İki şey...
Blog denen mereti kullanmasını bilmeyen taşralı biri, bi kuyuya taş atmış, çıkaran olamamış gibi olmuş. Aynen durum bu. Karmakarışık yaşamının içine bir de hâlâ tam olarak keşfini yapamadığı bilgisayarı katıp aklınca iş görmeye çalışıyorsa bu adam, eh gerisini siz düşünün gari.
Hep beraber salt okuyarak ve yazarak paylaşma olarak nitelendirdiğim için olsa gerek, yorum bölümüne hiç bakmamıştım ve yeni keşfettim. Ay ben çok güldüm bu işe. Daha da gülmeniz için söylüyorum, Murat Kaya'nın öykü başlığını okuduğumda ilk kez farkedip ona bir yorum yazdım. Ama diğerlerine bakmak hiç aklıma gelmedi. Uzun bir öykü olması nedeniyle kendine özel bir bölüm açmış diye bir de kocaman aferim dedim. Hakikaten hem yazıyorum hem de gülüyorum şimdi. Siz affedin artık, bu biiir.
İkinciye gelince...
Cesareti - hem de feci bir - umutsuzluğa rağmen ilerleyebilmek olarak algıladığımdan, sık sık başımı gözümü yardığımdan, uzak durdum yorum yapmaktan Haluk.
Soljenitsin'in cesareti beni hep etkilemiştir, belki de aslında keskinliğimi ilk onunla hissettiğim için.
"Korkaklığın günümüzdeki en hakim şekli 'karışmak istemedim' deyişinde gizlidir" demiş ya May. İşte şimdi hepimizin yaşadığı durum bu. Yanıbaşımızdaki olaylarla ne kadar ilgileniyoruz? İlgilenmeme nedenimiz, salt "düşünceyi özgürce söylemek cesareti"mizin olmaması mı yoksa yaşamdan bıkkınlık mı?
"Kendini adamak şüphe içermediği zaman değil, şüpheye 'rağmen' olduğunda en sağlıklıdır." Bu kadar iyi niyetli, inançlı, kendini adayan olmak ama aynı zamanda da şüphe taşımak.. Bu beni rahatlattı aslında. Beni mesleğim şüpheci yaptı derdim hep. Oysa benim kimliğim bu.
"Hangi alanda olursak olalım, yeni dünyanın yapısını biçimlendirmeye yardım ediyor olmanın gerçekliğinde derin bir coşku buluruz. Bu, yaratıcı cesarettir, yaratılarımız ne kadar küçük ya da kazaen olsa da. O zaman Joyce'la birlikte 'Hoş geldin, Ey Yaşam!' diyebiliriz. Milyonuncu kez ruhumuzun örsünde soyumuzun yaratılmamış vicdanını dövmeye gidiyoruz." İşte bu aynı zamanda benim yaşama sevincim. Küçücük bir şey için bile sevinebilmek, içine doğan yaşama sevincini, ısıtan bir soba gibi yaymak. Oh be, gerçekten küçük sevinçler peşinde koşmak, büyük sevinçlerin habercisi de değil mi aynı zamanda.
Yaşamak, gerçekten yaşamak cesaret istiyor aslında, bırakın onunla yapacağınız işleri.
Bunları "comment" bölümüne almadım. Hani bilgisizliğin için utanmama cesareti ya da utanmamayı becerme var ya...
Hep beraber salt okuyarak ve yazarak paylaşma olarak nitelendirdiğim için olsa gerek, yorum bölümüne hiç bakmamıştım ve yeni keşfettim. Ay ben çok güldüm bu işe. Daha da gülmeniz için söylüyorum, Murat Kaya'nın öykü başlığını okuduğumda ilk kez farkedip ona bir yorum yazdım. Ama diğerlerine bakmak hiç aklıma gelmedi. Uzun bir öykü olması nedeniyle kendine özel bir bölüm açmış diye bir de kocaman aferim dedim. Hakikaten hem yazıyorum hem de gülüyorum şimdi. Siz affedin artık, bu biiir.
İkinciye gelince...
Cesareti - hem de feci bir - umutsuzluğa rağmen ilerleyebilmek olarak algıladığımdan, sık sık başımı gözümü yardığımdan, uzak durdum yorum yapmaktan Haluk.
Soljenitsin'in cesareti beni hep etkilemiştir, belki de aslında keskinliğimi ilk onunla hissettiğim için.
"Korkaklığın günümüzdeki en hakim şekli 'karışmak istemedim' deyişinde gizlidir" demiş ya May. İşte şimdi hepimizin yaşadığı durum bu. Yanıbaşımızdaki olaylarla ne kadar ilgileniyoruz? İlgilenmeme nedenimiz, salt "düşünceyi özgürce söylemek cesareti"mizin olmaması mı yoksa yaşamdan bıkkınlık mı?
"Kendini adamak şüphe içermediği zaman değil, şüpheye 'rağmen' olduğunda en sağlıklıdır." Bu kadar iyi niyetli, inançlı, kendini adayan olmak ama aynı zamanda da şüphe taşımak.. Bu beni rahatlattı aslında. Beni mesleğim şüpheci yaptı derdim hep. Oysa benim kimliğim bu.
"Hangi alanda olursak olalım, yeni dünyanın yapısını biçimlendirmeye yardım ediyor olmanın gerçekliğinde derin bir coşku buluruz. Bu, yaratıcı cesarettir, yaratılarımız ne kadar küçük ya da kazaen olsa da. O zaman Joyce'la birlikte 'Hoş geldin, Ey Yaşam!' diyebiliriz. Milyonuncu kez ruhumuzun örsünde soyumuzun yaratılmamış vicdanını dövmeye gidiyoruz." İşte bu aynı zamanda benim yaşama sevincim. Küçücük bir şey için bile sevinebilmek, içine doğan yaşama sevincini, ısıtan bir soba gibi yaymak. Oh be, gerçekten küçük sevinçler peşinde koşmak, büyük sevinçlerin habercisi de değil mi aynı zamanda.
Yaşamak, gerçekten yaşamak cesaret istiyor aslında, bırakın onunla yapacağınız işleri.
Bunları "comment" bölümüne almadım. Hani bilgisizliğin için utanmama cesareti ya da utanmamayı becerme var ya...
1 Comments:
:)
Maksude Hanım'la "yorumlar" bölümünde hiç karşılaşmamış olmamıza rağmen hikayeye yorum yazmasına şaşırmıştım..
Demek ki bunun da "bir hikayesi" varmış :)
Teşekkür ederim yorumunuz için Maksude Hanım.
Yorum Gönder
<< Home