Unabomber
Ya Dövüş Kulübü'nü özlediğimden ya da son zamanlarda Leviathan'ı tekrar okuduğumdan, sisteme tuhaf şekillerde karşı koymaya çalışan insanlar ilgimi çekti. Bunlardan biri de Unabomber olarak tanınan Theodore John Kaczynski. Kaczynski Harvard'da matematik profesörüyken, her şeyi bırakıp teknolojiden tamamen uzaklaşarak bir dağ evine yerleşiyor. Burada bombalar yapıyor, üniversitelere ve bir havayolu şirketine gönderiyor. Eylemleri sonucunda üç kişi ölüyor. "Mesajımızı halk üzerinde kalıcı bir etki yaratabilecek şekilde sunmak için bazı insanları öldürmek zorunda kaldık" diyor. Kaos Yayınları'ndan çıkan "Sanayi Toplumu ve Geleceği" isimli manifestosu yayınlanınca yakalanıyor. 1998 yılından beri hapiste.
Şimdi manifestoyu okuyorum. İlgimi çeken saptamalarından biri Maslow'un piramidiyle ilgili. Piramidin tepesine çıkıp kendimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz, temel ihtiyaçlarımız ise o kadar kolay karşılanıyor ki, bunları düşünmeye gerek duymuyoruz bile, diyor Kaczynski. Eğer bir yan uğraş bulup kendimizi gerçekleştirme aşamasına gelmezsek de canımız sıkılıyor, depresyona giriyoruz, intihar ediyoruz. Ardından da ev yapımı bombalarla medeniyeti ortadan kaldırmaya çalışıyor; daha doğrusu bir adım atıyor.
Dövüş Kulübü'nün yazarı Chuck Palahniuk'un çeşitli kitaplarında bu tavrı görüyoruz. "Sahip oldukların sana sahip olmaya başlar" diyor Palahniuk. Filmin sonunda da New York ekonomisinin kalelerini yıkıyor zaten. Film orada bitmese, reklam ajansları Tyler Durden'ın ikinci hedefi olabilirdi.
Kullanılan yöntemler konusunda doğru ya da yanlış şeklinde yorum yapmayacağım ama etkileyici oldukları su götürmez. Gündem bu kadar hızlı değişiyor olmasa ya da biz bu kadar çabuk unutmasak, etkileri de uzun süre devam edebilir.
Bu yazıyı kafamdakileri tam olarak toparlamadan yazdım ve nasıl bir sonuca varmaya çalıştığımı hatırlamıyorum. Yazılı düşündüğümü söyleyip üç nokta koyayım sonuna...
Bu arada, manifestoyu merak edenler orijinal metni ve çevirisini aşağıdaki adreslerde bulabilir:
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=404
http://www.soci.niu.edu/~critcrim/uni/uni.txt
Şimdi manifestoyu okuyorum. İlgimi çeken saptamalarından biri Maslow'un piramidiyle ilgili. Piramidin tepesine çıkıp kendimizi gerçekleştirmeye çalışıyoruz, temel ihtiyaçlarımız ise o kadar kolay karşılanıyor ki, bunları düşünmeye gerek duymuyoruz bile, diyor Kaczynski. Eğer bir yan uğraş bulup kendimizi gerçekleştirme aşamasına gelmezsek de canımız sıkılıyor, depresyona giriyoruz, intihar ediyoruz. Ardından da ev yapımı bombalarla medeniyeti ortadan kaldırmaya çalışıyor; daha doğrusu bir adım atıyor.
Dövüş Kulübü'nün yazarı Chuck Palahniuk'un çeşitli kitaplarında bu tavrı görüyoruz. "Sahip oldukların sana sahip olmaya başlar" diyor Palahniuk. Filmin sonunda da New York ekonomisinin kalelerini yıkıyor zaten. Film orada bitmese, reklam ajansları Tyler Durden'ın ikinci hedefi olabilirdi.
Kullanılan yöntemler konusunda doğru ya da yanlış şeklinde yorum yapmayacağım ama etkileyici oldukları su götürmez. Gündem bu kadar hızlı değişiyor olmasa ya da biz bu kadar çabuk unutmasak, etkileri de uzun süre devam edebilir.
