Perşembe, Haziran 28, 2007

Dün gece.

Havalar sıcak. Çok sıcak. Ve yüksek ihtimalle ömrümüzün kalan kısmının en soğuk yazını yaşıyoruz. Birkaç yüzyıl daha sürebilirse neslimiz, artık kadınların epilasyon derdi falan kalmayacak. Evrim Abi'yle Tabiat Anne elele verecek, çift sarılı köy yumurtası misali cillop gibi pırıl pırıl dolaşacağız ortalıkta. Kılla ve yünle ilgili pekçok endüstri tarihe karışacak.

Bu havada kapalı ortam yıldırır diye düşünülmüş olacak ki, Kristal Elma töreni açık havadaydı dün gece. Parkorman'da toplaştı reklam insanları. Allah bağışlasın dedirten hanımlardan gözümü alabildiğim anlarda tanıdıklar girdi kadraja. Sohbet, muhabbet, "nedir oğlum bu takım elbise, düğüne mi gidiyoruz?" monologları aldı yürüdü. Hakkı Mısırlıoğlu'nun her zamanki kendinden emin tok sesi bir kulağımdan giriyor, Ahırkapı Orkestrası'ndan yükselen tınılar öbüründen çıkıyor. Pekçoğunun yarım bırakılacağı tabakların dolduğu açık büfe kuyrukları, şıkırdayan rakı kadehleri derken ödül töreni başladı.

Sunucu Murat Serezli'nin sunuma başlarken yaptığı atraksiyonun tepki alamaması beni üzdü ama açıkçası pek şaşırtmadı. Çünkü aynısını daha bir hafta önce barda mikrofona saldırıp ben de yapmıştım ve aldığım tepki beklentimin çok altında kalmıştı. Eski reklam filmlerinden oluşan bir demet kitleyi aldı götürdü. Seksenlerden doksanlara vurdu. Ve bazı işlerin ne kadar başarılı ve akılda kalıcı olduğunu bir kez daha ispatladı. Açılış konuşmasını yapan jüri başkanı Cem Topçuoğlu'nun "elmaları afiyetle yiyiniz" dileklerini takiben açıldı elma toplama mevsimi.

Ödüller hakkında daha çok konuşulup yazılacak çizilecek diye düşünüyorum, o yüzden çok fazla detaya girmeyeceğim. Ama müsaadenizle bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

1.) Galiba reklam yazmanın anlamı biraz değişmiş durumda. Törenin başında yapılan tarihe yolculuk, ister istemez eski işleri yenileriyle kıyaslama güdüsüne yol açtı. Dillere yapışmış sözler, beyinlere kazınmış müzikler, alaturka karakterler. Çoğu eski tarz ama son derece başarılı kampanya filmleri. Çağdaşlaşmak adına, bu değerlerden biraz fazla uzaklaşmışız galiba. Kimse kusura bakmasın ama bazı işler kelimenin tam anlamıyla çakma Batı fikirleriydi. Ama şunu da belirtmek lazım, uygulama ve temizlik anlamında çok cici işler de vardı arada.

2.) Göbek atmaya son derece meyilli bir millet olduğumuz bir kez daha ispatlandı. Sonuçlar açıklanınca etrafa yayılan cık cık'lar, Goran Bregovic'in sahneye çıkmasıyla uçtu gitti. Tören boyunca kös kös somurtan insanların, Balkan ezgileriyle zıplaşmaya, kolkola girip halay çekmeye başlamasından bahsediyorum. Sıcağa kafa tutmak için bol buzlu içilen kadeh kadeh rakıların da katkısı var bu işte elbet.

3.) Ve kendi adıma yaptığım en büyük çıkarım: Kristal Elma Ödülü'nü kazanmak için, işimin aday listesinde yer almasına gerek yokmuş meğer. İşlerimden birinin iddialı olduğuna inandığım bir kategoride, ödülü listede bile yer almayan bir işin kazanması sonucu öğrendim bunu. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde, Yılın En İyi Çıkış Yapan Arabesk Sanatçısı Ödülü'nü benim kazanmam gibi bir durum yaşandı dün akşam. Eminim kazanan işin sahipleri de duruma en az benim kadar şaşırmıştır. (Düzelti: "Eminim" kelimesini "Umarım"la değiştirmek istiyorum.)

