Perşembe, Ağustos 03, 2006

Çetin Altan, Milliyet, 3 Ağustos Perşembe : "Upuzun direklere büyük bayraklar asma ihtiyacı"

[Okuma fırsatınız olmadıysa diye... HM]

Küreselleşme sürecinin hızlandığı yeni bir çağın başında, doğup büyüdüğüm İstanbul'da ilk kez; Selimiye Kışlası'nın öncülüğünde, nedense çeşitli tepelerle burunlara upuzun direklerde 150 metrekarelik bayraklar dikme ihtiyacı duyuldu... İstanbul'un zaptından, yani 553 yıldan bu yana, il kez duyulan garip bir ihtiyaçtır bu; hem de İstanbul'un azgın bir taşra yağmasına uğrayarak, "çarpık ve çirkin kentleşme"ye berbat bir örnek olduğu bir sırada...
***
Sanki Boğaz'dan geçen yabancı gemilerle, İstanbul'u gezen turistlere gönderler ve bayraklar boyunda bir mesaj verilmekte:
- Gördük görmedik demeyin, burası bizimdir ha!..
Böyle bir mesaj vermeyi doğuran refleks, nasıl bir kuşkuyla tedirginliğin meyvesi olarak serpilmekte acaba; çünkü pek normal değil.
***
Normal değil, çünkü insan kendi evinin içindeki her odanın kapısına, kendi adını büyük harflerle yazmaya kalkmaz; bu oda da benim, bu oda da benim, der gibi...
Başkent Ankara'nın her tepesine, 36 metre yükseklikteki gönderlere 150 metrekarelik bayraklar çekmek, biraz garip kaçmaz ve tuhaf karşılanmaz mı?
***
Evrensel ekonominin Türkiye üstündeki etkileri; köylülerin sokaklarda yalınayak dolaştığı, tarlalarda kara sabana insanların koşulduğu ve okullarda "çıktık açık alınla on yılda her savaştan" marşlarının söylendiği yıllardan; günümüzün "7 kişiye 1 araba" düştüğü bir döneme getirdi ülkeyi.
Ve köylü ağırlıklı taşra insanı böyle bir değişime hiç hazırlıklı değilken; bir anda çok daha zengin olma hırsına kapılmaya başladı.
***
Zengin olma hırsı, yerel siyasetçi kadrolarıyla da kolkola girip; kadastrosuz Hazine arazisi talanından, kaçak elektrik yolsuzluklarına kadar köpürüp köpüklenedursun...
Kadınsız kahkahasız erkek erkeğe kahvelerinin simgelediği "köylü" formasyonu, keseler şişkinleşse dahi, mesleki bir kimlikten yoksundu.
Hiyerarşik payelenmede "makam" sahipliğinin önde geldiği "oligarşik" bir yapıda; özellikle kasaba sermayedarı, TÜSİAD düzeyinde evrenselleşme rotasının çok dışında kaldı.
Ve ya siyasal milliyetçiliğe kaydı, ya siyasal tarikat müritliğine...
***
1947'de ABD'nin baskısıyla başlayan "karayolları seferberliği" sonucu, İstanbul, tam bir taşra yağmasına uğrayınca...
Beyoğlu-Harbiye-Nişantaşı-Maçka-Bebek-Moda-Kadıköy-Suadiye alafrangası; öncelikle gitgide minareleri de iyice uzayarak pıtıraklaşan taze camilerin gölgesinde erimeye yüz tuttu...
***
Bir yandan ekonomide dışa açılma, bir yandan Kopenhag kriterlerinin içeriye doğru uzanması ve resmen kabul edilen "Kürt sorunu", oligarşik yapıyı da örselediğinden; Hazine'den geçinmeliler kanadında da can havliyle "siyasal milliyetçiliğe" sarılma, iyice yele kabartmaya başladı ve İstanbul'da minareler paralelinde, bayrak direkleri de boy atıp uzayıverdi.
***
Türkiye'de; kendine göre bir kalkınma temposunun nabız atışları duyulmada... İhracatın 83 milyar dolara, turizm girdilerinin 20 milyar dolara çıkmasıyla övünenler gırla...
Ama "gelişme" ayrı bir kalite ve birikim istiyor.
O nedenle de gerek "kışla" parfümlü, gerek "cami" parfümlü siyaset; küreselleşme sürecinden kaygılanıyor ve İstanbul'a uzun minareli camilerle, uzun direkli büyük bayraklar dikerek:
- Burası bizim ha...
Deme ihtiyacını duyuyor.
***
Geçenlerde Murat Belge, yüksek direkli büyük bayrak gösterisinin, ırkçı bir faşizme doğru meyillenme işareti de olabileceği üstünde duruyor ve iç çalkantıları koyulaştırma sakıncasına dikkati çekiyordu.
Velhasıl 553 yıldan bu yana ilk kez İstanbul'a dikilen o 35 metre uzunluğundaki 150 metrekarelik bayraklar, çok doğal görünmüyor 21. yüzyıllı bilimsel bakışlara...
***
Yavuz Selim, 1517'de aldı Mısır'ı... Mısır, 300 yılı aşkın bir süre Osmanlı egemenliği altında kaldı.
Kimsenin aklına düşmedi eski Mısır hiyerogliflerini çözme merakı.
***
Napoléon Bonaparte, 1798-99 arasında şöyle bir uğradı Mısır'a...
Birden Mısır hiyerogliflerini çözme merakı başladı Paris'te.
Ve 1824'te Champolléon, hiyeroglifik yazının da fonetik olduğunu saptadı.
Bu konuda BBC'nin hazırladığı ayrıntılı bir belgeseli, NTV kanalı yayınlıyor şimdilerde...
***
Ta lise yıllarından bu yana, bizim sultanların neden hiyeroglifi hiç merak etmemiş olmaları yüreğimi çimdirir.
Şayet merak etselerdi, kim gerek duyardı ki, İstanbul'da tepelerle burunlara upuzun gönderli büyük bayraklar dikerek:
- Gördük görmedik demeyin, burası bizim ha, demeye...
***
Sorun, İstanbul'a büyük bayraklar dikmekte değil, onun doğal güzelliğiyle tarihsel kimliğine "uzay çağı"nda da evrensel bir kalitede layık olabilmekte...

c.altan@prizma.net.tr

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home