Çarşamba, Şubat 09, 2011

REM ve sefil bir muşamba parçası


Hepiniz ya da çoğunuz biliyorsunuz. Çoğunuz diyorum, çünkü yakın zamana kadar orada özellikle genç reklamcıların yararlanması için kitap, süreli yayın ve benzer pek çok malzemenin yer aldığı, kurslar, seminerler, sektörel toplantıların yapıldığı kafemsi bir mekan vardı, ikinci katta. Şimdi yok artık, onun için de bilmemeniz doğal.

Sözünü ettiğim yer İstiklal Caddesi 403 adresindeki 5 katlı tarihi bina. Reklamcılık Vakfı ve Reklamcılar Derneği’nin merkezi. O bina, yedi yıl kadar önce büyük beklentilerle ve büyük heyecanlarla kiralanmış, adı da REM (Reklam Eğitim Merkezi) konmuştu. Hedef büyüktü. Orada Dernek ve Vakıf güçlerini ve olanaklarını birleştirecek, diğer sektör kuruluşları ile organik ilişkiler kurulacak, doğacak sinerjinin de desteğiyle, önce eğitim merkezi oluşturulacak, zaman içinde de Reklamcılık Enstitüsü’ne doğru yol alınacaktı. Eski deyimle, dişten tırnaktan artırılarak onarılan ve pırıl pırıl duruma getirilen binada REM projesi adım adım ilerleme yolundaydı. RYD ile birleşme değilse bile bir araya gelme görüşmeleri de yapmış, fakat başarı sağlayamamıştık. (Bugün RYD’nin geldiği yeri görüyorum da, o zaman keşke daha anlayışlı davranabilseydik diye düşünüyorum.) Reklamverenler Derneği’ni de aynı çatı altına alma görüşmeleri günlerce sürdü, ondan da bir sonuç alınamadı. REM projesi de oralarda bir yerde kalıverdi.

Bugün, kimi girişimciler sektörümüzle ilgili eğitim kurumları kurabilmişken o büyük hedef nasıl yok olup gitti diye düşünüyorum da neden bulmakta zorlanıyorum. Bildiğim bir şey, o günlerdeki inancın ve heyecanın yarattığı büyük enerjinin, Bilgi Üniversitesi’ne bağlı ‘Adschool’a aktarılmış olması. Sektör için elbette iyi oldu da, bildiğim kadarıyla, personel ücretlerinin zamanında ödenebilmesinden öteye geçmeyecek düzeyde sağladığı mali destek dışında Dernek ve Vakıf için başka ne anlam ifade ediyor bilemiyorum.

REM adı bugün hemen kimsenin bilmediği, bilenlerin belleğinden silinmeye yüz tutmuş garip bir anı. Ve onu öylesine garip bir muşamba parçası temsil ediyor ki, 7 yıl önce REM için tutulan 5 katlı binanın bugün sadece 2 katına sığınmak zorunda kalan 2 meslek örgütünü İstiklal Caddesinin mahşeri kalabalığına hakkıyla ilan ediyor. Ve bu iki meslek örgütünün üyeleri, yöneticileri, sorumluları, yıllardır bu binaya belli ki hep başları önlerinde girip çıkıyorlar da, o garip, pejmürde, kırışıp buruşmuş, yazıları solmuş, kimi yerleri yırtılıp kopmuş muşamba parçasını göremiyorlar, görmek istemiyorlar. O da orada öyle mahcup mahcup eskimeye devam ediyor.

Acaba diyorum bu muşamba parçası 7 yıllık geçmişi övünçle anlatsın diye orada postmodern bir imge olarak özellikle korunuyor da ben mi anlayamıyorum.

2 Comments:

Blogger Maksude Kılınç said...

Şahin Bey merhaba, Nasılsınız? Ne zamandır sizden birşeyler okuyamamıştım. Sevindim.

En son geldiğimde binanın çatı katındaki toplantıya katılmıştım ve her kat yaşıyordu. Yüzyıl önceydi belki, bilemem. Şimdi iki kata nasıl sığabiliyor arkadaşlarımız? O sıkışıklıkta nasıl çalışılabiliyor?

Ve evet neden o güzelim projeler kaldı? Başlarken duyduğumuz heyecanı sonuna kadar neden götüremediğimizi hålâ anlamam. Ne garip bir milletiz biz?

15 Şubat, 2011 12:46  
Blogger Şahin Tekgündüz said...

Sevgili Maksude,

Gösterdiğin duyarlılık beni sevindirdi. Haklısın uzun süredir ortamdan uzaktayım. Biraz emekliliğin konforunu yaşamaya çalışıyorum, bir yandan da bir şeyler okuyup yazıyorum.

Ben de anımsıyorum o dördüncü kattaki toplantımızı. Heyecan dolu günlerdi. Tabii nöbet devri kaçınılmaz olduğu için o heyecan ortamını genç kuşaktaki arkadaşlara bıraktık. İyi de her şey nasıl gelişiyor, doğrusu merak ediyorum. Ediyorum ama, Vakfın genel kuruluna katılarak bu merakımı giderme olanağını da isteyerek kullanmadım. Bir yandan, büyük hedeflere ulaşabilmek için beş katını da pırıl pırıl yaptığımız o güzel binanın iki katına tıkışmak zorunda kalındığını öğrendiğim, bir yandan da yazımda belirtmeye çalıştığım gibi, kapısının üzerindeki o zavallı muşamba parçasını bile göremeyecek kadar duyarsız insanların söz sahibi olduğu bir ortamda kendimi yabancı hissedeceğimi düşündüğüm için katılmadım genel kurula. Genel kurul da zaten 'dostlar alışverişte görsünler' anlayışıyla, önceden seçilmiş kimselerin ve alınmış kararların meşruiyet kazanması amacıyla usulen yerine getirilen bir görevden ibaret.

Başlangıçta yaratılan o büyük enerji ve sinerji sanıyorum ki yapılması kaçınılmaz olan programlanmış etkinlikler (Reklam Yazokulu, Step, Effie, Kristal Elma) dışında sadece Adschool'a adandığı için başka şeyler teferruat haline geldi.

Neyse, hani 'bir dokun bin ah işit' derler ya, ben de fırsat bulmuşken içimi dökmeye kalkıştım. İstanbul'a yolun düşüyorsa, haberleşelim. Sevgiler...

Şahin

15 Şubat, 2011 21:38  

Yorum Gönder

<< Home