Bu yazıyı kafamdakileri tam olarak toparlamadan yazdım ve nasıl bir sonuca varmaya çalıştığımı hatırlamıyorum. Yazılı düşündüğümü söyleyip üç nokta koyayım sonuna...
Bu arada, manifestoyu merak edenler orijinal metni ve çevirisini aşağıdaki adreslerde bulabilir:
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=404
http://www.soci.niu.edu/~critcrim/uni/uni.txt
4 Comments:
Bir insanın sistemle zıt gitmesi için sanırım iki ihtimal var.
1) İsmi Çekce'den türemiş olacak.
2) Hakikaten sistemde bir sorun olacak.
Bu sorun kimi zaman herhangi bir güney ilindeki gökyüzü gibi apaçık olacak, kimi zaman ise 2. dereceden türevi alınmış ve tanrının kredi kartı İsviçre yardımıyla da gizlenmiş olacak.
İnci, Maslov'un piramidini örnek kadrosuna yazdırdığı için ordan devam edersek, bence resim artık iki yüzlü.
Bir yüzünde Maslov'un piramidine uyanlar diğerinde ise uymayanlar var.
Ve bu iki yüzlü resimde ironik olan şey bir yüzünden diğer yüzüne geçiş çabası. Üstelik bir karıncanın gastrid olması ne kadar imkansızsa, diğer tarafa geçmenin de o kadar imkansız olduğunu bile bile.
Geniş çaplı eğilimlerin hepsinin altında da böyle bir paradoksu söz konusu. Yapma ama bilmeme, sevmeme ama benzeme eğilimi. İnci'nin anlattığı ( ki bence çok başarılı istisnalar) ise resmin bir tarafından öbür tarafına delik açıp diğer taraftakileri sonsuza kadar rahatsız edebilmiş olan rahatsızlar.
Sanırım bana da ilham veriyorlar. Ya da bana öyle geliyor.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Bilirsiniz, top yere vurmadan yükselmiyor. Eğer bir takım ellerin, topu yere düşürmeden havaya atmalarını saymazsak.
İçimizdeki anarşist ruh - sanırım o da giderek azalan ruhlardan biri - bir şeylerin dibini görüp sık sık ortaya çıkmasa, toplumsal eğilim ve bükülümler nasıl ortaya çıkabilir? Teknoloji de bunlardan biri. Sık sık reddettiğim ama ona mum olunca kendi kendime sinir olduğum o teknoloji, beni öylesine kanırtıyor ki bazen, hani yakıp yıkacağım ortalığı. Bu kadar hanım hanımcık biri olmuşken, kırmızı bandanamı takıveresim geliyor. Korkmayın, henüz silahlarla işim yok!
Evet, sahip olduklarımın bana sahip olmalarına çok sinirleniyorum.
Son zamanlarda, ipi koyverip gittiğimi daha çok düşünür oldum. Son on yıldır, hakikaten balonum salak salak dolaşıyor semalarda. Bu bir tepkinin gösterilemeyen tepkisi mi? Yoksa ben artık kafayı yememek için işi serseriliğe mi vuruyorum?
Bildiğim ya da hissettiğim şeyler beni boğuyor artık, bu kesin!
İnci, sana da teşekkür ederim, azıcık rahatlamış gibiyim sanki, manifesto bana iyi geldi. Aşağılık duygusu keskin bir insan olduğumu farkettim. Nedense?
Aslında Chuck Palanhiuk'un "Ondan her zaman çok etkilendim" dediği ve Dövüş Kulübü'nü yazarken yine esinlendiği yazar, 80 gençliği için "X Kuşağı" kavramını yaratan Douglas Coupland'dır. "X Kuşağı" aynı zamanda Yazarın düzen karşıtı yazdığı bir kitabının ismidir.
Kitap da gelecek endişeleriyle, bunaltıcı ofislerdeki kariyer yapma hevesiyle biribirni yemeleriyle, eğlence anlayışının diplerde gezdirmeleriyle, alışveriş merkezlerinde çılgınca alışveriş yaparak kendini kaybeden insanların nasıl gözüktüğünü anlatır D.C...
Yani yazarın kendi tanımıyla "Yitik bir kuşağın" öyküsünü...
Yorum Gönder
<< Home