Belgüzar
BELGÜZAR
Belgüzar bir köy kaçağı;
babasının onyedinci kızı,
Sarıkız’ın sol arka ayağı...
Köyün en bahtsız çeşme güzeli.
Sular taşardı eteklerine, Yanık Osman’ı görünce.
Çıngıraklar vurunca çıkardı köy meydanına,
kahvedeki babasına gözükmeden, Yanık Osman’ı keserdi uzaktan…
Keçiler ağıllarını, güneş de batıyı bulana kadar bakardı arkasından.
Sevdalı ama bir o kadar da kadüktü aşkı.
Bilirdi olmayacağını ama dönmezdi sözünden.
Tarlanın en uzun başağıydı Belgüzar;
en sarısı…
Aldı yanakları hüzün vuruncaya kadar.
Değirmenden kaçıp, aşkını öğütürdü Yanık Osman’ın göğsünde,
un kokardı akı erken gören saçları.
Sabah namazından önce ayazla kaçtılar köyden.
Tepeden son kez baktılar, çatılar kanat çırptı züğürt aşıklara.
Çıkınlarında yarım köy ekmeği, dağları aşacaklardı.
Taş oyuk bir mağarada gece sindi üzerlerine,
Korkulu sevinçler beslediler kursaklarında;
sabahı görene dek…
Muhtarın oğluyla, Şeşbeş İbrahim buldu,
çiğ düşerken üzerlerine.
Hep derlerdi meydan dayağı diye de inanmazdı Belgüzar;
en kahpesini yaşadı.
Analığının köteklisi; Belgüzar
Osman’nın mezarını göremeden,
oldu ellilik bir herifin üçüncü karısı!
Gittiği diyarın adını dahi bilmeden,
ilk çocuğu düştü kucağına.
Kardeşlerinin nefesini duyamadan,
yer yatağında ağladı her gece.
Koca dayağını yedi yüreği sayısız…
Alıştı hayatın sillesine,
beş çocukla bir mor göz!
Yıkık dökük yüreğinin asma kilidini taktı gecekondusuna,
her sabah geldi evimize.
Tarlanın en uzun başağı Belgüzar;
en sarısı…
Babasının onyedinci kızı,
Sarıkız’ın sol arka ayağı...
Köyün en bahtsız çeşme güzeli.
Analığının köteklisi;
oldu şimdi bizim evin temizlikçisi…
Sildiği yerlerde kederlerini buluyoruz;
leke leke…
Tuğçe Özel 21/ 02/ 2006
Belgüzar bir köy kaçağı;
babasının onyedinci kızı,
Sarıkız’ın sol arka ayağı...
Köyün en bahtsız çeşme güzeli.
Sular taşardı eteklerine, Yanık Osman’ı görünce.
Çıngıraklar vurunca çıkardı köy meydanına,
kahvedeki babasına gözükmeden, Yanık Osman’ı keserdi uzaktan…
Keçiler ağıllarını, güneş de batıyı bulana kadar bakardı arkasından.
Sevdalı ama bir o kadar da kadüktü aşkı.
Bilirdi olmayacağını ama dönmezdi sözünden.
Tarlanın en uzun başağıydı Belgüzar;
en sarısı…
Aldı yanakları hüzün vuruncaya kadar.
Değirmenden kaçıp, aşkını öğütürdü Yanık Osman’ın göğsünde,
un kokardı akı erken gören saçları.
Sabah namazından önce ayazla kaçtılar köyden.
Tepeden son kez baktılar, çatılar kanat çırptı züğürt aşıklara.
Çıkınlarında yarım köy ekmeği, dağları aşacaklardı.
Taş oyuk bir mağarada gece sindi üzerlerine,
Korkulu sevinçler beslediler kursaklarında;
sabahı görene dek…
Muhtarın oğluyla, Şeşbeş İbrahim buldu,
çiğ düşerken üzerlerine.
Hep derlerdi meydan dayağı diye de inanmazdı Belgüzar;
en kahpesini yaşadı.
Analığının köteklisi; Belgüzar
Osman’nın mezarını göremeden,
oldu ellilik bir herifin üçüncü karısı!
Gittiği diyarın adını dahi bilmeden,
ilk çocuğu düştü kucağına.
Kardeşlerinin nefesini duyamadan,
yer yatağında ağladı her gece.
Koca dayağını yedi yüreği sayısız…
Alıştı hayatın sillesine,
beş çocukla bir mor göz!
Yıkık dökük yüreğinin asma kilidini taktı gecekondusuna,
her sabah geldi evimize.
Tarlanın en uzun başağı Belgüzar;
en sarısı…
Babasının onyedinci kızı,
Sarıkız’ın sol arka ayağı...
Köyün en bahtsız çeşme güzeli.
Analığının köteklisi;
oldu şimdi bizim evin temizlikçisi…
Sildiği yerlerde kederlerini buluyoruz;
leke leke…
Tuğçe Özel 21/ 02/ 2006
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home