarla zaman geçirmeye başlarsınız.
- Bir hayat kadını gibi.

6. Müşteriyle görüşeceğiniz zaman harika görünmeniz gerekir.
- Bir hayat kadını gibi.

7. Ancak eve döndüğünüzde cehennemden çıkmış gibisinizdir.
- Bir hayat kadını gibi.

8. Müşteri her zaman daha az para karşılığında inanılmaz şeyler yapmanızı ister.
- Bir hayat kadını gibi.

9. İnsanlar işinizle ilgili soru sorduğunda, cevaplamakta zorlanırsınız.
- Bir hayat kadını gibi.

10. Her sabah uyanıp "Hayatımın kalanını bunu yaparak geçirmeyeceğim" dersiniz.
- Bir hayat kadını gibi.


Doğru veya değil, gülümsetiyor di mi? :)

* ÇN: Böyle yazınca daha kibar oldu.

15 Haziran, 2007 17:10  
Blogger Tunç Balaban said...

İşi bırakmaya ne dersiniz? Sanırım bu kadar dır dır ettikten sonra, istifamı verirdim.

16 Haziran, 2007 20:45  
Blogger Tuğçe Özel said...

Bu yorum yazar tarafından silindi.

18 Haziran, 2007 11:10  
Blogger Tuğçe Özel said...

Sen hiç aşık olduğun kadını, gece seni 'rahat' bırakmadığı için terkettin mi Tunç Balaban?

Bir an sinirlendim ve bunu sizinle paylaştım. Bu aşkımın bittiğini göstermez. Aslında olay mesai de değil... Sadece bir anlık düşünce yumağı, gecenin bir yarısı yumakta dolanan kelimelerin birlikteliği o kadar...

Keşke dır dır yapabilen birisi olabilseydim, inan daha kıymetli oluyorlar :):)

18 Haziran, 2007 11:34  
Blogger Ahu Serap Tursun said...

İşveren olduğumdan bu yana yazmanın keyfini çıkardığım saatler çok azaldı hatta neredeyse bitti. Toplantılar, planlamalar, organizasyonlar, hesaplar ve ödemeler derken bazen kendimi bir robot gibi hissetmeye başlıyorum. Sadece yazabilmek ve yaratabilmek için uykusuz kalmayı ne çok özlemişim... Ajansta bir o yana bir bu yana koşturan, fikir alışverişinde bulunan, genç ve inanılmaz yetenekli arkadaşları gördüğümde, odalarından yükselen müzik sesi ve paylaşılanları duyduğumda enerjilerine hayran olmamak elde değil. Ben de bir zamanlar onlardan biriydim diyip gülümsüyorum ve ekliyorum ‘ bizim jenerasyon dünde kaldı’ diye .:) İmreniyorum arkadaşlarıma, sabahları makyaj yapmasam, saçımı yaptırmasam, spor ayakkabı giyebilsem, saatlerce odama kapanıp sevdiğim tasarım sitelerini inceleyebilsem, telefonlara cevap vermesem, ‘hadi çıkın biraz dışarı, hava güzel, sinemaya gidin, parka gidin, atın stresinizi ve öyle gelin ofise, hatta isterseniz bugün evde yada dışarıda çalışın’ diyen kendim yerine, söylenen olabilsem...

Hedefleriniz arttıkça sorumluluğunuz artar, sorumluluğunuz arttıkça geride bıraktıklarınız çoğalır. Ama huzurluyum hem kendim hem de çalışanlarım adına. Çünkü geldiğim yeri unutmadığım için ekip arkadaşlarıma asla baskı yapmıyorum, defalarca çalıştırmaya meyilli ve tatminsiz müşterilerime hayır diyebiliyorum. İşyerinizde huzur ve çalışma hevesi kaçarsa, ne verimli çalışılır nede kazanılanların değeri yükselir. Bizim için birinci derecede işe olan sevgimiz, inancımız, ikinci derecede işyerimizin huzuru ve sonrasında da müşterilerimizin talebi geliyor. Bu değerlerle hareket ettiğimiz için, bugüne kadar bizden ayrılan bir ekip arkadaşımız olmadığı gibi her geçen gün katılanlarla kocaman bir aile olduk. İşte bu yüzden çok huzurluyum ama bazen yaratıcıların arasında daha çok zaman geçirmek istemiyor değilim.:)

Şimdi odalarına gidip, enerjilerini alayım. Çok oldu bu arkadaşlar çoook :))

18 Haziran, 2007 12:09  

Yorum Gönder

<< Home