Sıcağıyla, rakısıyla, elmasıyla bir gece böyle geçti. Ödüllü olsun olmasın, bütün işlerin sahiplerine tebrikler.

1 Comments:

Blogger Çağlayan İbiş said...

Kendi aramızda
Çürük elma, ısırılmış elma, "Kriztal" elma, Kristal "Alma", kurtlu elma,
"yarım elma kendi ajansının gönlünü alma" gibi kullanabileceğimiz bir
sürü metafor, benzetme, bezeme yeterince bezdireceğinden, en iyisi
direğin biraz yanından lafa girmek çünkü zaten lafı bir paragraf
uzattım... Neyse sustum.

Törene gidemedim. Çünkü artık ajanslarda değilim. Fikirlerimi daha kolay hayata geçirebilmek için, evi emlakçıdan değil de sahibinden kiralamak için müşteri tarfına geçtim. Gitme imkanım olsaydı da gitmezdim.
Ajanslarda olduğum zamanların sonlarına doğru zaten ödülleri bir umursamazlık, bir boşvermişlik baş göstermişti.
Ama merak ettim elbette çok sevdiğim sevgili dostlarım ve şimdilik dostum
olmayan eski meslektaşlarım neler yapmış diye...

Açıkçası ödül töreninin olacağı gece de pek tahmin yürütmeme gerek
kalmadan, en çok ödül alacak ajansın sesinin taaa derneğin başkanından
güzel geleceğini bilmek için Nostradamus'un yanındaki 15 yaşındaki taze olmaya gerek yoktu. Lakin, dün sabah Marketing Turkiye'nin sayfasını okuduğumda "ulan ortak deftere, reklam insanlarına bu tahminimi ödül töreninden bir gün önce yazsaymışım keşke, diye pişman oldum...
Ozaman işte 15'lik taze değil Nostradamus olurmuşum...

Merak ettiğim asıl soru şu: 2010'da uluslararası bir yarışma olmayı nasıl hayal edebiliyorlar bu manzarayla?

Ha unutmadan, çalıştığım şirketin daha önce büyük markaların kurumsal iletişim ve pazarlama müdürlüğünü
yapmış kurumsal iletişim müdürüne en çok ödül alan ajansı söylediğimde
(kendisi derneğin başkanının kim olduğunu biliyordu onu söylememe gerek yoktu), cevabı şu oldu:
"Bırak oynasınlar kendi kendilerine, sabah nasıl olsa yine müşterilerinin karşısına çıkacaklar".

Üzüldüm bunu duyunca. Meslektaşlarıma giden bü sözü kendi üstüme de aldım...
Ama doğruydu. Gerçeklerden bu kadar uzak, sistemi olmayan bir ödül sisteminin
böyle görünmesi çok acı. Her ne kadar ödüllere inanmasam da herşeye rağmen hala aşığım reklamcılığa.
Öyle ya karşımızdakilerin bize olan davranışlarını biz beliriyoruz ne de olsa.
Müşteri tarafı da böyle görüyor Kristal Elma'yı ve bizi(garip, hala biz diyebiliyorum).
Şimdi, böyle sözler duyunca, kristalin ne önemi kalır ki!
2010'da uluslararası yarışma olunca, bu manzaraya ancak
Uganda, Kamboçya, Malta, Kıbrıs, Suriye, İran, Nahçivan, Kamerun gibi ülkeler katılır.
En iyisi kendi ülkemizde kalması bu yarışmanın.
En azından uluslararasında rezil olmayız kendi aramızda yarıştığımızda.

29 Haziran, 2007 14:36  

Yorum Gönder

<< Home