Pazartesi, Mart 14, 2005

Yazamamak nedir?

Yazmak sevişmek gibiyse yazamamak neye benzer acaba? Ustalar "yazmak" üzerine yazıyorsa yazamamak üzerine yazmak da çaylağın birine düşer herhalde.

Eğer beyniniz her daim, iş çıkışı saatlerindeki E5 gibiyse, ya da sabah saatlerindeki köprü trafiği gibi...Yani klavyenin başına geçtiğnizde ya da daha geçmemiş de olabilirsiniz. Hala bi'şeyler düşünüyorsunuz diyelim. Sağ taraftan gelmekte olan Başlık alternatifleri yüklü tanker yolun ortasında devrilmiş, kontrolden çıkmış alternatifler başsız kalmış, itfaiyeye haber vermişsiniz ama gelmesi aynı İstanbul'daki gibi kimbilir kaç dakika sürecek durumundasınız. Bu arada trafik sol şeritten kontrollü olarak verilmeye çalışılırken, alt metin için düşündüğünüz sözcükler saatte 150 km hızla yanınızdan geçip gidiyorlar ve yağmur başlamış. Yani müşteri temsilciniz ya da direktörünüz sizi sıkıştırıyor. Yani zemin son derece kaygan. Ani bir fren bütün trafiği daha da içinden çıkılmaz bir hale sokabilir. Ana yollarınıza akmakta olan bağlantı yollarında da durum pek iç acıcı değil. Şu an içinde bulunduğunuz bu trafği bu sıkışıklıktan bir an önce kurtarmazsanız, dedlaynı yaklasan diğer işler başınıza bela olacak. Bu da yoğun bakıma kaldırılmanız demek...Yoğun bakım ne demek? Hafta sonu da çalışmak zorunda olmak demek. Ya da geç saatlere kadar ajansta kalmak...Yoğun bakım sizin için değil, elinizdeki iş için tabii ki!

Oysa siz kendinizi bu trafiği çözecek, Batı Yakası Hikayesivari bir müzikalden fırlamış, bir yandan trafik düğümünü çözerken, bir yandan danseden, refüjün üzerinde şarkısını söyleyip sekerken, bir balet edasıyla kullandığı elleriyle her seyi idare eden trafik polisi gibi hayal etmişsiniz...

Ya da;

Beyniniz, hepsi birbirinden başına buyruk, hepsi birbirinden kaprisli, hepsi birbirinden en iyi, hepsi birbirinden virtüöz müzisyenlerden mürekkep bir orkestra gibiyse fakat Allah rızası için bir güzel ses, bir ahenk, bir hoş sada duyulamıyorsa bu orkestradan??? Kafanızın içinde Semra Hanım kılıklı bir şey tüm vurmalıları ele geçirmiş ve bas bas bağırıyorsa "Başlık böyle olacak, tonu sert, semsert olacak, ses getirecek, işte o kadar" diye...Bu duruma içerleyen ve bu kadar gümbürtüye gelemeyen naif ve ürkek yan flütçünüz ara nameleri flütüye degil de hıçkırıklarıyla yapmaya çalışıyorsa...ki kendisinin asıl görevi, metninizin ruhların üzerinde bir sabah esintisi etkisi yaratmasanı sağlamaktır gerektiğinde. Tüm bunlar olurken yaylı grubunun yayları ve dahi sinirleri gerim gerim gerilmisse ve bir türlü istediğiniz tonu tutturamıyorlarsa???? Vermek istediğiniz mesaj ya çok sert bir tonda oluyor ya da hiç ses duyulmuyorsa???

Oysa siz kendinizi hep Zubin Mehta gibi hayal etmişssiniz...Saçlarınızı savura savura müthiş bir ahenkle coşmuş, kafanızdaki bütün enstrümanlarla dörtnala yazıyırsunuz...O müthiş İspanyol Kapriçyosu tadındaki metniniz bittikten sonra tüm seyirciler sizi ayakta alkışlıyor....

Yazmak...sevişmek gibiyse, yazamamak da bende bunlara benziyor işte....

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home