Perşembe, Mayıs 31, 2007

Defteri dürü-lüüü

İlkokuldayken okumayı ve yazmayı en hızlı öğrenen iki kişiden biriydim.

Birol pek bir düzenli, tertipliydi. Benim defterimin kenarları kıvrılır, defter ataşlarla haşat olur, kenar süsü yamru yumru bir ucubeye benzerken üzülürdüm hep," Benim defterim de aynı" der, alt dudağım titrerdi. Onun davranış notlarında "Tertip" notu 5'ken, sınıf öğretmeninin torpiliyle aldığım 3 en büyük derdimdi.

O; temiz mendili güneşte parlar, kullanma mendili, asıl mendilin yedeği olacak kadar temiz yan cepte görev bekleyen kişiyken, ben, kolalı yakamı okul bahçesindeki erik ağacına tırmanırken yırtardım.

Erik lezzetliydi, yanımda tuz da getirirdim üstelik ama karneye bu yazılmazdı.

Aradan 25 yıl geçti. Görüşmüyoruz epeydir Birol'la. İlişkimiz tek yönlü, kendisi TRT spikeri, böylece görüyorum ara ara. Hala pak, düzenli, aydınlık.

Benim defterlerimin hala kenarları kıvrık, perforajları yırtık. Bir ateistin yazdığı karınca duası gibi özgüvensiz cümlelerle dolu. Kahve fincanı izi, sigara külü, parçası olmuş kağıt dokusunun, mürekkep gibi; seyrek olarak çerçeveye alınmış kelimelere, çöp adamlar, beceriksizce karalanmış desenler ve şarkı sözleri eşlik etmekte...

Belki müsveddeye, belki çağ dışı kalmış gibi görünen teksir kağıtlarına yazıyorsunuzdur; hatta düpedüz, "Kalem külfet, klavyeyle yazıyorum" diyorsunuzdur belki. Umarım öyle değildir; tanıştım öyle arkadaşlarla, ama anlayamadım hiç.

Ben deftere yazarım. Sayfaların birbiri üzerine kapanışı, birbirini yok edip, bir hareketle de var edişine inanırım. Bir el, onun kontrolündeymiş gibi aldatıcı bir izlenim veren kalem ve boş sayfa... Kalem ilkin tedirgince dokunur sayfaya.Bla bla.

Bla Bla!

Çünkü "defterim", "defterimiz" dediğimiz blogdan, yazı çıkarılmaya, tahammül kavramını dışarıdan dayatılmış, az sonra gidecek bir ataşmış gibi kullamaya başladık. Yazı sahibi ya da yönetici kaybetmiş o yazıyı fark eder mi? Beğenmesek o yazıyı hatta düpedüz zırva diye nitelesek de var olması gerektiğine inanmamaya başladık.

"Biz, hepimiz, koccaman egolara sahip reklam yazarları olarak, düşünür, taşınır öyle yazarız. İçimizde bir çatışma olursa da onu yok sayarız." mı defterimize karşı tavrımız?

Hiç bilmem Ankara'yı, tanımam kömeni, çömezi. Ama bir defter yıkanınca gerçekten çizgisiz mi olur yani?

Bir vakit, bir ustanın yazdığından aklımda kaldığı kadarını paylaşayım:
Silgi; silerken, parçalanır ufak ufak, yok olur.

Son dönemimize bir bakın: Neleri, kimleri kaybettik defterden? Bu akut duruma dur diyecek gönül zenginliğini, katılmadığımız fikirleri, oluş, olay, örgü, sorguları dışlayarak mı son vereceğiz?

Biz, temiz, pak bir defter peşinde miyiz?
Hiçbir defterim öyle olmadı benim.
Ortak defter ilk mi? Yoksa benim değil mi?
Hatta Birol'un mu bu defter bana ödünç verilmiş?

6 Comments:

Blogger Tayfun Kısacık said...

Bu yorum yazar tarafından silindi.

01 Haziran, 2007 01:02  
Blogger Tayfun Kısacık said...

Bilgilendirme mesajı: Ortak Defter'de bugüne kadar hiçkimse bir diğerinin yazısını silmedi, silemez. Yazar dilerse kendi açtığı konus başlığını ve yazısını çekmekte özgürdür.

01 Haziran, 2007 01:07  
Blogger Vahide Tandelen said...

Hepimiz işimizi yaparken bir sürü kısıtlamayla karşılaşıyoruz. Yaratmak kelimesine takılan, baharla birlikte evleriniz şenlecek gibi bir başlık yazmamızı isteyen reklamverenlerle ve yaratımımızı daracık bir çerçeveye sıkıştıran stratejilerle uğraşıp duruyoruz zaten. En azından defterimize yazarken rahat olmalıyız. Aklı başında insanlarız, kimseye hakaret etmiyoruz. Ben yazacaktım bunları Okan, sen yazmışsın. Sevindim.

Madem başladım, döküleyim. Şu yaş, ustalık, çıraklık mevzularına doğru yerden yaklaşmıyoruz galiba. Filancaya sen kimsin diyemezsin, çünkü o sektöre şu katkılarda bulunmuştur gibi yorumları anlayamıyorum. Benim sektöre bir katkım yoksa, bu insanlara bana sen kimsin deme hakkını vermez çünkü. Kimse birbirine sen kimsin dememeli. Benim kim olduğumu sorun, öğrenin dememeli. Hepimiz birer değeriz ve düşündüğümüz, yazdığımız sürece de değerliyiz. Birbirimizi eleştirelim, ancak bu yazı silmeye, deftere küsmeye neden oluyorsa oturup düşünelim.

Çok sevdiğim bir hikaye vardır. Çoğumuzun çeşitli versiyonlarını bildiğine de eminim. Padişah kahinlerinden birini çağırır. ‘Siz oğlunuzdan önce öleceksiniz’ kehanetini duyunca sinirlenir, vurdurur kahinin kellesini. Bir diğer kahin gelir, aynı kehaneti şöyle dillendirir: Allah size evlat acısı göstermeyecek padişahım.

01 Haziran, 2007 12:18  
Blogger Hatice Üzgül said...

Bu yorum yazar tarafından silindi.

01 Haziran, 2007 16:00  
Blogger Tuğçe Özel said...

Okan Akan o kadar güzel yazmış ve Vahide Tandelen o kadar güzel yorumlamış ki söyleyecek hiçbir şey kalmamış.

Kalemine, defterine sağlık Okan Akan...

Herkese sevgiler,

06 Haziran, 2007 11:37  
Blogger Okan Akan said...

"Hepimiz birer değeriz ve düşündüğümüz, yazdığımız sürece de değerliyiz."

teşekkür ederim Vahide. Kalemine sağlık

09 Haziran, 2007 11:33  

Yorum Gönder

<< Home