Pazar, Mart 05, 2006

Haluk Mesci’yi tanıyor musunuz?

Yanlış okumadınız. Gerçekten soruyorum tanıyor musunuz diye… Çünkü ustanın ismini hiç duymamış reklamcılar (?!) ve onların ikizleriyle dolu reklam ajansları. Hem neden şaşırıyorsunuz ki? Bu işle hiç alâkası yokken, akraba, eş, dost kaktırmasıyla işe giren insanlar yok mu sizin çalıştığınız yerlerde de?

Ben ilk karşılaştığımda çok şaşırmıştım. Haluk Mesci dedim, bön bön baktı suratıma biri, kim olduğunu anlatmaya çalıştım dilim döndüğünce, utanmadı bile öteki. Neden utansın ki? Arkası sağlam, sırtı yere gelmez nasılsa!

Ekşi Sözlük Mucizesi!

Sonra bana brif veriyor bu adam, yaptığım işi tartışıyor benimle! Tüm iyi niyetimle birkaç kitap öneriyorum onlara… Ekşi Sözlük mucizesi varken, o kitapları okumaya ne gerek var oysa? Okumadığını adım gibi biliyorum. Bir brif veriyor, satış fikri Ekşi Sözlük’ten aparma!

Markalar bu adamların elinde deneme yanılma tahtasına dönüyor. Dışarıda, bu işi gerçekten yapmak isteyen, reklamcılığa gönül vermiş yüzlerce genç işsiz kalıyor. Kimin yüzünden? Yeterince uğraşmıyorlar demeyin bana. Eşten dosttan sıra mı geliyor onlara?

8 Comments:

Blogger Melih Cılga said...

Yazdıkların, liyakat ve sadakat ilişkisi üzerine yeniden düşünmemi sağladı, teşekkürler... Yıllardır beni de rahatsız eden, değişmesini istediğim ve sürekli mücadele ettiğim, ama ne yazık ki çok yaygın ve yerleşik durumda olan bir zihniyete parmak basmışsın...

Şirketlerde iktidarı elinde tutanlar, etraflarında yer alacak insanları seçerken, liyakate göre değil, sadakate göre karar veriyorlar: Kendi söylediklerini onaylayacak, sürekli "sadık emir kulu" olarak kalacak insanlar tercih ediliyor.

Oysa fikirlerin sürekli sorgulanması, yeteneklerin rekabet halinde olması, gelişimin en temel kuralıdır, bildiğim kadarıyla...

Kendimizi güvende hissettiğimiz "tanıdık ve bildik" bir çember içerisinde dönerek mesaimizi tüketmemiz isteniyor. Yöneticimizden daha bilgili ve daha yaratıcı olmamız ihtimali, baştan yasaklanıyor...

Tatsız bir durum. Bu zihniyetle mücadele etmek gerekiyor...

05 Mart, 2006 14:06  
Blogger Başak Kanat said...

Doğru! Mücadele etmek lâzım gerçekten. Ama nasıl? Bireysel çabaların yanında bir şeyler yapmalı.

Ben böyle insanların olduğu ajanslarda çalışmak istemiyorum. Mesleğimi hakkıyla yapamadığımı hissediyorum onların yanında. Konuşacak, tartışacak insan arıyorum umutsuzca.

"Sence bu marka, bu kampanya için en doğru strateji bu mu?" diye sorduğumda, sen benim yaptığım işi nasıl sorgularsına geliyor tartışma. Sanki bunu söyleyen bir reklam gurusu! Üstelik aynı adam benim yaptığım işi sorgulamaktan hiç çekinmiyor.

05 Mart, 2006 14:23  
Blogger Bülent Şentay said...

Bu sektör İhap Hulusi'yi tanımayan reklam sanat yönetmenleri görmüştür sevgili Başak. Haluk Mesci deyince bön bön bakanlar da o modellerden olmalı!

05 Mart, 2006 15:29  
Blogger Başak Kanat said...

Peki siz ne yapıyorsunuz bu insanlarla karşılaşınca? Nasıl tepki veriyorsunuz? Kızıyor musunuz mesela? Yoksa derin derin nefes alıp, anlatmaya mı çalışıyorsunuz bildiklerinizi? Ya da "Amaaan! Böyle gelmiş böyle gider nasılsa. Ben mi kurtaracağım Türkiye reklamcılığını?" mı diyorsunuz?

