Beyaz kağıt ve boş tahta
Bugün size son derece bencilce bir yazı hazırladım, umarım sonuna kadar katlanabilirsiniz. Hayatımın merkezinde yer alan, biri profesyonel diğeri amatör iki uğraşımın ortak noktalarından, bana yaşattığı benzer duygulardan bahsedeceğim. Reklam yazmak ve go oynamak.
E. Hemingway yazı yazmak isteyenlere tek bir tavsiyesi olduğunu söylemiş zamanında: beyaz boğadan korkmayın. Yeni bir iş sunulduğunda, yaşadığım heyecan, korkuyu da tetikler hemen: ya başaramazsam… Boş kağıt, Hemingway’in tabiri ile "Beyaz Boğa" ürkütücü gelir bana biraz. İlk taslakları karalamaya başlamamla bu tedirginlik geçiverir. İlk eleme ile fikirler içinde en parlakları bir kenara ayrılır. Go oyununa başlarken de tahta boştur. Oyuna otururken, Beyaz Boğa’dan korkarmışçasına ürkerim boş tahtadan. Çoğu zaman mağlup olmaktan korkarım, kimi zaman da onurlu bir galibiyet alamamaktan. İlk hamle her zaman zordur. Boş tahtanın başındayken zihnime (taslaklara) hamleleri dizerim, sonra bir yenisi, bir tane daha… İçlerinden birisine (o an için) en iyisi olduğuna karar verir ve hamleyi yaparım. Ama bilirim ki "daha iyi bir hamle mutlaka vardır". Yazarken de aklımdadır, yazdığım şeyin aslında yazılabilecek en iyi şey olmadığı. Bu nedenle ikisinde de düşünme süreci çok sancılıdır her zaman…
Go bir alan oyunudur. Oyunun amacı yaptığım hamleler ile rakibimden daha fazla alanı elde edebilmektir. Reklam yazmamın da farklı bir amacı yoktur bence. Hizmet ettiğim ürünün, rakiplerinden daha fazla pazar payını elde etmesini sağlamak için uğraşır, dururum.
Her reklam yeni bir go oyunudur belki de. Reklama konulan her kelime, her renk, her imge doğru işleve sahip olmalıdır. Eğer reklamı oluşturan parçalardan bir tanesi sadece bir tanesi işlevini yerine getiremiyorsa o reklam bir an önce unutulmaya yani kaybetmeye mahkumdur. Tabi o reklamın yazarı da… Tahtaya konan hiçbir taşın da geri dönüşü yoktur. Eğer hamle iyi düşünülmemiş ise ileride ayakbağı olacak hatta oyunun kaybedilmesine neden olacaktır.
Go oynarken, rakibime beklediği hamleyi vermek işime yaramayacaktır. O’nu şaşırtmam gerekmekir. Reklamda ise, tüketiciye daha önce defalarca gördüğü şeyi vermek kaybetmeye giden yoldur. Oyunda rakibim saygıyı sonuna kadar hakeder, reklam yazarken de tüketici.
Go oynarken bir anlık konsantrasyon kaybı, çoğu zaman oyununun kaybedilmesine neden olur. Reklam yazarken konsantrasyon kaybı çok daha ciddi sorunlar yaratır.
Reklam düşünmenin, reklam yazmanın mekanı olmadığını benden daha iyi
biliyorsunuz. Go oynamanın da yeri yoktur. Eğer oyuncu tahta başında oynama şansı bulamazsa, zihnine bir tahta yerleştirir ve oynamaya başlar. Oynadığı o oyun ya ileride oynayacağı bir oyunun provası ya da geçmişte yaptığı bir maçın kritiği olur.
Yorucu bir oyunun gecesinde, yatağa girince tavanın karanlık görüntüsü go tahtası oluverir. Oyunu tekrar yaşar go oyuncusu. Yorucu bir iş gününün ardından gece de bütün gün uğraştığı o iş reklam yazarının dönen durur karşısında.
