Gördüm ki
Gördüm ki;
bazıları çok yetenekliydiler ama çok da çabuk şımardılar. Ajansta "günaydın" diyenlere, "birazdan size günaydın nasıl olur?"
göstereceğim dediler.
İstikrarlı olamadılar. İşin tekniğini de öğrenip mesleklerine sarılmadılar.
Gördüm ki;
"Öğlene doğru uyanmış kafası dünden kıyak"tılar...
Gördüm ki;
kulis yapmanın yaratıcılıktan daha kolay olduğunu keşfettiler.
Gördüm ki;
demokratik davrandığında tepene çıktılar.
Diktatör olduğunda "yandım Allah" dediler.
Gördüm ki;
daha önce öptükleri eli bükmeye, ısırmaya kalktılar.
Hiç bir iyiliğin cezasız kalmayacağını anımsattılar.
Gördüm ki;
akvaryumdaki balık misali, suyu deniz sandılar.
Gördüm ki;
istemenin yollarını öğrenmediler. Yetki istediler, sorumluluk almadılar. Sorumluluk aldılar, yetki istemediler.
Gördüm ki;
bir gün bile yönetmenin ne olduğu üzerine kafa yormadılar.
Gördüm ki;
her şeyi reddetmenin, eleştirmenin, o kişiyi haklı kılacağını, uzman yapacağını sandılar.
Ben ustalık payesinin, ekip yönetmenin, bizzat o işi ekiptekilerden daha iyi olduğunu göstererek kazanıldığını
gördüm. Titr alınarak değil.
Bir sabah Yaratıcı Yönetmen olanların, ekiptekiler dolu olduğundan, işi onun yapması istendiğinde,
aynı gün öğlen işi bıraktığını, kendisinden bir daha haber alınamadığını da gördüm.
İşçilik psikilojisiyle çalışanların hep işçi kaldıklarını da...
Yönetmeyi bilmeyinin yaratıcı da olsa Yaratıcı Yönetmen olamayacağını...
Hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığını ve yerinin mutlaka dolacağını, doldurulacağını...
Para almanın değil, paranın nasıl kazanıldığını bilmenin o kişiyi meslek adamı yaptığını...
Kendi meslek tarihini, gelişimini, ustalarını bilmeyenin gelecek ummamasını...
Çalışılan yerleri değiştirmeye çalışmamak gerektiğini...
Mutluluk ve huzurun içsel olduğunu...Kim, nereye giderse, içinde ne varsa, yine onu oraya taşıyacağını...
Kuralları bilmeden kuralların yıkılamayacağını...Herkesin kafasına göre kural yaratma girişiminin
çoğu kez bilisizlikten kaynaklandığını...
Yeni kuralların ancak uygulamalarla yaratılabileceğini...
Gördüğüm ve bildiğim şeylerin ilk akla gelenleri bunlar.
Bugünlük bu kadar demeden önce, yakınanın asla kazanamayacağını da gördüm diyorum.
bazıları çok yetenekliydiler ama çok da çabuk şımardılar. Ajansta "günaydın" diyenlere, "birazdan size günaydın nasıl olur?"
göstereceğim dediler.
İstikrarlı olamadılar. İşin tekniğini de öğrenip mesleklerine sarılmadılar.
Gördüm ki;
"Öğlene doğru uyanmış kafası dünden kıyak"tılar...
Gördüm ki;
kulis yapmanın yaratıcılıktan daha kolay olduğunu keşfettiler.
Gördüm ki;
demokratik davrandığında tepene çıktılar.
Diktatör olduğunda "yandım Allah" dediler.
Gördüm ki;
daha önce öptükleri eli bükmeye, ısırmaya kalktılar.
Hiç bir iyiliğin cezasız kalmayacağını anımsattılar.
Gördüm ki;
akvaryumdaki balık misali, suyu deniz sandılar.
Gördüm ki;
istemenin yollarını öğrenmediler. Yetki istediler, sorumluluk almadılar. Sorumluluk aldılar, yetki istemediler.
Gördüm ki;
bir gün bile yönetmenin ne olduğu üzerine kafa yormadılar.
Gördüm ki;
her şeyi reddetmenin, eleştirmenin, o kişiyi haklı kılacağını, uzman yapacağını sandılar.
Ben ustalık payesinin, ekip yönetmenin, bizzat o işi ekiptekilerden daha iyi olduğunu göstererek kazanıldığını
gördüm. Titr alınarak değil.
Bir sabah Yaratıcı Yönetmen olanların, ekiptekiler dolu olduğundan, işi onun yapması istendiğinde,
aynı gün öğlen işi bıraktığını, kendisinden bir daha haber alınamadığını da gördüm.
İşçilik psikilojisiyle çalışanların hep işçi kaldıklarını da...
Yönetmeyi bilmeyinin yaratıcı da olsa Yaratıcı Yönetmen olamayacağını...
Hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığını ve yerinin mutlaka dolacağını, doldurulacağını...
Para almanın değil, paranın nasıl kazanıldığını bilmenin o kişiyi meslek adamı yaptığını...
Kendi meslek tarihini, gelişimini, ustalarını bilmeyenin gelecek ummamasını...
Çalışılan yerleri değiştirmeye çalışmamak gerektiğini...
Mutluluk ve huzurun içsel olduğunu...Kim, nereye giderse, içinde ne varsa, yine onu oraya taşıyacağını...
Kuralları bilmeden kuralların yıkılamayacağını...Herkesin kafasına göre kural yaratma girişiminin
çoğu kez bilisizlikten kaynaklandığını...
Yeni kuralların ancak uygulamalarla yaratılabileceğini...
Gördüğüm ve bildiğim şeylerin ilk akla gelenleri bunlar.
Bugünlük bu kadar demeden önce, yakınanın asla kazanamayacağını da gördüm diyorum.
4 Comments:
Ustalığına sağlık Oğuzhan.
Böyle bir ağabeyin nasihatlarını, deneyimlerini dinlemek, böyle bir ustanın yanında çıraklık etmek öyle güzel ve gurur verici ki, keşke herkese nasip olsa... Dilerim, reklamcı şapkanın altında bu yıllardır gördüklerinin birini bile sana yaşatmam.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Gördüm ki... (Çırak Versiyonu)
Gördüm ki,
Kimse kimseye bir şey öğretmek istemezdi eskiden!
Bir ustanın seni çıraklığa layık görmesi, çölde su kadar değerliydi.
Bu yüzden, bir sürü yolunu kaybetmiş yazar gördüm!
Gördüm, kaybettim!
Gördüm ki,
Usta olabilmek için önce (okur) yazar,
Yazar olabilmek için önce çırak,
Çıkar olabilmek için, önce adam olmak gerekiyormuş!
Sonra gördüm ki,
Sıralama bozulmuş!
Artık çırak olmadan yazar,
Yazar olmadan usta olunur olmuş.
Çıraklığın yerini 'çok bilmişlik'
Yazarlığın yerini 'halkla ilişkiler',
Ustalığın yerini 'iktidar hırsı' almış!
İşte tam da onları ayakta alkışlayanları gördüm.
Onları omuzlarda gördüm!
Adam gibi adamların işsiz... güçsüz kaldıklarını gördüm!
Herkes gördü!
Gördüm ki,
Ustalığın artık eski tadı yok!
Sonra kendime şu sözü verdim:
Ustam gibi bir usta olamayacaksam...
Ben de ömür boyu çırak olurum!
Hala deniyorum usta, oluyor mu?
Kağan İşmen
Yorum Gönder
<< Home