Dar zamanlar, geniş insanlar
Sabah yatakta gözümü açtığım andan itibaren yapılacak işlerin düşüncesi beni esir alıyor. Ahım şahım bir işim yok aslında, bir reklam yazarıyım sadece. İşten başka vakit ayırmak istediğim birkaç “iş” daha var. Ve de yalnızca 24 saatim!
Sanki koskoca İstanbul’da herkes ve her şey yavaşlatma eylemi yapıyor. İşe giderken, evden ne kadar erken çıkarsam çıkayım biraz sonra yüreğimde bir darlık: “hay Allah trafiğe bak, ya hadi gitsenize, açın yolu, geç kalıyorum.” Halbuki sıradan bir yoğunluk. Bana nedense anormal geliyor. Neyse TEM’e çıkınca su gibi akıp gidiyoruz. TEM’i seviyorum.
İşe geliyorum. Bilgisayarımın düğmesine basıyorum. Aa, yoksa fişi mi çıkmış, ekran hala karanlık. Kasaya kulak veriyorum. Evet “tır tır tır” çalışıyor. Hah tamam açıldı. Simgeler masaüstüne bir bir yerleşiyor. Amma da yavaş açılıyor.
Yapılacaklar listesi gayet makul. Ama sanki listede olmayan işler mi var nedir? Ya da unuttuğum bir şeyler?! İçimde bir huzursuzluk. Sanki yapılması gereken bir şeyler var, ben yapmıyorum ve zamanı geçiyor. Yok, yok, kesin atladığım bir şeyler var! İç sesim beni rahatlatmaya çalışıyor: “Biraz keyfine bak, kitap karıştır, gazete oku, mail’lerini kontrol et. Rahat ol ya!” Daha da içerideki sesim dürtüyor: “Ajandana bir daha bak. Her işi yaptıysan bile gözünden kaçan bir deadline olabilir. Ya da ödenecek bir fatura, doğum günü kutlanacak bir arkadaş, not alınmamış bir sunum vardır belki”
Neyse öğleden önce biraz isim çalışıyorum. En sevdiğim işlerden biri. Yoğunlaşınca ne iç seslerimi, ne de her gün aynı şeyleri çalan radyoyu duyuyorum. Bir süre sonra gözlerim yanıyor. Ekrana fazla bakmaktan mı, içmeyene gider kuralıyla etrafımı saran sigara dumanından mı, bilmiyorum.
İnternette dolaşan bir yazı geliyor aklıma, imzasını hatırlamıyorum. Orta Amerika’da yerlilerin rehberlik ettiği bir turist grubu dağa tırmanıyormuş. Çıkmışlar, çıkmışlar, tepeye az bir mesafe kalmış, rehberler durmuş. Turistler, onlara neden durduklarını sormuşlar. Yerliler de “çok hızlı çıktık, ruhumuzun bize yetişmesini bekliyoruz” demişler.
Hadi biz de biraz yavaşlayalım.
Sanki koskoca İstanbul’da herkes ve her şey yavaşlatma eylemi yapıyor. İşe giderken, evden ne kadar erken çıkarsam çıkayım biraz sonra yüreğimde bir darlık: “hay Allah trafiğe bak, ya hadi gitsenize, açın yolu, geç kalıyorum.” Halbuki sıradan bir yoğunluk. Bana nedense anormal geliyor. Neyse TEM’e çıkınca su gibi akıp gidiyoruz. TEM’i seviyorum.
İşe geliyorum. Bilgisayarımın düğmesine basıyorum. Aa, yoksa fişi mi çıkmış, ekran hala karanlık. Kasaya kulak veriyorum. Evet “tır tır tır” çalışıyor. Hah tamam açıldı. Simgeler masaüstüne bir bir yerleşiyor. Amma da yavaş açılıyor.
Yapılacaklar listesi gayet makul. Ama sanki listede olmayan işler mi var nedir? Ya da unuttuğum bir şeyler?! İçimde bir huzursuzluk. Sanki yapılması gereken bir şeyler var, ben yapmıyorum ve zamanı geçiyor. Yok, yok, kesin atladığım bir şeyler var! İç sesim beni rahatlatmaya çalışıyor: “Biraz keyfine bak, kitap karıştır, gazete oku, mail’lerini kontrol et. Rahat ol ya!” Daha da içerideki sesim dürtüyor: “Ajandana bir daha bak. Her işi yaptıysan bile gözünden kaçan bir deadline olabilir. Ya da ödenecek bir fatura, doğum günü kutlanacak bir arkadaş, not alınmamış bir sunum vardır belki”
Neyse öğleden önce biraz isim çalışıyorum. En sevdiğim işlerden biri. Yoğunlaşınca ne iç seslerimi, ne de her gün aynı şeyleri çalan radyoyu duyuyorum. Bir süre sonra gözlerim yanıyor. Ekrana fazla bakmaktan mı, içmeyene gider kuralıyla etrafımı saran sigara dumanından mı, bilmiyorum.
İnternette dolaşan bir yazı geliyor aklıma, imzasını hatırlamıyorum. Orta Amerika’da yerlilerin rehberlik ettiği bir turist grubu dağa tırmanıyormuş. Çıkmışlar, çıkmışlar, tepeye az bir mesafe kalmış, rehberler durmuş. Turistler, onlara neden durduklarını sormuşlar. Yerliler de “çok hızlı çıktık, ruhumuzun bize yetişmesini bekliyoruz” demişler.
Hadi biz de biraz yavaşlayalım.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home