Go oyunu asla bitmeyen, tam olarak öğrenilemeyen bir süreç başlatır. Reklam yazma süreci de asla bitmeyecektir. Çünkü reklama duyulan ihtiyaç bitmeyecektir.
Reklam yazarı yenilikleri takip etmek zorundadır, hayattan beslenmeledir. Yazar yaşadıklarını yazar.. Go oyuncusu da tahtaya kişiliğini yansıtır ne eksik ne fazla.
Reklamda da go oyununda da bir sorunun sayısız doğru çözümü vardır. Yapılması gereken "en doğru" hamleyi bulmak, en doğru reklamı yazmak için durmadan çalışmaktır.
Go oyuncuları da reklam yazarları gibi aşırı stres ile yakın ilişkiler içindedir. Öyle ki hemen hemen bütün go oyuncuları aşırı stresten dolayı ülser ya da kalp hastasıdır. Reklam sektörünün hediyesi olan hastalıklar da malum…
Son hamleyi yapıp bitirdiğim her oyun, bana kısa süren bir rahatlama verir. Oyunu kazanıp kaybetmek ikinci plandadır. Önemli olan oyunun hakkını vererek oynamış olmamdır. Son noktayı koyup da gönül rahatlığıyla bitirdiğim reklam da bana tarif edilmez bir rahatlık yaşatır.
Go boş tahtada başlar ve tahta dolunca oyun son bulur. Reklam yazmak beyaz kağıt ile başlar ve sayfalar dolunca son bulur. İkisinde de önemli olan boşluğun nasıl dolduğu, doldurulduğudur.
Biraz uzun oldu, affola!
Son not: İkisi de çok ama çok keyifli:))
E. Hemingway yazı yazmak isteyenlere tek bir tavsiyesi olduğunu söylemiş zamanında: beyaz boğadan korkmayın. Yeni bir iş sunulduğunda, yaşadığım heyecan, korkuyu da tetikler hemen: ya başaramazsam… Boş kağıt, Hemingway’in tabiri ile "Beyaz Boğa" ürkütücü gelir bana biraz. İlk taslakları karalamaya başlamamla bu tedirginlik geçiverir. İlk eleme ile fikirler içinde en parlakları bir kenara ayrılır. Go oyununa başlarken de tahta boştur. Oyuna otururken, Beyaz Boğa’dan korkarmışçasına ürkerim boş tahtadan. Çoğu zaman mağlup olmaktan korkarım, kimi zaman da onurlu bir galibiyet alamamaktan. İlk hamle her zaman zordur. Boş tahtanın başındayken zihnime (taslaklara) hamleleri dizerim, sonra bir yenisi, bir tane daha… İçlerinden birisine (o an için) en iyisi olduğuna karar verir ve hamleyi yaparım. Ama bilirim ki "daha iyi bir hamle mutlaka vardır". Yazarken de aklımdadır, yazdığım şeyin aslında yazılabilecek en iyi şey olmadığı. Bu nedenle ikisinde de düşünme süreci çok sancılıdır her zaman…
Go bir alan oyunudur. Oyunun amacı yaptığım hamleler ile rakibimden daha fazla alanı elde edebilmektir. Reklam yazmamın da farklı bir amacı yoktur bence. Hizmet ettiğim ürünün, rakiplerinden daha fazla pazar payını elde etmesini sağlamak için uğraşır, dururum.
Her reklam yeni bir go oyunudur belki de. Reklama konulan her kelime, her renk, her imge doğru işleve sahip olmalıdır. Eğer reklamı oluşturan parçalardan bir tanesi sadece bir tanesi işlevini yerine getiremiyorsa o reklam bir an önce unutulmaya yani kaybetmeye mahkumdur. Tabi o reklamın yazarı da… Tahtaya konan hiçbir taşın da geri dönüşü yoktur. Eğer hamle iyi düşünülmemiş ise ileride ayakbağı olacak hatta oyunun kaybedilmesine neden olacaktır.
