Çarşamba, Ocak 24, 2007

Bir dalı kırılmış fidanın. Birkaç çiçek dökülmüş yere.

Annem, her çiçeğin, her dal gözünün toprakla buluşmasından yeni bir fidan doğar der ve bulduğu her kopmuş dalı toprağa özenle yerleştirir.

Onun kendi iç dinginliği için yaptığı bir törendir aslında bu. Dal yeşerdiğinde yaşadığı sevinç görülmeye değer.

Şimdi tohum atma vakti. Hafta sonu bahçemizin güllerini budadık, yabancı otları temizledik, toprağı havalandırdık. Tüm meyve ağaçlarına can yürümüş, her tarafı tomur tomur. Her biri yaşama sevinci veriyor. Yakında bademlerle mor salkımlar kendini gösterir.

Oysa ocak ayındayız. Dün beni ziyaret eden bir arkadaşım on yıl dedi, tam on yıl sonra çölleşmeye başlıyormuşuz. O halde bu kadar çaba neden. İşi bıraktım ve tatile çıkıyorum dedi. Döndüğümde kendimi iyi hissedersem yeniden işe başlarım ama artık eski iştahım yok.

Akşam kocamla bunu konuşurken aklımıza yağmur duası geldi. Yağmur duasının gerçeğini irdeledik ve bir sürü insanın, gerçekten isteyerek aynı dileği dilemesinin enerjisi olabilir dedik. Bir yandan öğüten işimizi yaparken dışarda kaçırdığımız bir dünya ve olaylar var dedik. Üzücü ölümler yaşanıyor, sadece ülkemin değil evrenin üzerinde bir tatsızlık var.

Sonra, tiyatro eğitimi almasına karşın tiyatroya küsmüş bir adam olan kocam, tam 25 yıl sonra, durup dururken, ilk kez bir oyun yazmalıyım dedi. Nedense Nietzsche'yi kafasına taktı, kütüphane aşağı indi.

Sevgili Haluk, zamanı kendi lehine kullanmaya karar vermiş. Eh, haklı sanki.

Yani, bu kadar laf salatasından sonra diyeceğim o ki, mesleği bırakayım, bir tatil yapayım, gelince de kocamla birlikte oyun yazayım... Hiç değilse redaksiyonunu yaparım.

Ama sanırım günahlar izin vermeyecek.

Tam bunları deftere yazarken, bir haber geldi. İsmail Cem kanseri yenememiş ve bir devri daha kapatarak aramızdan ayrılmış.

İsmail Cem... Yazımı ve günümü yine berbat ettin. Bu son biliyorum. Ama erken değil mi yahu, yanlış değil mi yahu?

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home