05 Mart, 2006 15:43  
Blogger Bülent Şentay said...

Genelde sakin kalmaya çalışarak bildiklerimi paylaşma yolunu seçiyorum. Bu her zaman kolay olmuyor elbette. İşimi çok sevmem böyle durumlarda işimi kolaylaştırıyor.

05 Mart, 2006 23:02  
Blogger Tayfun Kısacık said...

Birilerinin Haluk Mesci'yi tanımamasını anlayabilirim ama onların kendilerine reklamcıyım demelerini anlayamam.

Tanıdık bildik adamlarla çalışma konusuna gelince bu bana çok doğal geliyor. Yani hısım akraba muhabbeti ile diğerini karıştırıyorsunuz gibi geldi. Ben işlerini bilmediğim ya da bilip de takdir etmediğim bir adama referans olamam... Ama tanıdığım, bildiğim, işini iyi yapan adamlarla çalışmayı her zaman tercih ederim. Yeteneklerin rekabet halinde olması güzel ama biz bir aşırı doz toplumuyuz. Vurmak yetmez, öldürmek için çabalarız. Tartışmanın dozunu kaçırıp kendi egolarını ortaya koyan yaratıcılar azımsanamayacak kadar çok. Ben adam alacak pozisyondaysam eğer ilkin bir arkadaş ararım kendime, aile terbiyesi almış, güvenilir, edepli bir yoldaş ve elbette sonra da bu işin olmazsa olmazı olan üreticiliğine bakarım. Bir şekilde sonradan yaratıcı olabilirsin ama sonradan edepli olmak zor iş. İşi savunmak ve kavga etmek başka şeyler. Sorgulamak da öyle. Ama kimilerimiz o kadar inatçı ki fikrinin neden olmayacağı kendisine kelime kelime açıklandığı halde ikna olmuyor. Onlara göre direktörleri kompleks sahibi, onları kimse anlayamaz... Unutmamak gerekir ki, bir direktör ekibi kadar iyidir... O, ekibini seçerken başarı ya da başarısızlığı seçtiğinin farkındadır ve bunun ortası yoktur. Konu nerelere geldi :)
Neyse ben de doluymuşum hani.

06 Mart, 2006 14:49  
Blogger Tuğçe Özel said...

Ahhh Ahhh...
Kendisini reklam ajansı olarak adlandıran, bir de üstüne (nasıl olduğunu kendisinin de bilmediği) kristal elma alan bir ajansta çalıştım. Stratejiden bihaber, imla hatalarının havada uçuştuğu, sekreterin patronla; muhasebecinin müşteri temsilcisiyle seviştiği, bulaşıkları bize yıkatan, reklam yazarının kreatife girmesinin yasak olduğunu söyleyen, ingilizcenin i'sini bir Allah'ın kulunun bilmediği, yemekler bedavaya gelsin diye sekreterin annesine yaptırılan(kadında elinden geleni yapıyordu, kızı için!), ve en önemlisi hiçbir şey yapmadan reklam gurularına küfreden, üstüne utanmadan kreatif direktörüm diyen bir ajans başkanıyla çalıştım. Daha fazla yazmak istemiyorum çünkü hatırlamak istemiyorum. Ama Allah'ı var, Haluk Mesci'yi biliyordu!

06 Mart, 2006 15:40  
Blogger Vahide Tandelen said...

Gıcık ol! Tavrını baştan koy! Önceleri ılımlı olursan hep ılımlı olmak zorunda kalırsın, kimse seni sallamaz. Öyle her şeyi beğenme. Yayınlanan ya da güncel tabirle satılan senin işin ise bunu insanların gözüne sok. Böbürlen! Beraber yaptık deme, ben yaptım de. Kendini ve fikirlerini öv. Başkalarının fikirlerini çürüt. Mutlaka çürütecek bir tarafını bulursun.Çok sıkışırsan bunu herkes anlamaz de.

Bu yazdıklarım da sevgili arkadaşlar, sektörde ayakta kalmak adına verilen öğütler.

11 Mart, 2006 11:51  

Yorum Gönder

<< Home