Go oynarken, rakibime beklediği hamleyi vermek işime yaramayacaktır. O’nu şaşırtmam gerekmekir. Reklamda ise, tüketiciye daha önce defalarca gördüğü şeyi vermek kaybetmeye giden yoldur. Oyunda rakibim saygıyı sonuna kadar hakeder, reklam yazarken de tüketici.
Go oynarken bir anlık konsantrasyon kaybı, çoğu zaman oyununun kaybedilmesine neden olur. Reklam yazarken konsantrasyon kaybı çok daha ciddi sorunlar yaratır.
Reklam düşünmenin, reklam yazmanın mekanı olmadığını benden daha iyi
biliyorsunuz. Go oynamanın da yeri yoktur. Eğer oyuncu tahta başında oynama şansı bulamazsa, zihnine bir tahta yerleştirir ve oynamaya başlar. Oynadığı o oyun ya ileride oynayacağı bir oyunun provası ya da geçmişte yaptığı bir maçın kritiği olur.
Yorucu bir oyunun gecesinde, yatağa girince tavanın karanlık görüntüsü go tahtası oluverir. Oyunu tekrar yaşar go oyuncusu. Yorucu bir iş gününün ardından gece de bütün gün uğraştığı o iş reklam yazarının dönen durur karşısında.
Go oyunu asla bitmeyen, tam olarak öğrenilemeyen bir süreç başlatır. Reklam yazma süreci de asla bitmeyecektir. Çünkü reklama duyulan ihtiyaç bitmeyecektir.
Reklam yazarı yenilikleri takip etmek zorundadır, hayattan beslenmeledir. Yazar yaşadıklarını yazar.. Go oyuncusu da tahtaya kişiliğini yansıtır ne eksik ne fazla.
Reklamda da go oyununda da bir sorunun sayısız doğru çözümü vardır. Yapılması gereken "en doğru" hamleyi bulmak, en doğru reklamı yazmak için durmadan çalışmaktır.
Go oyuncuları da reklam yazarları gibi aşırı stres ile yakın ilişkiler içindedir. Öyle ki hemen hemen bütün go oyuncuları aşırı stresten dolayı ülser ya da kalp hastasıdır. Reklam sektörünün hediyesi olan hastalıklar da malum…
Son hamleyi yapıp bitirdiğim her oyun, bana kısa süren bir rahatlama verir. Oyunu kazanıp kaybetmek ikinci plandadır. Önemli olan oyunun hakkını vererek oynamış olmamdır. Son noktayı koyup da gönül rahatlığıyla bitirdiğim reklam da bana tarif edilmez bir rahatlık yaşatır.
Go boş tahtada başlar ve tahta dolunca oyun son bulur. Reklam yazmak beyaz kağıt ile başlar ve sayfalar dolunca son bulur. İkisinde de önemli olan boşluğun nasıl dolduğu, doldurulduğudur.
Biraz uzun oldu, affola!
Son not: İkisi de çok ama çok keyifli:))
8 Comments:
O kadar keyifli bir yazı ki, inan uzun olması hiç sıkmadı. Eline ve yüreğine sağlık. :)
Go oyununu çok merak ediyorum. Oyun hakkında genel bir bilgim var ancak çevremde bu oyuna ilgili tanıdığım kimse olmadığı için, bilgilerim sadece yüzeysel olarak kalıyor. Dilerim bir gün, bu oyuna ilgili biri tarafından Go inceliklerini öğrenir ve oynama fırsatını yakalarım.
İkisinde de iyi eğlenceler ve başarılar:)
"Her reklam yeni bir go oyunudur belki de..." demişsin Çağlar.
Anlattıklarına bakılırsa bana daha çok "her reklam yeni bir müdahaledir" gibi geldi. Her sözcüğün resimdeki bir ögeye canlılık vermesi gibi. Yanlış mı anladım acaba Go ile reklamı karşılaştırmanı?
