Çarşamba, Aralık 26, 2007

İki sıfır sıfır sekiz

Maslakta bir plazadan yazıyorum. İtiraf edeyim oksijensiz solunum yapmaya alışamadım. Ve büyük ihtimalle de alışamayacağım.

Etrafımda bir sürü reklam insanı. DJ'lerde görmeye alıştığımız büyük kulaklıklarla, kapanmışlar fanuslarına. Ofiste müştemlerle yazıcıların uğultusu birbirine karışıyor. Tuğbay Bey’in iTunes’undaki 1272 parçadan rastgele bir şeyler dinliyorum. Ve 2 kupa kafein kanıma karışalı çeyrek gün olmuş.

Bizim için hazır olan yegane şeyin, bizim hazır olduğumuz şey olduğunu bildiğim halde, bu yıl karşıma ne çıkaracak bilmiyorum. Okyanusun tadının Akdeniz'den daha tatlı olduğunu ve iletişimde esas olanın tutarlılık olduğunu da biliyorum ama bunlar 2008 kadar kafamı karıştırmıyor.

Geçen sene, insanları yargılayınca onları sevmeye zaman kalmadığını farkettim. Belkide bu yüzden sigarayı ve yargılarımı bırakmaya çabalıyorum. (En azından sigara 3 aydır yok).

2000'lerde yaşaması güç. Her gün bir şeyler çelme takıyor insana. Bazen maddi bazen manevi. Oralarda bir yerlerde bekleyen saçma bir şey mutlaka var. Bazen trafik ışıkları karşı oluyor insana. Bazense internet bağlantısı. En kötüsü ise insanın kendisinin bu role soyunması. Ne zaman böyle hissetsem "git işine" diyorum. "Uğraşma benimle". En azından bu bir çare. Genelde her şeyin bir çaresi var. Ya da çoğu şeyin. Bazende her şeye çare olan şeyler var. Bence bunlardan en önemlisi tuzlusu: Deniz suyu, gözyaşı ya da ter.

Yıllar geçtikçe daha hızlı yaşamaya başladık. (Çok klişe bir laf biliyorum ama öyle)
Her şeyi daha hızlı yapıyoruz ya da her şey bize daha hızlı yaptırılıyor. Karar mekanizmaları daha hızlı işliyor. Ve biz seri üretim yapabilecek son sektörlerden birinde çalışıyoruz. Çünkü her iş elle yapılıyor ve (bence burası ironik) çıkan ürününde referans alınabilecek ya da örnek oluşturabilecek her şeyden farklı bir iş olması gerekiyor. (en azında teoride)
Belkide bu yüzden her gerçek iş, toplumun içindeki en kendine has topluluktan çıkıyor. Çok özel bir kimyadan.
Belkide bu yüzden bu kimyanın içinde çalışmayı seviyorum.

Kim ne derse desin. Reklamcılar olarak iyi insanlarız.
Ya da içimizde kötülük yok.
Ya da hep şeytanlık yaptığımız söylenemez.
Ya da her neyse…

2008’de dahili ve harici hiçbir şeyin sizi üzmesine izin vermeyin.
Öpün. Kucaklayın. Gülün. Eğlenin. Çalışın. Kazanın.
Ama bu sefer biraz daha zor kaybedin…

Mutlu Yıllar

Erhan Ali

1 Comments:

Blogger buraKargın said...

Samuel Beckett'e kulak verelim...

Hep denedin.
Hep yenildin.
Olsun.
Yine dene.
Yine yenil.
Daha iyi yenil.

01 Ocak, 2008 20:49  

Yorum Gönder

<< Home