Güzel anlatımın için teşekkürler sevgili Çağlar.
Go açısından da reklamcılık açısından da güzel yazı olmuş Çağlar, ellerine sağlık.
Yazına katkı olsun diye bir-iki ek not düşmek istedim. Kimbilir bir gün bir tahta başında siyah ve beyaz başlar gri oluruz bitirirken.
Go oyununda az kural, çok fazla taş ve oynama alternatifi olduğu için empati diğer birçok oyundan daha önemli bence. Bu aslında reklam yazarken olduğu kadar yaşamın her alanında yararlanabileceğimiz bir avantaj sunuyor bize.
Aynı alan için mücadele ettiğin rakibinin (kişi veya marka olarak ele alınabilir Çağlar’ın kurduğu benzetmeyi sürdürürsem) ve senin kendinizi konumlandırma süreciniz, bu süreçte güçlü olmayı seçtiğin alanlar karşılığında bazı alanları rakibinin sahiplenmesini getiriyor.
Senin ve rakibinin konumlanması sonrasında temas ve mücadele alanları oluşuyor tabi ki. Rakibinin gözünden oyunu ve hedeflerini okumak, onun stratejisini değiştirmesiyle sonuçlanacak bir çözüm yolu arayıp bularak kendi stratejini revize etmek, kişinin empati yeteneğini sürekli geliştirmesine yardımcı oluyor.
Bu durum rakibini tanımanı, onun açısından tahtayı (pazarı veya dünyayı) yorumlamayı ve dolayısıyla değişik bir arkadaşlık ilişkisini var ediyor.
Bu özelliğinden dolayı go oynarken amacım kazanmak değil benim, rakibimi tanırken onun stratejisini geliştirmesini sağlayacak zorlukları oluşturmak tahtada ve ondan da aynı yaklaşımı görmeyi ummak bir arkadaşı olarak.
Öncelikle güzel sözler, iyi dilekler ve çok yerinde eklemelerden dolayı herkese teşekkür ederim :)
Murat'cığım, anladığım kadarıyla "her müdahale"den kastın her bir hamle. Benim yaptığım, bir kampanyanın ya da devam eden bir sürecin değil, aksine tek bir reklamın go oyunu ile karşılaştırılmasıydı. Bu nedenle her oyunu bir reklama ve oyunda yapılan her hamleyi de reklamın içinde yer alan bir imgeye benzettim. Aslında seninki gibi bir bakış açısı da yanlış değil bence. Bu fark, sadece nereden baktığımızla alâkalı. Senin bakış açın biraz daha genel. Ben ise bir reklam ve bir oyun özelinde yazıya başlamıştım. Ancak ikisi de hayatın o kadar içinde ki sadece özelde kalmak mümkün ol(a)madı.
Aklımdaki sözcük "hamle",
ben yazıyorum "müdahale".
İyi ki şimdi "hamle" yazarken araya bir "i" karışmadı.. :)
Biri de karışabilirdi.
Peki peki, sözcük oyunlarımı kendi odamda oynayacağım.
Çağlar, farkında mısın bilmiyorum, aslında büyük bir teorinin çekirdeği üzerinde oturuyorsun!
Go ve Reklam diye bir kitap yazarsan, sana söz veriyorum tanıtımında görev alacağım. İstersen İngilizceye de çeviririz.
Ciddiyim.
Bir Reklam Yazarı ve Go Oyuncusu olarak yolun çok başındayım. Yine de çok çalışarak bu açığın, kapanacağını biliyorum.
Teklif ve teşvikiniz cesaret verirken çok önemli bir kapı da aralıyor. Ben de size söz veriyorum Haluk Bey; bir an önce Reklam ve Go ile ilgili çalışmaya başlayacağım.
Yorum Gönder
<< Home